11.sınıf Türk Edebiyatı Ders Notları
YENİLEŞME DÖNEMİ
http://www.halilakpinar.net
1. Osmanlı Devleti'ndeki yenileşme hareketleri 17. yüzyılın sonundaki Karlofça Antlaşması (1699) ile başlamıştır.
Tanzimat devrine gelinceye kadar ülkede bazı yenilik hareketlerine girişildi. Ancak bunlar planlı programlı çalışmalar olmadığı için, sadece yeniliği başlatan devlet adamının yaşamıyla özdeşleşti. Yenilikçi kişinin ölümü ile yenilikler de ortada kaldı.
Paris ve Londra elçiliklerinde bulunmuş olan Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nda Tanzimat Dönemi olarak tarihe geçecek bir olayı başlatmıştır.
3 Kasım 1839'da Gülhane Hatt-ı Hümayunu adı verilen bir belgeyi devlet ileri gelenlerinin, yabancı elçilerin, halkın önünde okumuştur.
"Tanzimat ", düzenlemeler demektir. Her alanda düzenlemeler yapılacağının duyurulduğu bu fermana Tanzimat Fermanı; bu fermanın ilanıyla başlayan döneme de Tanzimat Dönemi denir.
Fermanın en dikkat çekici yanı, Osmanlı Devleti'nin, Batılı devletlerin anayasalarında yer alan insanın temel hak ve özgürlüklerinin korunması ilkesini kabul etmesi ve bunu resmî bir törenle duyurmasıdır. Böylece imparatorlukta hukuk devletine doğru bir yöneliş de başlamıştır.
Tanzimatla gelen yenilik ve düzenlemeler, hemen hemen yaşamın her alanını kapsamıştır.
Tanzimat Fermanı'nda, Batılı anlamda bir düzene duyulan gereksinim açıkça belirtilmişti.
Önce yönetim merkezi olarak Babıâli güçlendirildi. II. Mahmut zamanında kurulmuş olan Meclis-i Ahkâm-ı Adliye yeniden düzenlendi. Yeni meclislerin kurulması kararlaştırıldı. Ceza ve ticaretle ilgili yasalar çıktı (1840'ta Ceza Kanunnamesi, 1850'de Ticaret Kanunnamesi).
Osmanlı yurttaşı olan herkesin yasa önünde eşit olduğu vurgulanıyordu. Ayrıca üyeleri arasına yabancıların da katıldığı karma ticaret mahkemeleri kuruldu. 1864'te Vilayet Nizamnamesi çıkarıldı. Ülke vilayetlere, vilayetler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar da karyelere (köylere) ayrıldı. Vilayetlerin başına valiler, sancakların basma mutasarrıflar, kazaların başına da kaymakamlar getirildi. Ayrıca kazalarda, sancaklarda ve vilayetlerde birer idare meclisi kuruldu.
Ekonomik Alanda Yapılan Yenilikler
Osmanlı yöneticileri devletin düzlüğe çıkabilmesi için ekonomik kaynakların verimli hâle getirilmesini istiyorlardı. Bu nedenle de vergi düzenini çağdaşlaştırmaya karar verdiler. Çünkü hem yeterince vergi toplanamıyor, hem de vergi toplayıcıların baskısı yüzenden devletle halk karşı karşıya geliyordu. Bunu önleyebilmek için merkezden sancaklara "muhasıl" adıyla birer memur atandı. Bu memurun başkanlığında Muhasıllık Meclisi adı verilen bir meclis kuruldu. Fakat beklenen vergi toplanamadı. Vergi sistemi büyük ölçüde değiştirildi.
1841'de ilk kağıt para çıkarıldı. Hazine bonosu biçimindeki bu paranın adı "kaime" idi. Fakat beklenen sonuç alınamayınca, 1844'te kaldırıldı. Bankalar kurulmaya başlandı. İlk kurulan banka olan İstanbul Bankası çok geçmeden kapandı. Menafi Sandığı adıyla kurulan kurum ise Ziraat Bankasına dönüştürüldü. Ülke ekonomisinin kötüye gitmesi üzerine İngiliz ve Fransız firmalarından borç para alındı. Böylece ilk borç para Tanzimat döneminde alındı. Fakat faizleriyle birlikte büyük bir sorun olan bu borç, sonunda devleti iflasa sürükledi ve 1881'de Düyun-ı Umumiye'nin kurulmasına yol açtı.
Askerî Alanda Yapılan Yenilikler
Ordu, başlarında müşirlerin bulunduğu beş ordu biçiminde düzenlendi. Adı Asakir-i Nizamiye-i Şahane'ye çevrildi. Askerlik süresi beş yıl olarak belirlendi. Askere alma işi kuraya bağlandı.
Toplumsal Alanda Yapılan Yenilikler
Toplumsal alanda ilk dikkati çeken, yenilikler haberleşme ve ulaşımdaki geliş-
melerdir. Bu dönemde yeni posta istasyonları kurulmuş, postanın sağlıklı yürümeni iyin yeni yollar yapılmış, telgraf idaresi kurulmuş, deniz ulaşımında gelişmeler olmuştur. Demiryolları da ilk kez bu dönemde yapılmaya başlamıştır. Kentlerde belediyeler kurulmuştur.
Kültürel Alanda Yapılan Yenilikler
Kültürel yenilikler edebiyat, eğitim ve gazetecilik olmak üzere üç alana yayılmıştır.
Eğitim
1846'da Meclis-i Maarif-i Umumiye kuruldu. Bu kurum daha sonra nazırlığa dönüştürüldü (1846). Bu, Türkiye'de ilk eğitim bakanlığı demektir. Rüştiyelerin sayısı artırıldı. Daha önemlisi ilk kız rüştiyesi İstanbul'da kuruldu (1858). Rüştiyenin üzerinde öğretim yapan idadilerin ilki ise 173'te kuruldu.
öte yandan Robert Koleji, Galatasaray Sultanîsi ve Darüşşafaka adlarında üç özel okul açıldı. Tanzimat döneminde eğitim konusunda görülen önemli atılımlardım biri de öğretmen yetiştirmek için okullar açılmasıdır.
Darülmuallimîn-i Sıbyan, sıbyan adı verilen okullara, Darülmuallimîn-i İdadîlere öğretmen yetiştirmek için kurulan okullardır (1868). Darülmuallimat kız çocuklara bayan öğretmen yetiştirmek için açıldı (1870).
