Toplumda Yardımlaşma ve Dayanışma Ruhunu Canlı Tutan İbadet
Dinî bayramlarımızdan olan Kurban Bayramı'nın arefe ve bayram günleri, İslâm dünyasının en seçkin günleridir. Çünkü arefe günü dünyanın her tarafından gelen hacı adayları; Mekke'deki Arafat alanında toplanarak, Allah'a yönelmekte ve O'ndan af ve bağış dilemektedirler. Oradaki bu manzara, İslâm'ın birlik ve kardeşliğe verdiği önemin bir simgesidir.
Dinî bayramlarımızdan olan Kurban Bayramı'nın arefe ve bayram günleri, İslâm dünyasının en seçkin günleridir. Çünkü arefe günü dünyanın her tarafından gelen hacı adayları; Mekke'deki Arafat alanında toplanarak, Allah'a yönelmekte ve O'ndan af ve bağış dilemektedirler. Oradaki bu manzara, İslâm'ın birlik ve kardeşliğe verdiği önemin bir simgesidir. Diğer taraftan malî bir ibadet olan ve sosyal yardımlaşmayı sağlayan "Kurban" da bu günlerde yerine getirilmektedir.
Sözlükte; yaklaşmak, yakınlık peyda etmek anlamına gelen kurban, dinî terim olarak; ibadet niyetiyle kurban kesme günlerinde, belirlenmiş bir hayvanı Allah rızası için kesmektir. Buna "Udhiyye" de denir.
Mezheplerin çoğuna göre udhiyye kurbanın hükmü sünnettir. Hanefi fıkhında tercih edilen görüş ise bunun vacip olduğudur. Kurban ibadeti, Hicretin ikinci yılında eda edilmeye başlanmış ve Hz. Peygamber de vefatına kadar on yıla yakın bir süre hep Kurban (udhiyye) kesmiştir.(1)
Kurban ibadetinin tarihi oldukça eskidir. Hemen bütün semavî dinlerde kurban kesmek, insanı Allah'a manen yaklaştıran ve ulaştıran bir ibadet sayılmıştır. Biraz önce de belirttiğimiz gibi kurban, "kurbet" yani Allah'a yakınlık manasına gelmektedir.
Hz. Adem'in iki oğlunun kurban kesmelerinin Kur'an-ı Kerim'de söz konusu edilmesi, bu ibadetin ne kadar eskilere gittiğini gösterir. Konu ile ilgili olarak ayette şöyle buyrulmaktadır: "Ey Muhammed! Onlara Adem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat! İkisi birer kurban sunmuşlardı da birinin ki kabul edilmiş; diğerinin ki ise kabul edilmemişti...''(2)
İslam'daki kurban ibadetinin Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ile de yakın ilgisi vardır. Şöyle ki: Hz. İbrahim, bir oğlu olursa, Allah yolunda onu kurban edeceğini adamıştı. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra oğulları olmuş, fakat o, adağını unutmuştu. Rüyadakendisini, oğlu İsmail'i kurban ediyor görünce, adağını hatırlamıştı. Konuyu oğlu İsmail'e açmış, oğlu da bu emre büyük bir teslimiyyet göstermişti. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır: ''(İsmail) babası İbrahim'le birlikte yürüyüp gezecek çağa gelince: 'Ey oğulcuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin? Dedi. (İsmail'de): Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse beni sabredenlerden olduğumu göreceksin' dedi. Böylece ikisi de Allah'a teslimiyyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca, Biz:
-Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın, işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırırız'' diye seslendik. Doğrusu bu apaçık bir deneme idi. Ona, fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik. Sonra gelenler için de 'İbrahim'e selam olsun' diye ona iyi bir ün bıraktık. İşte biz iyileri böylece mükafatlandırırız.''(3)
Çok eski zamanlardan beri sürüp gelen kurban geleneği hatta insanları kurban etme inancı Hz. Peygamber'in zamanına kadar devam etmiş, Abdülmuttalip, oğlu, Hz. Muhammed'in babası Abdullah'ı kurban etmeye teşebbüs etmiş, sonra vazgeçmişti. Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz: ''Ben iki kurbanlığın çocuğuyum.'' (4) buyurmuştur. Kurban, gerek fert gerekse toplum açısından çeşitli yararlar taşıyan malî bir ibadettir. Kişi kurban kesmekle Allah'ın emrine boyun eğmiş ve kulluk bilincini koruduğunu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur. Mü'minler her kurban kesiminde Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail'in Yüce Allah'ın buyruğuna mutlak itaat konusunda verdikleri başarılı sınavın hatırasını tazelemiş ve kendilerinin de benzeri bir itaate hazır olduğunu sembolik davranışla göstermiş olmaktadırlar.
