• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/halilakpinar
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=05056611119
  • https://www.twitter.com/halilakpinar
  • https://www.instagram.com/halilakpinar1453
  • https://www.youtube.com/channel/UCz-evvQhDvbJLw5bg_A8P1Q
Üyelik Girişi
MUHTEVA
Site Haritası

Custom Search

MERVE KAVAKÇI YAZILARI

MERVE KAVAKÇI YAZILARI

BAŞÖRTÜSÜNE SAHİP ÇIKALIM

Destek olalım! Hükümete destek olalım! MEMURSEN’in başlattığı kampanyaya imza atalım! Bu yasak, bu zulüm, başörtüsü yasağı bitsin artık! İnsanlık vazifemizi yerine getirelim! Vatandaşlık görevimizi yapalım! “Vatani” görevimizi yapalım! Evet bu! Vatani bir görevdir.

Bu toprakları sevmek sadece askere gitmekle olmaz, bu toprakları sevmek sadece sevdim demekle olmaz, burayı sevmek aynı zamanda bu topraklar yaşanabilecek daha güzel bir yer olsun diye çalışmak da demektir. Oturduğumuz yerden iyi müslüman olunmaz. Müslüman proaktiftir.

Müslüman yanlışı eliyle düzeltendir, düzeltemiyorsa sözüyle düzeltendir, imanın en zayıfı kalpte kalan buğzdur. Şimdi sorarım, kızları, eşi, torunları, annesi başörtüsü zulmünü bizatihi yaşayan kaç kişi kalbinde yasağa, yasakçılara karşı buğz ederek uyanıyor…o bile kalmadı bizde! Ben ne başörtüsü mağduru anneler gördüm, kendi mağdur, kızı mağdur… yüzünü ekşite ekşite bu başörtüsü konusu da çok oldu artık demeye getiren, konuşulmasa…üzerinde durulmasa artık demeye getiren…. bir haller oldu müslümanlara…olmasaydı bu hale gelmezdik zaten…

Bu yasağın otuz senedir sürüyor olmasının müsebbibi din düşmanları değildir sadece! Müslümanlardır da! Müslümanız diye geçinenlerdir de! Çok söylenecek var da haydi susalım… bu kadarı ne demek istediğimi izah eder sanırım…

Zulümle abad olunmaz. Hayatlar söndü, sönmediyse karartıldı, nesil arkasından nesil, anneanneden torununa ulaşan bir soykırım yapıldı, herkes sustu, bekledi, yasak hep varoldu, koyanlar neredeyse toprak oldu, ama yasak kalkmadı, zulüm bitmedi!

Şimdi hükümet ayaklandı, kaldıracağız diyor; iki bakan ayrı ayrı aynı hafta konuşuyor..

Anayasa çözecek diyor, Avrupa ülkelerinde böyle bir yasak yok diyor. MEMURSEN yasak kalksın zulüm bitsin diye 10 milyon imza kampanyası başlattı.

Destek olalım, tıklayalım destek olalım, illerdeki standlarda imzalayalım destek olalım! http://özgürlükiçin10milyonimza.com/ Ha gayret bu sefer, bu sefer, bir sefer de çözelim! Toplumsal konsensüs var, AK Parti hükümetinin karşısında duracak güç yok! Artık kimse başörtüsüne doğrudan karşı çıkamıyor! Siyasi doğruluk adına, güç odaklarını üzerine uylamama adına, herkes de “benim de teyzem hacı, annem yaşmaklı” diye başlayan cümleler kuruyor, içinden başörtülülere diş bilese bile bunu gösterecek takatı kalmadı. Kalmasın da! Bunu neden söylüyorum…

siyasal mutabakat da var! Yasağın kalkmasına karşı çıkan kendi kaybeder, belki kemikleşmiş yüzde iki kitlesini tutar milyonları kaybeder! Kimse yasakçı olarak anılmak istemiyor artık! Çözelim! Bir seferde temelden çözelim! Tuzaklara da düşmeyelim! Kaldırıyoruz derken başka yasaklar devreye sokmayalım! Hep söyledik, söylüyoruz: ya hep ya hiçdir yasağa çözüm! Şimdi bu kadar, yarın bir kilogram daha ekleriz, daha ertesi gün beş metre daha yol alırız, durun bakalım konjonktür ne gösterecek demekle bu iş çö-zül-mez.