Mesleğe yönelik eğitimde de ilerleme kaydedildi. 1859'da, sonradan Siyasal Bilgiler Fakültesine dönüşecek olan Mekteb-i Mülkiye kuruldu. 1875"te askerî rüştiyeler öğretime başladı. Daha sonra başka meslek okullarının açılması sürdü.
1846'daki ilk denemeden sonra 1870'te Darülfünun (üniversite) kurulmuştur. Ancak kimi medresecilerin iftiraları üzerine ertesi yıl kapatılır. 1876'da yeniden aynı adla açılır. 1851'de üniversitede okunacak kitapların hazırlanması için kurulun Encümen-i Daniş ise bilim akademisi niteliğinde önemli bir kurumdur. Ayrıca bu dönemde azınlık ve yabancı okulları da eğitim dünyasında yerini almıştır.
Gazetecilik
Türkiye'de yayımlanan ilk Türkçe gazetenin 1831'de çıkan resmî gazete Takvim i Vekayi'dir. Tanzimat döneminde çıkan ilk gazete ise alım-satım, kira ilanları, yangınlar, hırsızlık olayları gibi haberlerin yer aldığı yarı resmî Ceride-i Havadis’tir (1840). Bu resmî, yan resmî gazetelerde zaman zaman yabancı dilde yayımlanan gazetelerden yapılan çeviriler yayımlanır; böylece batıdan haberler, bilgiler
11lirdi. Ceride-i Havadis'i bir meslek gazetesi olan Vekayi-i Tıbbiye izledi.
Türkçe özel gazeteler 1860'tan sonra çıkmaya başlamıştır. İlki, Agâh Efendi ile Şinasi'nin çıkardıkları Tercüman-ı Ahvâl'dir (1860). İlk edebî tefrika da burada
ILMahmut'un 1826-1839 yılları arasında gerçekleştirdiği ıslahatlar, 3. Selim zamanından beri yapılan ıslahatların devamı olup, Tanzimat ıslahatlarının öncüsü-dür. Bu noktada, Tanzimat kavramının 1839'dan önce kullanıldığı ve 2. Mahmut döneminde ilan edilmesinin planlandığını görmekteyiz. Mustafa Reşit Paşa Osmanlı Devleti'nde bir reform yapmayı kafasına koymuştu. Bu projeye "Tanzimat-ı Hayriye" adını vermiş ve bu reform paketini hazırlayıp bir hatt-ı hümayunla ilan edilmesi hususunda 2. Mahmut'u ikna etmişti. Bu amaçlarla 24 Mart 1838 yılında Meclis-i Vala 'yi Ahkam-ı Adliye kuruldu. Meclisin görevi Tanzimat-ı Hayriye'nin nasıl hazırlanacağım müzakere etmek idi. Meclis 31 Mart 1838'de ilk toplantısını yaptı. Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye'nin kurulması ile başlayan Tanzimat Hayriye 'nin Gülhane Hattı 'nda belirtilen esasların büyük bir kısmım içerdiği görülmektedir. Nitekim, "2.Mahmut, Meclis-i Vala 'yi kurdurarak, yeni düzenlemeler yapma yetkisini bu Meclise devretmiş, iktidarının bir kısmından feragat etmiştir. Reşit Paşa 'nın Hariciye Nazırı sıfatı ile talebi, bu meclisin yetki alanına girmektedir. Padişah acil görünenleri uygulamaya sokarken, meclisin yetkilerini
çiğnememeye özen göstermektedir. Tanzimat Döneminin ayırt edici vasfı olan, saray iktidarının bürokrasi (Meclis-i Ahkam-ı Adliye )ile paylaşıldığına dair bir işarettir bu" Bu açıdan Tanzimat meclislerinin, kanunlaştırma hareketi ile birlikte idari, mali, adli ve eğitimle ilgili olanlarda bir reform hareketi hazırlamak ve iktidarın saray ve Bab-ı Ali bürokrasisi ile paylaşılmasına geçişi noktasında da işlevsel olmasından dolayı, 2. Mahmut dönemi ile Tanzimat Dönemi arasında bir geçiş meclisi niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz.Mustafa Reşit Paşa, 2.Mahmut öldüğünde İngiltere'de bulunuyordu. Abdülmecit tahta çıktığında İstanbul'a gelerek Tanzimat hazırlıklarına başladı. Abdülmecid'in Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa, Batı uygarlığına hayran bir devlet adamıydı. Elçilik yaptığı Paris ve Londra 'da bu ülkelerin yönetim sistemlerini inceleyip yakından bakma imkânı bulmuştu. Mustafa Reşit Paşa, devlet yönetiminin her din ve mezhepten tebaanın hak ve hürriyetlerini güvenceye alacak ve kanun hâkimiyetini tesis edecek şekilde yeniden düzenlenmesini istiyordu. Bu düzenlemeleri öngören bir ferman yayınlaması hâlinde, Batılı ülkelerin Hıristiyan tebaanın haklarını bahane ederek, Osmanlı 'nm içişlerine karışmayacağına, düzenin yeniden sağlanacağına ve böylece çöküşün durdurulacağına inanıyordu. Reşit Paşa, fikirlerini Sultan Abdülmecid'e açarak, ıslahatın gerekliliğini anlattı. Abdülmecit de, M. Reşit Paşanın fikirlerini kabul etti. Fermanın hazırlanmasını M. Reşit Paşa 'ya bıraktı. Bu vazifeyi üzerine alan M. Reşit Paşa, geceli gündüzlü çalışarak, kendi kalemi ile bir ferman sureti hazırladı, Abdülmecid'e okudu. Fermanı beğenen padişah, temize çektirip imza etti. Padişahın imzasını taşıyan tebliğ ve emirlere "Hatt-ı Hümayun" denildiği için bu ıslahat projesine de "Hatt-ı Hümayun" denildi. Gülhane Parkı'nda okunduğu için de "Gülhane Hatt-ı Hümayun" denildi".
TANZİMAT FERMANI'MN İLANI
Tanzimat Fermanı, 3 Kasım 1839'da Gülhane Parkı'nda, padişah, diğer devlet büyükleri, ulema, lonca ve esnaf temsilcileri ve halkın "Gülhane Hattı Hümayunu adıyla Mustafa Reşit Paşa tarafından okundu verilen bu fermanla, Osmanlı Devleti 'nde, İslam hukuku ve geleneksel kurumların bıraktığı hızlı bir değişim süreci başladı."