Kurban, toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Özellikle et satın alma imkanı hiç bulunmayan veya çok sınırlı olan yoksulların bulunduğu ortamlarda onun bu rolünü daha belirgin biçimde görmek mümkündür. Zengine malını, Allah'ın rızası, yardımlaşma ve başkalarıyla paylaşma yolunda harcama zevk ve alışkanlığını verir, onu cimrilik hastalığından, dünya malına tutkunluktan kurtarır. Fakirin de varlıklı kullar aracılığıyla Allah'a şükretmesine, dünya nimetinin yeryüzündeki dağılımı konusunda karamsarlık ve düşmanlıktan kendini kurtarmasına ve kendini toplumun bir üyesi olarak hissetmesine vesile olur.
Ramazan Bayramı'nda fıtır sadakası, Kurban Bayramı'nda etle günlük rızık temin etme kaygısından kurtarılan fakirlerin, bir neşe ve sevinme günü olan bayramlara gerçekten ve gönülden katılmaları sağlanmış olur. Allah rızası ve fakirlere et ikramı şartları yerine getirilirse; bundan sonra, kurbanın etinden çoluk-çocuğun yediği kısım içinde insan sevap alır.
Kurban Bayramı sebebiyle milyonlarca hayvanın boğazlandığını ve geniş çapta mal varlığına kıyıldığını ileri sürüp, kurban kesmenin ekonomik bakımdan sakıncalı olduğunu söyleyenler bulunabilir. Ancak, kesilen kurbanların, tırnaklarına varıncaya kadar en küçük parçasını zayi etmemek pekala mümkündür, genellikle böyle de olmaktadır. Ayrıca, kurbanların kesildiği ayda kasapların kestikleri hayvanların sayılarında bir azalma olmaktadır. Zenginler her zaman et yediklerinden, kurban kesimi suretiyle et tüketiminde meydana gelen artış, daha ziyade, ya hiç et yüzü görmeyen fakirler veya yeterince et yiyemeyen orta tabaka lehinde olmaktadır. Zaten meselenin sosyal adalet ve yardımlaşma cephesi de budur.
Diğer taraftan, kurban kesme geleneğinin, besiciliği teşvik ettiği, işsizlere iş sahası açtığı, pazarlara hareket getirdiği, zenginlere kurban satan fakirlerin ve orta hallilerin durumlarının iyileştiği bir gerçektir.
Tekbir getirilerek kurban kesenlerle hacılar arasında bir benzerlik vardır. Mekke'ye gidemeyenler, bu suretle hacıların ulvî duygularına ortak olurlar, aynı hayatın bir örneğini yaşarlar.
Kur'an-ı Kerim'de: "Onların (kesilen kurbanların) ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece (iyi duygu ve niyetiniz) ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı, Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele.''(5) buyurulmaktadır. Buna göre kurban ibadetinde önemli olan, sadece kanı akıtmak veya et yemek yahut da dinî bir geleneği yerine getirnek değil, Allah rızası için maksadı ve hikmeti tahakkuk ettirecek şekilde kurban kesmektir.(6) Kesim işlemi tamamlandıktan sonra çevre temizliğinin iyice yapılması, hayvanın artan parçalarının toprağa derince gömülmesi, mümkün olduğu ölçüde dışarıda hiçbir parçanın bırakılmaması gerekir. Bu husus, kurbanlık hayvana ve kurban ibadetine karşı gösterilecek saygının bir gereği olduğu gibi, özellikle büyük şehirlerde ve kalabalık yerleşim birimlerinde sağlık kuralları ve çevre temizliği açısından da son derece önemlidir.Kurban kesmenin ve etini ihtiyaç sahiblerine dağıtmanın ecrini, çevre kirliliği meydana getirerek ve kul haklarını ihlal ederek azaltmamak gerekir.