Türkiye hazır, dünya hazır, biz başörtülü kadınlar çoktan hazır. Lütfen, biraz insaf, biraz izan. Bolca da cesaret! Adınız tarihe zulmü bitiren olarak geçecek!

 

Yeni Akit

Bülent Bey bilmez…

08 Şubat 2013 Cuma 00:07

,

 

Ancak kızı Ayşenur Arınç’ın hikayesi, kendisi bugünlerde kamu ile paylaşmadan çok daha önce dünyanın farklı yerlerinde yankılandı. Ayşenur’un başörtüsü yasağı ile şekillenen okul hayatı İngiliz Parlementosu’nda da dillendirildi, Amerikan Kongresi’nde de. Berlin Teknik Üniversitesi’nde de, meşhur Cambridge Üniversitesi’nde de ve elbetteki Harvard’da da. “Partili” günlerimizden birinde, annesi Münevver Hanım bir hanımlar toplantımızda bahsetmişti kısaca. İçim yanmıştı duyunca… Hafızama yer etmişti. Başörtüsü yasağını aşabilmek için tuvalet penceresini kullanmak zorunda kalışı, kızının…. Sonra Allah nasip etti, yukarıda bahsi geçen yerler ve kimi akademik kimi siyasi olmak üzere dünyanın birçok başka mekanlarında yasak üzerine konuşma imkanım oldu. Ayşenur Arınç’ın hikayesi en çarpıcılar arasında yerini almıştı çoktan zihnimde ve metnimde. Arınç ailesinin kulakları çınlamıştır sanırım her seferinde…

Ayşenur Arınç’ın hikayesi bir epitomi. Yani yasağın boyutlarını izahta bir çok manada örneklik teşkil eden bir durum. Öğrencilerin hayatlarına getirmek zorunda kaldıkları elastikiyetleri izah eden bir örnek. Eğitim yuvası okuldan alınacak “bilgi”nin ertelendiği, “giriş”in öncelendiği bir durum. Eğitime ulaşılabilirliğin girişten daha önemli olamayışının bir göstergesi. Okul kapısı asılması gereken bir engel çünkü. Tuvalet penceresiyse eğitime vize veren giriş kapısı…

Medine Bircan dosyası da farklı değil. O da yine sunduğu bütün vahşetle zihinlere yer eden bir çarpıcılık ve çarpıklık arzediyor çünkü. Onun engeli ise başörtülü resminin olduğu kimlik kartı. Zaman da kendi içinde bir engel yetmiş kusur yaşındaki Medine Bircan için. Gittiği acil servisin kapısında zamana karşı yarışıyor zira. Ama umduğunu bulamıyor yani hiç bekletilmeden yapılması gereken tedaviyi. Çünkü giriş engel. Tıpkı Ayşenur Arınç’ın durumundaki gibi. Onun kadar “şanslı” da değil, yönelebileceği bir tuvalet penceresi de yok Medine Bircan’ın. Hastane kapısında öylece acılar içinde kıvranıyor ki oğlu gitsin hemen fotomontajla bir fotoğraf hazırlatsın, kimlik kartında kullanılmak üzere. “Vatan” kurtulacak çünkü (!). Öyle  değil mi…Vatanı, kronik rahatsızlığı ile acil kapısında kıvranan Bircan’ın başörtüsünden temizlemek lazım çünkü. Arındırmak diyorum ben buna. Rejim gözünde “pislik” çünkü. Ayşenur Arınç kadar şanslı değil dedim ya, doğru. Oracıkta canını teslim ediveriyor çünkü. Bir hayat böylece son buluyor, kimlik kartında başı örtülü fotoğrafı olan bir kadının değil tedavi görmeye, yaşamaya bile hakkı olmadığı için bu ülkede.