Tanzimat Fermanı, ilanından yaklaşık yirmi gün sonra devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi'nin 187numaralı ve 15 Ramazan l255/22 Kasım 1839 tarihli nüshasında yayınladı. Arkasından Fransızca 'ya tercüme edilerek İstanbul'da bulunan yabancı devlet temsilciliklerine gönderildi.
5. TANZİMAT'I HAZIRLAYAN GELİŞMELER
Tanzimat'ı ortaya çıkaran nedenleri, 18. yy'da Osmanlı toplumunun tüm kurum ve kuruluşlarını ayakta tutan, inanç, düşünce, bilim ve felsefe, askerî, maliye, hukuk, idare, ekonomik ve siyaset alanındaki değişim ve dönüşümlerden ayrı düşünemeyiz. Nitekim , bu değişim ve dönüşümlerin yaşanmasında, Batılı devletlerin Osmanlı toplumu üzerindeki etkisi de önemlidir. Bu bağlamda Tanzimat'ı ortaya çıkaran nedenleri iç ve dış faktörler olarak iki kısımda ele alabiliriz. İç faktörler, Tanzimat’ın bir sonuç olarak ortaya çıktığı Osmanlı Batılılaşma hareketlerini anlatırken genel olarak üzerinde durulan hususlardır. Dış faktörler ise cereyan eden hadiselerdir. Gerçekten 16. yy'dan beri Osmanlı Devleti sahip olduğu üstünlüğü kaybedip, devlet kurumlarının ve kanunların asrın ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte olmaması, devletin maddi ve manevi gücünü kaybetmiş olması, bunun sonucunda her sahada yenilgiye uğraması yeniden ve geniş bir ıslahat hareketini zorunlu kılıyordu. Bununla birlikte, Osmanlı Devleti'nin müdahale edemediği alanlardaki gelişmeler Tanzimat'ın alanında daha güçlü belirleyiciler olarak ortaya çıkmıştır. Bu gelişmelere bakacak olursak;
Tanzimat'ı hazırlayan siyasi gelişmelerden biri, Osmanlı kendi içinde bir kuvvet olan Mısır valisi Mehmet Ali Paşanın, Osmanlı 'ya karşı elde etmiş olduğu basımlardır. Nitekim 2. Mahmut zamanında, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa, Fransızların yardımı ile birçok reform yapmış ve oldukça güçlenmiştir. Mora isyanını bastırılmasında gösterdiği yararlılıklardan dolayı kendisine Girit valiliği vaat edilmiştir. Ancak, Paşa bunun yanında Suriye valiliğini de istemiş ve bu isteği sultan tarafından reddedilmiştir. Bu gelişmeler üzerine, Mısır ile Osmanlı Devleti arasında savaş hâli başlamıştır. 2. Mahmut'un Mehmet Ali Paşa karşısında aldığı yenililer Osmanlı Devleti'ni Tanzimat'a zorlayıcı bir etki yapmıştır. Bunun yanında Mısır meselesi Tanzimat'ın sadece yeni bir düzen isteğinden değil, kendini koruma ihtiyacından kaynaklandığının somut bir göstergesidir. Saltanata yapılmış en somut tehdit Mısır ve Mehmet Ali Paşa'dır. Mısır, Tanzimat'ı iki boyutta etkiliyor. Hem bir model hem de zorlayıcı bir neden olarak. Yeniçeriliğe karşı kazanılan zafer gününde Mahmut'un giysileri Mısır'ın Türkiye'deki yenilikler için model olması boyutunu veriyor. Daha sonra Mısır ile savaş ve bu savaşın yol açtığı utanç verici yenilgiler, Mısır'ın zorlayıcı yanını getiriyor. Fakat ister model olsun, isterse zorlayıcı, Mısır 19. yy Türk aydın ve yenilik tarihinde önemli bir yere sahip bulunuyor. Tanzimat'ın ilanında Mısır'ın zorlayıcı etkisinin model olma etkisinden daha etkili olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Mısır meselesi, Osmanlı Devleti'ni yabancı devletlerle birçok antlaşma yapmak zorunda bırakmıştır. Özellikle İngiltere ile yapılan ticaret antlaşması, 2. Mahmut'un Mehmet Ali Paşa'ya karşı İngiliz desteğini sağlamasının bedeli olarak imzalamıştır. Tanzimat'ı hazırla-I im ekonomik gelişmeler ise Mısır meselesi ile bağlantılı olan Tanzimat Fermanı'nın ilanından önce, 16 Ağustos 1838'de İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Antlaşması’dır. Balta Limanı Antlaşması ile birlikte, İngilizlere ticari alanda geniş imtiyazlar sağlanmıştır. Bu durum, İngilizlerin Osmanlılar üzerinde daha fazla nüfuz sağlamasına olanak tanımıştır. 1838 Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşmasını 25 Kasım 1838'de Fransa ile imzalanan ticaret antlaşması izlemiştir. Daha sonra benzer hükümler ihtiva eden antlaşmalar Sardunya, Gelemenk, Belçika, Prusya, Sicilya ve Brezilya gibi devletlerle de imzalanmıştır. Osmanlı Devleti'nin kötü durumda olan ekonomisi, yabancı devletlerle yapılan antlaşmalarla daha kötüye gitmiştir. Ayrıca Batılı devletlere antlaşmalarla verilen imtiyazlar, Osmanlı Devleti'nde nüfuz sahibi olmalarına yol açmıştır.