Kurban bayramına yaklaştığımız şu günlerde, halkımızdan, kurban ile ilgili pek çok soru gelmektedir. Bunlardan önemli gördüğümüz bazı sorularla, bunların cevaplarını burada zikretmek istiyorum.
Kurban kesme yükümlülüğünün şartları nelerdir?
Bir kimsenin kurban kesmekle yükümlü sayılması için bulunması gereken şartlara vucub şartları denilir. Kurban kesmenin sünnet olduğunu söyleyenlere göre ise bunlar sünnet oluşun şartlarıdır. Bir kimsenin kurban kesmekle yükümlü olabilmesi için şu şartlar aranır:
a) Müslüman olmak
b) Akıllı ve ergenlik çağına girmiş olmak
c) Yolcu olmamak, yani mukim olmak
d) Dinen zengin olmak.
Buradaki zenginlikten maksat; kişinin temel ihtiyaçlarından başka 80.18 gr. altın veya bunun kıymetinde mal veya paraya sahip olması demektir. Zekattaki zenginlik ölçüsü ile, kurbandaki zenginlik ölçüsü aynı olmakla beraber, zekatta olduğu üzere, malın artıcı olması şart olmadığı gibi, üzerinden bir yıl geçmiş olması da gerekmez. Daha önce fakir iken, kurban kesme günlerinde, biraz önce bahsedilen zenginlik ölçüsüne ulaşan kimse, kurban kesmekle yükümlü olur.
Ailede bir kişinin kurban kesmesi yeterli mi? yoksa tüm aile fertlerinin kurban kesmesi gerekir mi?
İslâm dininde; ailede "mal birliği değil", "mal ayrılığı" prensibi vardır. Yani bir aile içinde de olsa, herkesin malı kendisine aittir. Bir kimse, babasının, eşinin veya oğlunun servetiyle zengin sayılamaz. Baba fakir olduğu halde oğlu; koca fakir olduğu halde karısı zengin olabilir. Bu bakımdan, aile içinde, diğer şartlarla beraber kimler dinen zengin sayılırsa, sadece onlar kurban kesmekle yükümlü olurlar. Hepsi zengin sayılırsa, her birinin, ayrı ayrı kurban kesmesi gerekir. Aile içinde zengin sayılan kimse yoksa, hiç biri kurban kesmekle yükümlü olmaz.
Hangi hayvanlardan kurban olur ve kurbanlık hayvanda bulunması gereken özellikler nelerdir?
Kurban; koyun, keçi, sığır, manda ve deveden olur. Bu hayvanların erkekleri kurban edilebileceği gibi, dişileri de kurban edilebilir. Bunlardan devenin beş, sığır ile mandanın iki, koyun ile keçinin bir yaşını doldunnuş olmaları gerekir. Ancak, koyunun semizlik ve gösteriş olarak bir yaşındakilerle aynı olması halinde altı ayını tamamladıktan sonra kurban edilebilir. Tavuk, kaz, ördek, deve kuşu, ceylan gibi hayvanların kurban olarak kesilmesi geçerli değildir. Koyun ve keçi sadece bir kişi için; deve, sığır ve manda ise yedi kişiyi aşmamak üzere ortaklaşa kurban olarak kesilebilir. Yedi kişiyi geçmemek şartıyla , ortakların tek veya çift olmalarında bir fark yoktur.
Bir hayvanın kurban olmasına engel olan kusurlar nelerdir?
Kurbanlık hayvanın, kurban olmaya engel bir kusurunun bulunmaması gerekir. Kurban edilecek hayvanın sağlıklı, düzgün, azaları tamam, besili olması hem ibadetin gaye ve mahiyetine, hem de sağlık kurallarına uygun düşer. Kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve düşkün, bazı azaları eksik, mesela bir veya iki gözü kör, kulakları ve boynuzları kökünden kesilmiş, dili kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu dökülmüş, kuyruğu ve memesi kesik hayvanlar kurban olmaz. Ancak hayvanın doğuştan boynuzsuz, şaşı, topal, biraz hasta, bir kulağı delinmiş veya yırtılmış olmasında kurban açısından bir sakınca yoktur.