Hatice Hasdemir Şahin’in mahkeme salonunda başı örtülü olduğu için kendini savunma hakkının olamadığı gibi. Başörtülüsün! O zaman getirildiğin mahkemede konuşamayacaksın! dendiği için. Savunma; en azılı katile bile hak görülürken başörtülü kadının bir azılı katil kadar bile kıymetinin olamamasından bu ülkede… Başını örtüyor olmak, bir insanın canına kıymaktan daha “affedilemez” görüldüğü için rejimce…

Bu ülke uzak bir yerlerde değil. Bu ülke dünde kalmadı. Bu ülke bizim gerçeğimiz. Üstünden çok zaman, köprülerin altından çok sular akmadı. Unutulmadı. Hala yaşıyor. Yaşanılıyor. Ne hikayeler var bizde… Kadınlara bir soruverin.

Başörtüsü kararı (I)

29 Ocak 2013 Salı 00:03

,

Geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmelerinden biri Danıştay’ın başörtüsü konusunda verdiği bir karardı. Medyada da yankı bulan karar kimilerini üzdü, çoğunluğu da sevindirdi. Milliyet gazetesinin karikatüristi birinci gruba dahil olmalı ki ülkemizde artık nesli tükenmeye yüz tutan, mensuplarının bile açıktan değil de kıvrım kıvrım sözü dolandırarak savunabildiği, başka değerlerin arkasına gizleyerek öne sürebildiği kemalist ideolojiye sadık kalarak Oryantalizm pratiği yaptı. İkinci gruptakilerse Türkiye’nin artık bu yasak sorunu aşması gerektiğine çoktan kanaat getirenlerdi.

Ancak bu grubun içinde gelişmeye temkinli yaklaşılması gerektiğini savunanlar da az değil. Ben de memnun olmakla birlikte bir taraftan “olamayacak kadar hayal mi” ile “bu yeterli mi” arasında gelip gidenlerdenim. Yasak dediğiniz öyle gaddar, öyle katı, öyle uzun süreli, öyle dallı budaklı ki -kendimden örnek vereyim: bakınız bu satırları yazarken hala yasak sonuçları içinde yazıyorum. Ülkemden uzakta yazıyorum, yasağı 1981’den itibaren her gün, her saat, her dakika, her saniye soluyarak yazıyorum, benim örneğimi alın ve yüz binlerle çarpın, yasağın sonucuna varacaksınız- onun bitebileceğini göz görse, kulak işitse, dil ikrar etse de bir “acaba?” hep içinizde feryat ediyor. Diğer taraftan da rasyonelliği devreye soktuğunuzda Allah’tan (cc) başka hiçbir şeyin ebedi olmadığının bilinci içerisinde o da bitecek, elbet bitecek diyebiliyorsunuz.
Şimdi mi bitecek? Şu oldu: Avukat kimliğinin yenilenmesi istemiyle yaptığı başvuru, başörtülü fotoğraf verdiği gerekçesiyle Türkiye Barolar Birliği’nce reddedilen başörtülü avukat Figen Şaştım, Türkiye Barolar Birliği meslek kurallarının 20. maddesinin iptali istemiyle Danıştay’da dava açtı. Davayı görüşen Danıştay 8. Dairesi, 20. maddedeki ‘Avukat ve avukat stajyerleri mesleğe yaraşır bir kılık ve kıyafetle başları açık olarak mahkemelerde görev yaparlar’ düzenlemesindeki ‘başları açık’ ibaresinin yürütmesini oy çokluğu ile durdurdu.