Balkanlardaki milliyetçilik hareketleri ve Avrupa devletlerinin baskıları da Tanzimat'ı hazırlayan sosyal, siyasal gelişmeler çerçevesinde önemlidir.1189'da Fransız ihtilalinin bir sonucu olarak ortaya çıkan milliyetçilik hareketi Avrupa 'yi etkisine almış, bu durumdan Osmanlı Devleti 'nin Avrupa 'da yer alan eyaletleri de etkilenmiştir. Özellikle Avrupa devletlerinin dini unsurları kullanarak azınlıkları kışkırtmaları ve Hıristiyan tebaanın haklarını korumak bahanesi ile Osmanlı Devleti'ne yaptığı baskılar siyasi ve hukuki ıslahatlar yapma zorunluluğunu doğur-muştur."Avrupalı devletler, Hıristiyanlıklarını bahane ederek, Osmanlı Devleti'ni zayıf düşürmek için gayrimüslim unsurlara hamilik yapmaya başlamıştır. Rusya bir taraftan Balkanlarda Bulgarları destekliyor ve Bulgar milliyetçiliğini körükleyerek onları Osmanlı 'ya karşı isyana teşvik ediyordu. Diğer taraftan Osmanlı Devleti'ndeki Rum ve Ermeni Ortodoksların dini haklarını gerekçe göstererek bu cemaatlerle ilişkiye geçiyor ve açıkça Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışıyordu. Ermenilerin Katolik oldukları tezinden hareketle Fransa'da Katolik cemaati ile, ilgili oldukları devlete telkinlerde bulunuyordu. Hıristiyan mezhepler vasıtası ile kendi çıkarlarını koruyan Fransa ve Rusya'nın faaliyetlerini izleyen İngiltere'de aynı yöneteme başvurarak bölgede Protestanlık propagandası yaptı ve bir Protestan cemaati oluşturdu. İngiltere'nin bu teşebbüsünü Almanya ve ABD de desteklemiştir. Bununla birlikte, Tanzimat'a Batının etkisinin devlet zihniyetindeki değişmelerde görmekteyiz. Nitekim, Batı memleketlerine elçilikle giden devlet adamlarımız, orada uyanan yeni devlet anlayışı, hürriyet ve eşitlik fikirlerinden etkilenmişlerdir.
Osmanlı toplumunda 3. Selim 'in başlattığı yeniliklerin 2. Mahmut tarafından daha katı ve kararlı şekilde yürütülmesi ile, ülkenin kapıları Batı 'ya açılmış oldu. Devletin öncelikle askeri, idari ve mali alanlarda yaptığı değişikliklerle, merkezi idarenin güçlenmesi ve otoritesinin ülkenin her yerinde hakim kılınması isteniyordu. Ancak açılan kapıdan sadece askeri, idari ve mali alanlardaki kurum ve fikir-ter gelmiyordu. Avrupa 'da köklü bir değişimin ateşini körükleyen Fransız ihtilalinin devrimci fikirlerine de ilgi fazlaydı. Bu fikirlerin yurda girişini sağlayan tüm bu gelişmeler, Osmanlı'nın içinde bulunduğu durumdan kurtuluşunun, yalnızca askeri ve teknik ıslahatlarla mümkün olamayacağı fikrini doğurmuştur. Bu noktada, Tanzimat, siyasi-hukuki ıslahatları kapsayan bir program olarak gündeme gelmiştir. Faaliyetler, yeni kurulan askeri okullardaki Fransız öğretmenlerin çalışmaları ile Fransız hükümetinin İstanbul'daki propaganda girişimleriydi. Ayrıca Batı ülkelerine gönderilen öğrenciler, diplomatik görevliler, Batı dillerini bilen ve bu dillerde yazılanları okuyan genç bürokrat ve aydınların faaliyetleri de Batılı fikirlerin tanınmasını sağlıyordu. 3. Selim döneminden itibaren Batı başkentlerinde açılan düzenli temsilciliklerde görevlendirilen genç memurlar Avrupa 'daki gelişmeleri ve fikirleri yerinde tanıma olanağı buldular. Bunun yanında 1821 'de kurulan Tercüme Odası 'nın Türk yenilik tarihinde önemi büyüktür. 1821 'de Bab-ı Ali'de kurulan tercüme odasında Batı dillerini öğrenen genç kuşaklar, Avrupa'da çıkan yayınları ve Batı 'yi daha yalandan tanıma imkânı bulan gençler, devletin yeni bürokrat sınıfım oluşturdular. Tanzimat Döneminin ünlü sadrazamları, Ali, Fuat, Reşit Paşalar da içinde olmak üzere pek çok yenilikçi aydın ve bürokrat ilk eğitimlerini Tercüme Odası'nda gördüler.
|
|
1. AYDINLANMA FELSEFESİ
Aydınlanma felsefesi ya da 18. yüzyıl felsefeleri genel olarak insanın kendisinin, yaşamın düzenlenmesini yeniden gündeme almış, hem düşüncenin hem de toplumsal yaşamın köklü değişimlere uğrayacağı bir sürecin fikirsel/felsefi başlatıcısı olmuştur. Bu yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen Fransız devrimi (1789), ve ardından gerçekleşen modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını aydınlanma felsefesinde bulmaktadır.
Din ya da Tanrı merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerini bu süreçte akıl merkezli toplumsal düzenlemeler arayışı alır. Geniş ve genel anlamıyla aydınlanma, Ortaçağ'da hüküm süren dünya görüşüne karşı yeni bir dünya görüşünün ortaya çıkması ve temellendirilmesi olarak belirtilir. Bu yüzyıl yeni bir ideal ile tarih sahnesinde yer alır; bu ideale göre, aklın aydınlattığı kesin doğrulara ve bilginin ilerlemesine dayanan entelektüel bir kültür egemen olmalıdır ve bu kültür sonsuz bir şekilde ilerlemelidir. Böylece ilerleme ideali, insanın geleneğin köleliğinden kurtularak sürekli mutluluk ve özgürlük yolunda gelişeceği düşüncesine dayandırılır.
Aydınlanma felsefesinin kaynağı Rönesans felsefesi ve özellikle de 17. yüzyıl felsefesinin ortaya koyduğu ilkelerdir. Rönesans 'tan itibaren düşüncenin tarihsel otoritelerden kurtulması, bilgi ve yaşam hakkında akla ve deneyime dayanmaya başlaması söz konusudur. 17. yüzyılda bu gelişmeler sistemleştirilip temel ilkelere dönüştürülmeye başlanmış, rasyonalizmin belirginleştiği bu yüzyılda aydınlanma felsefesinin düşünsel temelleri bir anlamda hazırlanmıştır. Sekülerleşme aydınlanma felsefesinin ve genel anlamda aydınlanmacılığın her tür girişiminde temel olmuş olan bir yönelimdir.
18. yüzyıl felsefesinde bir yanda rasyonalizmin öte yandan ampirizmin güçlenmesi ve bunlardan meydana gelen teorik sorunların yeni birtakım sentezlerle aşılmaya çalışılması söz konusu olacaktır. Aydınlanma çağı, akim ışığında felsefenin de yepyeni bir etkileyicilikle ortaya çıkışma, yaygınlaşmasına, yeni sentezlerle sistematikleştirilmesine etki etmiştir. Bu bakımdan bu yüzyıla "felsefe yüzyılı" denmesi de söz konusudur.