Kurbanlık hayvanın canlı olarak tartılıp kilogram fiatı üzerinden anlaşarak veya kesildikten sonra eti tartılarak fiyatının belirlenmesi ile satın almak caiz midir?
Tane hesabı ile satın alınan hayvanın kurban edilmesi caiz olduğu gibi; alıcı ve satıcı arasında, sonunda anlaşmazlık çıkmamak şartı ile, bedeli kesildikten sonra, etinin beher kilosu için taraflarca önceden belirlenen fiyattan ödenmek üzere satın alınan hayvanın kurban olarak kesilmesi; yine, canlı olarak tartılıp beher kilosu için takdir edilen bedel karşılığında satın alınan hayvanın kurban edilmesi de caizdir. Kurbanlık hayvanın taksitle veya visa kartı ile satın alınmasında da bir sakınca yoktur.
Kişinin kurbanını bizzat kendisinin kesmesi veya kesilirken başında bulunması gerekir mi? Bu iş için bir kimseyi ya da resmi veya özel bir hayır kurumunu vekil edebilir mi?
Kurban kesmekle yükümlü olan kişinin, keseceği kurbanı bizzat satın alması, kendisinin kesmesi veya kesilirken yanında bulunması -kurbanın sahih olması için-gerekli değildir. Bunlar vekalet yoluyla da yapılabilir. Çünkü kurban malî bir ibadettir. Malî ibadetlerde vekalet caizdir. Hiçbir mazeret olmadan da, kişi kendi adına kurbanını satın alıp kesmek üzere güvendiği bir kimseyi vekil tayin edebilir. Vekil, hakiki şahıs olabileceği gibi, hükmî şahıs, yani özel veya resmi bir kuruluş da olabilir. Buna göre, yurtiçinde veya yurtdışında bulunan kimselerden, isteyenlerin, önceden bedelini ödeyerek, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı'nın müşterek organizesiyle, vekaleten kurbanlarını kestirmeleri ve bu kurbanların etlerinin yurtiçi veya yurtdışındaki muhtaç dindaş ve soydaşlara ulaştırılması dinen caizdir.
Kadın Ve Ehl-i Kitap, Kurbanlık Hayvanı Kesebilir mi? Ve Kestikleri Yenir mi?
Bir müslümanın, erkek olsun kadın olsun usulüne uygun olarak kestiği hayvanların eti yenir. Yine ehl-i kitap olan, yani peygamberlerden ve semavi kitaplardan birine inanmış olan (Yahudi, Hıristiyan) ların kestikleri hayvanların etleri de yenir. Bu bakımdan, müslüman bir kadının yahut ehl-i kitap kadın veya erkeğin kurbanlık hayvanı kesmesi caizdir. Bunların kestikleri kurbanın eti de yenir. Ancak, kurban, bir ibadet olduğundan -imkan varsa- onu müslümanın kesmesi daha uygun olur.
Kurban etinden, müslüman olan komşulara hediye etmek caiz olduğu gibi, müslüman olmayan komşulara da vermek caizdir.
Kurbanın derisi satılabilir mi?
Kurbanın derisini seccade veya evde kullanılacak bir şey yapmak caiz olduğu gibi, bir fakire veya hayır işlerine hizmet eden bir kuruluşa vermek de caizdir. Kurbanın derisi, kurbanın bir parçası olduğundan, satılması caiz olmadığı gibi, kurbanı kesene kasap ücreti olarak verilmesi de uygun değildir.
Ölü kurbanı diye bir şey var mıdır?