Özgürlüğe açtığı kapı anlamında benzer, içeriği farklı bir kararı Ocak ayı başında yine almıştı Danıştay’ın aynı dairesi. Onda da Sarıyer İmam Hatip Lisesi mezunu Gülsüm Coşkun, Anadolu Üniversitesi İlahiyat Ön Lisans Programında gördüğü eğitim çerçevesinde 5 Nisan 2008’de düzenlenen Açık Öğretim Fakültesi sınavlarına katılmak için İstanbul Okmeydanı’ndaki İTO Anadolu Ticaret Meslek Lisesi’ne gitmiş, başına peruk takarak sınava girmiş. Yanına gelen salon sorumlusu olan aynı okulun öğretmenlerinden Sevilay Akça “Peruğunu beğenmedim, saça benzemiyor, çıkar onu, öyle sınava gir” demiş. Coşkun’un itiraz etmesi üzerine “Çeneni kırarım senin” diye tehdit etmiş Akça ve sınav sonrası kılık kıyafet gerekçesiyle Coşkun’a “Sınava hiç gelmedi” işlemi yapmış. Sınavın ardından Coşkun bina sorumlusuna giderek Akça’dan şikayetçi oldu. Bina sorumlusunun, böyle bir işlem yapmasının yasal olmadığı yönündeki uyarısına rağmen öğretmen Akça işlemini geri almamış. Coşkun ise 8 Ekim 2008’de internetteki sonuçlar listesinde kaydının olmadığını görünce Akça’nın uygulamasından ötürü böyle bir sonuçla karşılaştığını anlamış. Coşkun konuyu Eskişehir 2. İdare Mahkemesi’nde yargıya taşıdı. Öğrencinin sınavlarda uyarılmasına karşın sınav görevlilerinin talimatlarına uymadığını belirten İdare Mahkemesi, “Hukuka aykırılık yok” diyerek öğretmen Akça’nın uygulamasını savunmuş. İdare Mahkemesi’nin kararını bozan Danıştay 8. Dairesi, Anayasanın “Eğitim ve öğrenim hakkı” başlığını taşıyan 42’nci maddesinde kimsenin eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamayacağına atıf yaptı.

Bunlar iki farklı kategoriyi temsil eden örnekler. Birinde hizmet vermek diğerinde hizmet almak hedefleniyor. Biri mesleki diğeri eğitim ortamına ait aynı dairenin sonuçlandırdığı iki karar. Devam edeceğiz inşallah.

 

Başörtüsü kararı (II) 

01 Şubat 2013 Cuma 00:38

,

Danıştay’ın başörtülü avukat yani kamu çalışanı ve öğrenci yani hizmet alanı hakkında aldığı iki farklı ve fakat benzer, başörtülüyü taraf alan iki kararından söz ediyorduk. Bunlar iki farklı kategoriyi temsil etmesine rağmen başörtülülerle ilgili olması ve aynı yargı merkezinden çıkması sebebiyle ortak bir paydada birleşiyor. Bizim devlet geleneğimiz şimdiye kadar devletçilik esası itibariyle devleti önceleyen bir sistem oluşturması yönündeydi. Evet, hiç şüphesiz insanların yani vatandaşların hak ve özgürlükleri olabilirdi ancak bu hak ve özgürlükler devletin hak ve özgürlüklerinin sınırlarına gelinceye kadar sınırlıydı.

Devletin hakları olur mu, demeyiniz. Bizim siyasi kültürümüzün öne sürdüğü devlet anlayışı kendi hayatını onu oluşturan, ona işlevsellik sağlayan halk yani bireylerden bağımsız olarak sürdürmesidir. Bu demektir ki devlet aynı bir vatandaş gibi, ama hiç şüphesiz büyük ve güçlü olması sebebiyle ondan çok daha fazla etkindir. Devlet konuşur, fikir beyan eder ve düşüncelerini aksiyona geçirir. Demokratik toplumlarda bütün bunların vatandaşların yaptığı seçimlerle paralel olmasını ve hatta devlet makinesinin hiç de bu kadar çok konuşmaması, fikir beyan etmemesi, ettiğinde de insandan “yana” bir tavır sergilemesi düşünülür. Ancak bizimkisi gibi gelişimini henüz tamamlamamış toplumlarda, bir de üstelik periyodik anlamda demokrasi dışı güçler tarafından “dürtülen,” darbelerle çekidüzen verilen toplumlarda işler böyle yürümez. Devlet kendini koruma refleksi ile bir oraya saldırır, bir buraya.