Aydınlanma Çağı, 'akıl'ı kurucu ilke olarak benimseyerek, tüm toplumsal yaşamın ve düşünüşün buna göre şekillendirilmesine yönenilen dönemdir. Kant, aydınlanmacılığı, "aklı kullanma cesareti" olarak tanımlandığında, genel olarak Aydınlanma Çağı'nın felsefesini vermektedir. 18. yüzyılda Avrupa'da ortaya çıkıp gelişmiş ve "aydınlanma" fikriyle yaygınlaşmıştır.
Kant, aydınlanma düşüncesinin kurucu ilkesi olan akıl konusunda şöyle der "Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır: Sapare Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır."
Aydınlanma çağının ana fikri, akıl aracılığıyla doğru bilgilere ulaşılabileceği ve bu doğru bilgi ile de toplumsal yaşamın düzenlenebileceğidir. Öte yandan bilim alanındaki önemli gelişmeler de aydınlanma çağma öncülük eder ve bu çağda ayrıca çok yoğun yeni bilimsel gelişmeler kaydedilir. Daha 15.yüzyıldan itibaren meydana gelmeye başlayan yeni keşifler ve icatlar bu süreci hazırlamış, bunun sonunda da "karanlık çağ" olarak değerlendirilen Ortaçağdın sonuna gelinmiştir. Deney ve gözlem, aklın uygulama araçları olarak bu dönemde bilimsel yöntemin ilkeleri biçiminde ortaya çıkmış ve doğa bilimlerinde önemli gelişmelere kaynaklık etmiştir.
Dinde meydana gelen yenileşme hareketleri de, dinsel düşüncenin giderek geriletilmesi ve aydınlanmacılıkla birlikte kuruculuk ve egemenlik gücünü kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Rönesans ve reformlarla başlayan bu gelişmeler, aydınlanmacılıkla doruğuna varmış ve buradan itibaren modernite denilen sürecin oluşumunu hazırlamıştır. Bu süreç aydınlamacılıkta ifadesini bulan köklü bir zihin değişikliği anlamına gelmektedir.
Newton ve Kopernik ile tüm bir evren-dünya kavrayışı değişime uğramış, Descartes ve Kant gibi isimlerle bu değişen zihniyetin felsefi düşüncesi geliştirilmiştir. Avrupa 'daki endüstri devrimleri'de bu sürecin maddi temelini oluşturmaktadır. Yeni ve bambaşka toplumsal ve ekonomik ilişkiler içerisinde yaşamaya başlayan insanlar, ortaya çıkan yeni düşünce biçimleriyle dünyaya bambaşka gözlerle bakmaya başlamışlardır.Bunun sonucunda modem yaşamın temellleri atılmıştır. 1789 Fransız ihtilalinin temelinde, Fransız aydınlanmacılığının belirleyici bir etkisi vardır.
Aydınlanmanın doğuşunda ve gelişmesinde belirleyici olan bazı isimler:
Newton
Kopernik
Galileo
Laplace
Dekart
Jean-Jacques Rousseau
Francis Bacon
David Hume Immanuel Kant Claudie Andrien Helvetius Ettienne Bunnot de
Condillac Lois Rene de Caradeux de
Thomas Hobbes John Locke Berkeley Leibniz Denis Diderot Voltaire Montesquieu
Tanzimat'la birlikte edebiyatımıza giren "akıl, deneyim, ilerleme" kavramları aydınlanma düşüncesiyle ilişkilidir.
3. RÖNESANS
Rönesans "yeniden doğuş" anlamına gelen bk süreçtir. 15. yüzyılda başlayan bu süreç, aynı yüzyıl içinde bütün Avrupa'ya yayıldı. Bu yenilikte, Roma ve Grek başarılarının yeniden cezalandırılması istemi vardır. Rönesans şu temel anlayışlara dayanıyordu.
Rönesans Döneminin yaratıcılığının esas yürütücü gücü tüccarlardır. Bunlar en kârlı ticaretin hangi alanda olduğunu araştırdılar ve bu yoldan sağladıkları zenginlikleri, sanat ve endüstri yeniliklerine yatırdılar. Rönesans; Floransa. Venedik, İngiltere, Portekiz, Hollanda gibi küçük kent-devletlerinde ya da metropollerde doğmuştur.
Nihayet 11. yüzyılın sonundan itibaren başlayan Haçlı Seferleri sırasında Avrupalılar Müslüman ülkelerdeki parlak medeniyetle ilk defa karşı karşıya geldiler. Daha sonra bu medeniyet Endülüs Emevileri vasıtasıyla Avrupa 'ya geçti. İslam âlimlerinin fen sahasında verdiği eserler Avrupa dillerine çevrildi ve okutuldu. Böylece Batı 'da ilmi sahada ilerleme ve teknik gelişmelerin temeli atılmış oldu.
Avrupa'da sanat ve bilimin geliştirilmesi, canlandırılması için girişilen ve daha sonra Rönesans adı verilen asıl hareket ise 1453'te İstanbul'un fethini müteakip ilk defa ciddi bir şekilde İtalya 'da ortaya çıktı. Hareketin öncülüğünü İtalya 'nın yapmasının en önemli sebepleri şunlardır:
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettikten sonra, isteyen bilim adamlarının İtalya 'ya gidebileceklerini bildirmesi: İslâm medeniyeti ve ilmî hareketleri hakkında en fazla bilgiye sahip bulunan bu Bizanslı âlimlerin bilim ve sanat alanında yaptıkları çevirmeler ve yazdıkları eserlerin yayınlanması sonunda İtalya 'da yaşayan insanların bilgi ufukları genişledi ve derinleşti.
Doğu dünyası ile en çok İtalya gemicilerinin münasebette bulunmaları ve bunların İslam ülkelerindeki zenginlik, refah, nizam, intizam, adalet ve iman hürriyetini her vesileyle dile getirmeleri.