Bilindiği gibi, ölen bir kimsenin dini yükümlülükleri sona erer. Bu itibarla ölü kurbanı diye bir şey söz konusu değildir. Ancak, bir kimse, ölmüş bulunan anne veya babasına yahut diğer yakınlarına sevabını bağışlamak üzere, çeşitli hayır kurumlarına, fakir ve muhtaç kişilere yardımda bulunabileceği gibi, kurbanda kesebilir. Ölen kimsenin kendisi için kurban kesilmesine dair vasiyyeti yoksa, bu kurban etini fakirler yiyebileceği gibi, kurban kesen kimse ve zenginler de yiyebilir. Ölenin vasiyyeti varsa, tamamen fakirlere yedirilmesi veya dağıtılması gerekir. Böyle bir kurbanın etinden kurban kesen mirascılar ve dinen zengin sayılanlar yiyemezler. Ölen kimsenin vasiyyeti olmaksızın, sevabı onun ruhuna bağışlanmak üzere kesilen kurbanın herhangi bir zamanda kesilmesi caiz ise de, kurban kesme günlerinde kesilmesi daha faziletli ve daha sevaplıdır. Ölenin vasiyyeti gereğince kesilen kurban ise ancak, kurban kesme günlerinde kesilir. Vasiyyeti yoksa ölen kimse için mirascılarının kurban kesmesi gerekmez.
Teşrik tekbirleri nedir? Kurban kesmeyenlerde teşrik tekbirlerini getirir mi?
Bilindiği üzere kurban bayramı, kamerî aylardan Zilhicce'nin onuncu günü başlar ve dört gün devam eder. Bayramın dört gününe, Arefe günü de ilave edilince bu beş güne ''Eyyamı Teşrik'' denilir ki, ''Tekbir Günleri'' demektir. Bu tekbirlere de ''Teşrik Tekbirleri'' denir. Teşrik tekbiri farz namazların peşinden şöyle alınır: "Allahu Ekber, Allahu Ekber, La İlahe İllallahu vallahu Ekber, Allahu Ekber Velillahilhamd'' Arefe gününün sabah namazından itibaren bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmiüç vakit farz namazlarının peşinden, selamdan sonra bu tekbiri; bir defa getirmek vaciptir.
İster cemaatle, ister yalnız başına namaz kılan, kurban kesen veya kesmeyen yolcu olan veya olmayan kadın-erkeğin, farz olan her namazın peşinden Teşrik tekbirlerini getirmeleri gerekir.
Kurban Bayramını idrak etmek üzereyiz. Bu bakımdan biraz da Bayramların dinî ve millî hayatımızdaki öneminden bahsetmek yerinde olur.
Ötedenberi her toplumun ve din mensuplarının bayramları olagelmiştir. Bayram, neşe ve sevinç günü demektir. Belli günlerde, süslenmek, neşelenmek ve eğlenmek suretiyle dinlenmek, sıkıntıları atarak rahatlamak, üzüntüleri bırakıp topluca hoş vakit geçirmek bir ihtiyaçtır.
Bayramların millî ve dinî duyguların, inanışların pekişmesi, taze ve canlı tutulması fonksiyonu yanında, toplumun birlik ve beraberliğini sağlamada ve bunun bireylerin bilincinde yer etmesinde de büyük önemi vardır. Gerçekten dinî bayramlar, insanlar arasında kaynaşmanın, dostlukları ve ahbaplıkları ilerletmenin bir yolu olarak belli bir öneme sahip oldukları gibi, dinî his ve şuurun sosyal boyutta tazelenmesinin de bir vesilesidir.
Bayramlar, sosyal dayanışma ve barış şuurunun fertlere kuvvetle hakim olduğu günlerdir. Dargınların kucaklaşması, aralarında kin ve nefret bulunan kabile, aile ve şahısların, düşmanlık ve husumet duygularının sevgiye dönüşmesi, küçüklerin büyüklere saygı, büyüklerin küçüklere sevgi göstermesi, hastaların ziyaret edilmeleri, verilecek küçük hediyelerle çocukların gönüllerinin alınması, hısım ve akrabanın bir kere daha yeniden kaynaşması, genellikle bayram günlerinde mümkün olmaktadır.
Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiklerinde, Medinelilerin eğlendikleri iki günleri vardı. Hz. Peygamber: "Bu günler nedir? Diye sorduğunda Medineliler: Biz cahiliyetten beri bu günlerde eğleniriz'' dediler. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz: "Allah size, o iki gün yerine daha hayırlı iki bayram vermiştir.'' (7) buyurmuştur. O günden beri kutlanagelen bu iki bayram, müslüman milletlerin aynı zamanda millî bayramları yerine de geçmiştir.