Düşününüz, devletin manevi şahsiyetine hakaret diye bir suçu bile içinde barındırabiliyor böyle sistemler...
Hal böyleyken bizde şu olmuştur: başörtülü kadın devlete tehdit telakki edilmiştir. Bu şimdiye kadar böyleydi, değiştirmek istenen başörtülü kadının bu stigmadan kurtulması ve diğer vatandaşlar gibi hizmet verip alabilmesi. Bu anlamda atılması gereken adımlar, geri dönüşü olmayan bir güvence sağlanabilmesi için tek değil, birden fazla. Danıştay’ın iki kararı da örneklik teşkil edecek nitelikte. Ancak bir başka Danıştay dairesi veya üst mahkeme konuya farklı yaklaşır ve geri döndürürse faydası da yok.
O zaman yapılması gereken köklü değişikliğin Anayasal anlamda yapılması gerekmektedir. Burada da özgürlük alanının genişletilebilmesi için atılacak adımlar birden fazla. Birincisi Anayasa’da yazılı laiklik hükmünde yapılacak değişiklik. Bu laiklik tanımı Türkiyeyi boğuyor. Bunu aşabilmek için laikliğin yeniden tanımlanması gerekiyor. Sarih bir laiklik tanımlaması gerekiyor.

Bu tanımlama laikliğin bütün özelliklerini kapsayacak şekilde detaylı olmalıdır ki bir oraya bir buraya çekilmemelidir. İkinci atılması gereken adım, temel hak ve özgürlüklerin pratik edilmesinin engellenmesi halinde karşılaşılacak cezai hükümlerle alakalı. Başörtülü bir kadının hizmet alma veya hizmet verme hali mi engellendi, bu durumda fail caydırıcı cezai hükümlerle karşı karşıya kalmalı. Cezanın caydırıcılığı oranında etkin olacaktır temel hak ve özgürlüklere duyulacak saygı. Kimileri gönüllü olarak, içlerinden gelerek saygı duyamıyorlarsa başörtülü kadınlara, bu onlara “öğretilmelidir” ki cezanın ölçüsü de buna vesile olur. Son olarak, belki ayrı bir madde veya ikincinin bir alt kademesi olarak da kabul edilebilir, bu ülke insanına nefret suçları konseptinin yerleştirilmesi için gereken Anayasal değişiklikler devreye sokulmak durumundadır.

Zira nefret suçları en temelde vatandaşlar arası eşitsizliği yeni baştan üretir, kökleştirir. Nefret suçları başörtülü kadınların, CHP’li Güler’in sözlerinden anlaşılacağı üzre Kürt kökenli vatandaşların, gün be gün yaşadığı bir gerçek. O zaman bu nefret suçlarının sadece vatandaş eliyle değil aynı zamanda devlet eliyle işlenmesinin de önünün kesilmesi gerekir. Bu da ancak anayasal değişiklikler çerçevesinde bu kavram yerleştirilerek olur.



Neden yanlış

07 Aralık 2012 00:13

,

Okullarda kılık kıyafet konusuna devam edelim. Neden yanlış onu izah etmeye çalışayım. Şu doğru bir argüman: önlük -ki bizim zamanımızda kapkara önlüktü, sonra çocuklarımız büyüdü o zaman da çirkin mi çirkin bir tonuna döndü mavinin- stalinist, leninist rejimlerin simgesi olarak kaldı dünyada. Neydi bu?

İnsanlar arası eşitsizliği ortadan kaldırmak adına öğrenci kitlesinin aynı şekilde giyinmesiydi. Bunu savunan zihinlerin ürettiği ulus devletlere baktığınızda önlükle sağlanan benzeşim ve sonrasında gelen tektipleştirmeyi hayatın başka aşamalarında da görürdünüz.