Ortaçağ Avrupası'nda en zengin memleketin İtalya olması: İtalya'da bulunan Cenova, Venedik, Piza ve Floransa şehirleri Haçlıları barındırmaktan ve baharat ticaretini ellerinde tutmaktan dolayı dünyanın en zengin şehirleri hâline gelmişlerin. Zamanla bu şehirlerde devlet idaresi tüccar prenslerin veya sadece tüccarların eline geçti. Bu zenginler de aynen İslam ülkelerinde şahit oldukları uygulamalara benzer olarak şairleri, sanatkârları, fikir adamlarım himayeye ve teşvik etmeye başladılar.
Rönesans üzerinde derin araştırmalar yapan Burkhard: "Rönesans insanın keşfedilmesidir, "demektedir. Gerçekten de Ortaçağ'da Avrupa 'da insanın hiçbir kıymeti yoktu. Engizisyon mahkemelerinde yüzbinlerce insan haksız yere ve çok defi sırf servetlerini ele geçirebilmek için öldürüldü. Papazlar çeşitli menfaatler kar-şılığında günahları affediyorlardı. Hatta cennetten yerler satıyorlardı. Mantık ve insani esaslar kaybolmuştu. İslam âlimlerinin kitaplarını okuyarak dünyanın döndüğünü ilan eden Galile ve daha pekçok düşünür çeşitli işkenceler görmüş pek çoğu öldürülmüştür. Bu itibarla Rönesans hareketi ilim ve teknikteki ilerlemenin yanışım insan ve tabiat sevgisini de beraberinde getirdi. Rönesansın öncüleri, sanat faaliyetlerinin yanısıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye de önem verdiler. Resim ve tasvir anlayışı gelişti. Mimaride gotik tarzı terk edilerek barok ve rokoko üslubu geliştirildi. Rönesans mimarlığının başlıca özellikleri ölçü, sadelik ve tabiiliktir.
Bu şekilde İtalya 'da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa 'da yayıldı. Rönesans daha ziyade Fransa 'da sanat; Almanya 'da dinî tablo ve resimler; İngiltere 'de edebiyat; İspanya 'da resim ve edebiyat alanında gelişti. İtalya 'daki Rönesans hareketinde eski Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Çiçeron ve Virgil 'in eserleri tekrar ortaya çıkarıldı. İtalyan fikir adamı ve yazarlarından Machiavel (1469-1530), Ariosto (1474-1535), Tasso (1544-1595) yetişip eserler verdiler. Machiavel'in Hükümdar adlı eseri meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520) aynı zamanda heykeltraş, mimar ve edebiyatçı da olan Leonardo da Vinci (1452-1591), Mikelanj (1475-1564) bu devirde İtalya'da yetişen sanatkârlardır. Fransa, edebiyat ve fikir sahalarında İtalya'yı geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-1592), Rabelais (1495-1555), mimarlıkta Louvre Sarayım yapan Pierre Loscot, Tuileries Sarayı 'm yapan Jean Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler. Fransız krallarından I. François (1515-1547) zamanında College de France kuruldu. Almanya 'da daha çok dinî alanda değişiklikler oldu. Almanya'da hümanizm akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-1522), Luther (1483-1546), resimde Albrecht Dürer (1471-1528) yetişti. İngiltere'de tiyatro sahasmda eserleriyle tamnan Şekspir (1564-1610), İspanya'da Donkişot yazarı Cervantes (1547-1616), ressam Velasquez (1599-1660), Hollanda'da ressam Rembrand (1607-1669), Polonya'da İslam alimlerinden sonra Avrupa'da ilk defa dünyanın güneş etrafmda döndüğünü söyleyen Kopernik (1473-1543) yetiştiler.
Diğer Avrupa Ülkelerinde Rönesans
Fransa 'da Rönesans 'a krallar öncülük etti. Piyer Lesko en önemli Rönesans sanatçısıdır. Almanya'da Rönesans hümanizm ile başladı. Martin Luter (Luther) ve Erasmus dinsel konulan incelediler. Albert Dürer dinî tablolar yaptı. İngiltere 'de Şekspir (Shakespeare), İspanya'da Cervantes ünlü eserler yazdılar Rönesans'ın sonuçlan: skolastik görüş (kilisenin dar görüşü) yıkılmıştır. Yerine pozitif (bilimsel) düşünce hakim olmuştur. Reform hareketlerini hazırlamıştır. Bilim ve teknik-teki gelişmeler hızlanmıştır. Avrupa 'da sanattan zevk alan aydın (burjuva) sınıf ve halk sınıfı oluşmuştur. Din adamlarının ve kilisenin halk üzerindeki otoritesi sarsılmıştır. Avrupa'nın her yönden gelişmesine ve güçlenmesine öncülük etmiştir.
TANZİMAT EDEBİYATI
ü Tanzimat Fermanının ilanından sonra bu edebiyatın tohumları serpilmeye başlamıştır.
ü Batılı tarzda ilk eserler bu dönemde verilmeye başlanmıştır.
ü Hak, adalet, özgürlük, vatan kelimeleri b u dönemde ilk defa kullanılmaya başlanmıştır.
ü Tanzimat edebiyatı kendi arasında ikiye ayrılır.(Birinci-ikinci dönem)
ü Yazı dilini halkın anlayacağı dile yakınlaştırmaya çalışmışlardır.
ü Tiyatroyu halkı aydınlatma aracı olarak görmüşlerdir.
ü Toplumcu bir çizgi tutmaya çalışmışlardır.
ü Divan edebiyatındaki “bölüm güzelliğine” karşın “konu bütünlüğüne, güzelliğine” önem vermişlerdir.
ü Tanzimat birinci dönem sanatçıları(Şinasi, N. Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat) ikinci dönem sanatçılarına göre daha halkçı olmuşlardır.
BİRİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI
ü Divan edebiyatını eleştirmelerine rağmen onun etkisinden kurtulamamışlardır.
ü Vatan millet, hak adalet, özgürlük gibi kavramlar ilk defa bu dönemde kullanılmaya başlanmıştır.
ü Batılı anlamda ilk esereler bu dönemde verilmeye başlanmıştır.
ü Toplumu bilinçlendirmek için edebiyatı bir araç olarak görmüşlerdir.
ü Dilin sadeleşmesi gerektiğini söylemişler ancak pek başarılı olamamışlardır bu konuda.
ü Roman, modern hikâye, tiyatro, gazete, eleştiri, anı bu dönemde kullanılmaya başlanmıştır.
ü Bu dönemin sanatçıları aynı zamanda devlet adamı sıfatı da taşıyorlardı.