Bayram günleri mutlak ve halis ibadet günü olmadığı gibi, katıksız eğlenme günü de değildir. Bu iki hususu bir arada toplayan günlerdir. Bayramları, ibadet ve taatten tecrit edip, sadece oyun, eğlence, zevk ve safâ günü olarak anlamak yanlış olduğu gibi, meşru oyunlardan ve mübah eğlencelerden tecrit edip, sırf bir ibadet ve taat günü olarak anlamak da hatalıdır. Çünkü insanın manevî varlığı yanında, maddî varlığının da beslenmeye ihtiyacı vardır. İbadet ve taatlarla ruh ve kalp gibi manevî varlığımız tatmin edildiği gibi çeşitli ikram ve ziyafetlerle, belli ölçüler içinde yapılan meşru oyun ve eğlencelerle de maddî varlığımız tatmin edilmiş olur. Meşru sınırlar içinde yapılan oyun ve eğlenceler, bayramların özünde mevcuttur. Nitekim Hz. Peygamber, bir bayram günü habeşliler tarafından oynanan kalkan ve mızrak oyununu Hz. Aişe ile birlikte seyretmiş; yine Hz. Aişe'nin hane-i saadette muğanniye kızlara bazı ezgiler söyletmesine ses çıkarmamıştır.(8) Ancak şurası unutulmamalıdır ki, herşeyin ifradı olduğu gibi oyun ve eğlencenin de ifradı iyi değildir. Bu sebeple oyun ve eğlence konusunda ölçülü hareket etmek, meşruiyet ve cevaz sınırlarına dikkatle riayet etmek gerekir. (9)
Bayram günlerinde annemizin-babamızın ellerini öpüp hayır dualarını almalıyız. Kur'an-ı Kerim'de, Yüce Allah'a ibadetten sonra, anne-babaya saygı ve iyilik emredilmiş, onlara karşı ''öf '' bile demek yasaklanmıştır. (10) Akraba ve komşularla tebrikleşerek karşılıklı sevgi ve saygı duygularımızı aktarmalıyız. Karşılaştığımız herkese selam vermeli, tanıdığımız ve tanımadığımız kimselerin bayramını kutlamalıyız. Tanıdıklarımızı ziyaret ederek, hatırlarını sormalı ve gönüllerini almalıyız. Hastahanelerde ve evlerde yatan hastaları görmeli, şifa dileklerimizi sunmalıyız. Yetimlerin ve kimsesiz çocukların başlarını okşamalı, onlara anne ve baba gibi davranmalıyız. Çevremizdeki yoksullara ve bakıma muhtaç çocuklara yardım ellerimizi uzatmalı, onların da bayram sevinci yaşamalarını sağlamalıyız. Bizden dua bekleyen ölülerimizin mezarlarına giderek ruhlarını şâd etmeliyiz. Tanıdıklarımızdan dargın olanları barıştırmaya çalışmalı ve aralarını bulmalıyız. Çocuklara hediyeler dağıtmalı ve onları sevindirmeliyiz. Her zaman olduğu gibi, bayram günlerinde de yüce dinimizin emrettiği şekilde çevremizdeki insanlara iyi davranmalı, incitici ve zarar verici davranışlardan sakınmalıyız. Bütün bunlar, toplum fertlerini birbiriyle kaynaştırarak millî birlik ve beraberliğin sağlanmasında; devleti ve milleti rahatsız eden ayrılık ve düşmanlıkların bertaraf edilmesinde etkili olan hususlardır.
1- Bkz. Tirmizî, Edâhî, 11, Hadis No: 1507.
2- Mâide, 27.
3- Saffât, 102-110.
4- Aclûni, Keşfül-Hafâ, c. 1, s. 109.
5- Hac, 37.
6-Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ, İslâm'da Emir ve Yasakların Hikmeti, TDV Yayını, s. 99, 100, 101.
7- Ebû Dâvûd, Sâlât, 245; Nesâî, Sâlâtü'l-İdeyn, 1; Tecrîd-i Sarih Tercemesi, c. 3, s. 157.
8- Bkz. Buhârî, İdeyn, 3; Müslim, İdeyn, 16.
9- ULUDAĞ; a.g.e, s. 101, 102, 103.
10- İsrâ, 23.