Şöyle ki devletin müdahalesiyle kitleler aynı şartlarda hem sosyal hem ekonomik hem de siyasi anlamda benzeştirilmeye çalışılırdı. İtirazı olan cezalandırılır, böylece güruhlar boyun eğmeye mecbur bırakılırdı. Türkiye’de “kara” çarşaf aleyhine konuşulur, okullarda onun eğitimi verilir ama “kara” önlüğe tek bir laf edilmezdi.

Çünkü ikinci Cumhuriyet’in bir getirisi olarak görülürdü. Malum bizim kemalistler zaman tünelinde dönüp kalmışlardır. Onlar Atatürk’ün doğum yılı kabul ettikleri 1919 yılı ile olsa olsa en fazla haydi diyelim ölüm yılı olan 1938 arasında yaşarlar. Daha ötesi yoktur onlar için.

Onun için de o günlere özlemle kıvranırlar. O döneme atıf bir gerekliliktir ve Türkiye’yi o günlere geri götürmek isterler. Dünya değişir, ortam değişir, çünkü şartlar ve insanlar değişir, algılar değişir. Kara-mavi önlük de o günleri temsil eder halde zaman tünelinde katılaşır.

Şimdi hükümet bu eskiye ait tektipleştirici öğeyi yıkmaya çalışıyor. Daha özgürlükçü bir Türkiye mottosuna uygun olarak tektipleştiricilikten arınmış bir eğitim anlayışı benimsemeye çalışıyor. Bunun görsel izdüşümü de okullara kıyafet serbestisi getirmekle oluyor.

Oluyor da bir bakıyoruz bunun bedeli başörtüsü yasağının bir kere daha altının çizilmesiyle oluyor. Bu neden diye soruyoruz haklı olarak ve halk olarak şimdi. Hürriyet alanını genişletmek adına bir adım atılıyor ve onun içinden tek bir şey çıkartılıyor o da başını örtme hürriyeti.

Bu nasıl oluyor diye anlamaya çalışıyoruz şimdi de bir türlü başaramıyoruz. Bu ülkenin en büyük en temel sorunları listesinin en tepesinde toplumun ideolojik olarak bölünmüşlüğü yatar. Bunu herhalde ispat etmemize gerek yok, hepimiz bu konuda hemfikiriz, zira.

Bu kamplaşma da din eksenli bir bölünmedir değil mi. Öyledir. Onyıllar boyunca iki Türkiye oluşturulmuş, birbirini tanımayan, birbiriyle hiç bir iletişimi olmayan, olacaksa minumum düzeyde tutulan, bu minimumluk da hiyerarşiklik içinde gelişen bir yapı ile süregelmiştir.

Öteki Türkiye’nin zenci Türkleri de böylece doğmuştur. Şimdi Beyaz Türklerin elinde daha çok değil sadece onbeş sene önce gibi kısa bir geçmişte, 28 Şubat 1997’de mağdur edilen, üzerlerinden tanklar geçirilen, buldozerlerle ezilen bir kadro gelip diyor ki herşey serbest ama başörtüsü değil.

Yanlış. Yanlış. Yanlış. Varlık anlayışları adına yanlış. Dünyanın gittiği yön adına yanlış. Türkiye Cumhuriyeti’nin gitmek istediği yön adına çok yanlış. Hiç bir tutulur tarafı yok yani. Peki neden başörtüsü yasağına sahip çıkıyor hükümet? Cevabını bilemediğimiz soru da bu zaten.

Bakın Milli Eğitim Bakanı Dinçer ne demiş basına: Dinçer, okullarda kıyafet serbestisiyle “türbanın önünün açıldığı” eleştirilerini nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine de şunları söyledi: “Eğer okullarda başörtüsünü serbest bırakmak istesek, hükümetimizi şimdi bunu yapmaktan alıkoyan şey ne?”

İsteseydik yapardık’a getiriyor yani. AK Parti istemiyor diyor yani.

Rezalet!

30 Kasım 2012 00:49

,

Başka bir sözle, sözcükle ifade edilebilir mi? Durumu daha iyi tasvir eden başka bir sıfat olabilir mi? Belki korkunç. Veya vahim. Sözün bittiği bu yerde hükümetin ne yapmak istediğini anlayamaz durumdayız.