ü Klasizim(Şinasi, A.Vefik Paşa) romantizm (N. Kemal, A. Mithat) den etkilenmişlerdir.
EDEBİYATIMIZDA “İLK”LER:
BİRİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI SANATÇILARI
ŞİNASİ (1826–1871)
ü Edebiyatımıza birçok yeniliğin yerleşmesini sağlamıştır.
ü Asıl adı İbrahim’dir.
ü İlk tiyatro, ilk şiir çevirisi, ilk özel gazete, ilk makale, ilk noktalama işaretini kullanan kişidir.
ü Halk için sanat görüşünü benimsemiştir.
ü İlk tiyatro eserimizi: ŞAİR EVLENMESİ ni yazdı.
ü İlk makaleyi yazdı: TERCÜMAN-I AHVAL MUKADDİMESİ
ü İlk özel gazetesi çıkardı: TERCÜMAN- I AHVAL
ü Eserleri: Durub u Emsalı Osmaniyye (Osmanlı Atasözleri Kitabı)
Tercüme i Manzume (Çeviriler)
Müntehabat –ı Eşar(şiirleri)
Divan-ı Şinasi
Tasvir i Efkâr
NAMIK KEMAL (1840–1888)
ü Vatan şairimizdir.
ü Toplumcu bir sanat çizgisindedir.
ü Vatan, millet, özgürlük kelimelerini edebiyatta ilk kullanan kişidir.
ü Tiyatroları oldukça ses getirmiştir. Tiyatroyu bir eğlence ve halkı bilinçlendirme aracı olarak görmüştür.
ü Romantizmin etkisindedir.
ü Eserleri: ilk tarihi romanımız; CEZMİ
İlk edebi romanımız ;İNTİBAH
Tiyatroları : Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Gülnihal, Kara Bela,Celalettin Harzermşah
Eleştiri eserleri: Renan Müdafenamesi, Tahrib-i Harabat (Ziya Paşa’ya karşı)
İrfan Paşa’ya Mektup, Takip
Diğer eserleri: Kanije, Silistre Muhasarası, Osmanlı Tarihi, Büyük İslam Tarihi, Evrak-ı Perişan
ZİYA PAŞA (1825–1880)
ü İlk edebiyat tarihi taslağı sayılan “Harabat”eserini yazmıştır.
ü Halk şiirinin ve dilinin gerçek edebiyatımız olduğunu belirten “Şiir ve İnşa”adlı makalesini yazmasına rağmen kendisi böyle davranmamıştır.
ü Biçimce eski içerikçe yeni olmaya gayret göstermiştir.
ü Terkib-i bent, terci i bent’leri meşhurdur.
ü Bir çok dizesi halk arasında atasözü gibi kullanılmıştır.
ü Eserleri: Zafername, Harabat, Eş’ar-ı Ziya, Defter-i Amal, Terkib-i Bent, Terci-i Bent
AHMET MİTHAT EFENDİ (1844–1912)
ü Halk için roman geleneğini benimsemiştir.
ü Halkın anlayacağı bir dilde ve onları ilgilendiren konularda eserler vermiştir.
ü İlk hikâye örneklerimizden biri sayılan :”Letaif-i Rivayet”i yazmıştır.
ü Romantizmden etkilenmiştir.
ü Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Falatun Bey ve Rakım Efendi, Yer Yüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında.
ŞEMSETTİN SAMİ ( 1850–1904 )
ü Devrinin en büyük dil bilgini sayılmıştır.
ü İlk romanımız olan: Taaşşuk –U Talat ve Fıtnat adlı eseri yazmıştır.
ü Kamus u Türkî adlı sözlüğü yazmış.
ü Kamus u Fransevi ve Kamus-ı Alam’ı yazmıştır.
AHMET VEFİK PAŞA (1829-1892)
ü Tiyatromuzun en büyük kilometre taşı sayılır.
ü Bursa’da kendi adıyla tiyatro kurmuştur.
ü Halkın tiyatroyu sevmesi için özellikle Moliere’den çeviriler yapmıştır.
ü İnfiali Aşk, Dudu Kuşlar, Zor Nikâh, Zoraki Tabip, Kadınlar Mektebi ,Şecere-i Türk eserlerinden bazılarıdır.
İKİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATININ ÖZELLİKLERİ
ü Bireysel konulara dönülmüştür.
ü Sanat, sanat içindir, görüşü benimsenmiştir.
ü Dil oldukça ağırlaştırılmıştır.
ü Tiyatro eserleri oynanmak için değil okunmak için yazılmıştır.
ü Realizm ve natüralizm baskın akımlar olarak göze çarpar.
İKİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATININ SANATÇILARI
RECAİZADE MAHMUT EKREM (1847- 1914)
ü İlk realist romanımız olan: ARABA SEVDASI’nı yazmıştır.
ü Tevfik Fikret’in akıl hocasıdır.
ü Muallim Naci ile uzun yıllar süren “eski-yeni”kavgasında yeniyi savunmuştur.
ü “Sanat sanat içindir ve kafiye kulak içindir”. Görüşünü benimsemiştir.
ü Oğlunun erken ölümü onu bireysel ve hüzünlü eserler vermeye zorlamıştır.
ü “Her güzel şiirin konusudur”diyerek şiirin konu zenginliğine katkı yapmıştır.
ü Muallim Naci’nin Demdeme’sine karşılık ZEMZEME adlı kitabı yazmıştır.
ü Tiyatroları: Afife Anjelik, Çok Bilen Çok Yanılır, Vuslat
ü Şiirleri: Zemzeme, Nağme-i Seher
ü Talim-i Edebiyat adlı eseri onun edebiyata dair görüşleri içeren en önemli eseridir.
ABDULHAK HAMİT TARHAN ( 1852–1937)
ü Edebiyatımızın en bireysel şairlerindendir.
ü Batılılaşma hareketinin asıl öncüsü olarak kabul gördüğü için kendisine “şairi azam”(büyük şair) lakabı verilmiştir.
ü Gözlem ve izlenimleriyle şiir yazmıştır.
ü Düşünen adamdan çok yapan adam özelliği taşımaktadır.
ü Tiyatroları oynanmaya uygun değildir.(Macera-yı Aşk, Sabru Sebat, içli Kızlar, Finten, Nesteren, Liberte )
ü Romantizmin etkisinde, metafizik konuları, ölüm, aşk gibi temalar içeren eserler vermiştir.