AK Parti eliyle kemikleştirilen bir başörtüsü yasağı ile karşı karşıyayız. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okul öğrencilerinin kılık ve kıyafetlerini dair yönetmelik Salı günü Resmi Gazete’de yayınlandı. Başını örtmek bu ülkede yine yasaklandı! Bu, şu ülkede kemalist zihniyetin yapamadığını yapmaktır.

Onların bıraktığı yerden devam etmektir. Ecevit’in taşıdığı meşaleyi Ömer Dinçer’e devretmesidir. Bu nasıl bir şeydir. “Ayıptır yazıktır günahtır.” Maksat kime yaranmaktır? Anlamak mümkün değildir!

Başbakan Erdoğan’ın kendi muzdarip olduğunu millete reva görmektir. Muhtar bile olamaz diyenler İmam Hatipliliğine sığınıyorlardı da muhtar şöyle dursun o başbakan olmuştu değil mi. Şimdi başörtüsünü sadece İmam Hatiplilere serbest kılmak, “başını örteceksen o zaman İmam Hatipli olacaksın” demek değildir de nedir!

Başörtülü olan olsa olsa ancak İmam Hatipli olur demek değildir de nedir! Bakan Dinçer bangır bangır bağırıyor: hayır başörtüsü serbest değil! Bununla mı övünüyor?! Bununla mı gurur duyuyor?! Bu kompleks nedir ve nasıl izah edilir! Her şey serbest, bir başörtüsü değil! “hayır! Başörtüsü serbest değil!” Merak etmeyin “başörtüsü serbest değil!” mi demektir!

Bununla kime mesaj yollanıyor, ne yapılmak isteniyor! Kıyafet serbest ama başörtüsü değil! Bu hangi akıl ve izanla izah ediliyor?! Zalim o olmuş bu olmuş, zalim zalim olduktan sonra “bizden” olmuş fark mı ediyor!

Şimdi bizim ne dememiz lazım...

Bugünleri de mi görecektik! Her konuda açılım, konu başörtüsü olunca hep geri adım! Kürtlere açılım, Alevilere açılım, azınlıklara açılım, laiklere bol bol açılım, öyle ki dünün 28 Şubatçılarını etrafımıza toplayalım, her daim onlarla görüntü verelim, ama başörtüsüne gelince kimse endişe etmesin “başörtüsü hâlâ yasak!” öyle mi...

Ak Parti’ye bir haller oluyor...

ne oluyor bilmiyorum ama iyi olmuyor. Bu ilk değil. Anayasa değişikliklerine hazırlık aşamasında çalışma yapan AK Parti Kadın Kollarından çıkan karar da bu o kadar rezaletti! Hatırlayacaksınız geçtiğimiz mayıs ayında AK Partili kadınlar “Kadın Bakış Açısıyla Yeni Sivil Anayasa Çalıştayı” kapsamında bir çalışma yürüttü. Bunun sonuncunda hükümete tavsiyede bulundu.

Çıkan karar başörtülülerin hakimlik, öğretmenlik ve polislik gibi meslekleri icra etmemesi gerektiği yönündeydi. Nasıl olduysa aşağı kademelerde hazırlığı yapılan bu çalışmada önce karar, başörtüsü her yerde serbest olmalı yönündeyken, partinin üst kademelerine çıktıkça, çalışmanın sonuçları basın önünde açıklanır hale gelinceye kadar bir yerlerde değiştirildi ve sonuç olarak AK Parti eliyle Oryantalist değerlerin savunulduğu bir başörtüsü yasağı kararı çıkartıldı.

Şimdi bu da oldu ikinci! Dediğim gibi, Ak Parti›ye bir haller oldu. Hayırlı olsun (!) Ahiret derdi olan düşünsün!


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam228
Toplam Ziyaret3766413
VİDEOLAR
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.185534.3225
Euro37.021537.1698
Takvim