ü Makber, Ölü, Bunlar O’dur, Hacle, Garam, İlham-ı Vatan şiir kitaplarıdır.
DÖNEMİN BAĞIMSIZLARI SAYILAN SANATÇILAR
MUALLİM NACİ (1850–1893)
ü Recaizade Mahmut Ekrem’le eski- yeni kavgasında eski’yi savunmuştur.
ü Batılı tarzda şiirler de yazmıştır.
ü Dili ağırdır ;ancak başarılıdır.
ü Eserleri: Ateşpare, Füruzan, Şerare (şiir)
Demdeme, Muallim (eleştiri)
Islahat-ı Edebiye (sözlük)
NABİZADE NAZIM (1862–1893)
ü İlk köy romanımız kabul edilen: Karabibik’i yazmıştır.
ü Realizm, natüralizm’in öncülerinden sayılır.
ü İlk psikolojik roman denemesi sayılan: Zehra’yı yazmıştır.
TANZİMAT EDEBİYATINDA ROMAN VE HİKÂYE
ü Bütün eserler teknik açıdan zayıftırlar.
ü Duygusal ve acıklı konular işlenmiştir.
ü Yazarlar olaylara müdahalede bulunmuştur.
ü Eserlerde karakter oluşturulamamıştır. Genellikle ya iyi ya da kötü özellik taşıyan tipler kullanılmıştır.
ü İyiler eserlerin sonunda mükâfat alırlar, kötüler de cezalarını alırlar.
ü Tanzimat ikinci dönemin sanatçıları birinci döneminkilere göre daha başarılı olmuştur.
TANZİMAT EDEBİYATINDA ELEŞTİRİ
ü Bu dönemde genellikle “eski- yeni”kavgasına dayanan eleştiriler olmuştur.
ü N.Kemal’in Ernest Renan’ı eleştiren Renan Müdafaanamesi bu dönemin önemli eserlerindendir.
ü Muallim Naci ile Recaizade Mahmut Ekrem arasındaki Demdeme-Zemzeme tartışması da bu dönemin önemli örneklerindendir.
TANZİMAT EDEBİYATINDA TİYATRO
ü Tiyatro ilk defa bu dönemde görülmeye başlanmıştır.
ü İlk tiyatro örneği Şinasi’nin Şair Evlenmesi’dir.
ü İlk dönemin sanatçıları tiyatroyu bir eğitim aracı olarak görmüşlerdir.
ü İkinci dönemin sanatçıları da tiyatroyu eğlence olarak görmüşler; ancak onların tiyatroları oynanmak için değil okunmak için yazılmışlardır.
ALİ SUAVİ
Ali Suavi (doğumu: 1838 İstanbul - ölümü:1878 İstanbul) Türk düşünürü ve yazarıdır. Medrese eğitimini tamamladıktan sonra 1866'da Muhbir gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Devrin yönetimini eleştirdiği için Kastamonu'ya sürüldü. 1869'da oradan Avrupa'ya kaçtı. Londra'da Muhabir, Paris'te Ulum gazetelerini yayınladı. 1876'da yurda dönünce Basiret'te Mithat Paşa'yı sert bir dille eleştirdi. İşsiz kaldığı bir sırada V. Murat'ı tekrar tahta çıkarmak için beş yüz kadar Rumeli göçmeniyle Çırağan Sarayı'nı bastı. Olay yerine yetişen Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa tarafından öldürüldü.
Ali Suavi, İngiliz parlamentarizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusunu daimi olarak dile getiriyordu. Fransız filozoflarından büyük oranda etkilenmişti. Paris'te kısa bir süre LaRepublique adında bir gazete çıkartmıştı. Bu gazetede halk topluluklarının bir araya gelerek taleplerini hükümete özgürce sunabilecekleri bir sistem tasvir etmişti.
Diğer taraftan klasik medrese tahsili görmemiş olan Suavi, kimi yazarlarca mu-haddis ve müctehid olarak görülmüştür. Suavi, dinde reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla savunmuştur. Suavi'nin bu fikirleri daha sonra Cemaleddin Efgani tarafından geliştirilecektir.
Namık Kemal'in Abdülhak Hâmid'e gönderdiği bir mektubunda, AH Suavi hakkında söylediği şu sözler bir hayli düşündürücüdür: "Ali Suavi hiç de senin tahminin gibi bir adam değildi. Bir çehre nümayişine aldanmışsın. Onunla iki sene arkadaşlık ettim. O öyle bir adamdı ki, garazkâr ve dünyada misli görülmedik bir şarlatandı. Ben her şeye öyle kolay inanmadığım hâlde, bana kendini yedi-se-kiz dil biliyormuş gibi gösterdi. O kadar cahil, cehaletiyle beraber o kadar mağrurdu. Türkçe üç satır bir şey yazsa, Meme maskara olurdu."
Eserleri
Kamus-ül-Ulum vel-Maarif Ali Paşa 'nın Siyaseti Hukuk-üş-Şevari, Hive Hanlığı
TANZİMAT DEVRİ TÜRK EDEBİYATI
a. GENEL ÖZELLİKLERİ
Tanzimat Devri Türk Edebiyatı şair ve gazadan, bir yandan Klâsik Türk Edebiyatı 'nda görülen şiir, tarih, mektup (münşeat) türlerinde eserler vermişler; bir yandan da batı edebiyatlarından aldıktan tiyatro, hikâye, roman, makale, eleştiri gibi yeni türleri geliştirmişlerdir.
b. MANZUM ESERLER
Tanzimat Devri Türk Edebiyatı'nda, önce, Fransız şairlerinden yapılan çevirilerde bazı yenilikler görülür. Bunlan daha çok içerikte yaptıktan yeniliklerle, dildeki "sadeleşme" çabalan izler. Sonra şekil yönünden birçok değişiklik ve yeniliklere girişildiği görülür.
Tanzimat Devri Türk Edebiyatı'nda;
Ölçü, çoğunlukla aruz ölçüsüdür. Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal ve Abdülhak Hâmit'in hece ölçüsüyle yazdıktan şiir denemeleri de vardır.
Uyak, Klâsik Türk Edebiyatı'ndaki değerini yitirmiştir. Şinasi, mesnevi biçiminde kaside yazmış; Recaîzade Mahmut Ekrem, "uyağın göze göre değil, kulağa göre olması" gerektiğini savunmuştur. Şiirlerde tam ve zengin uyaklar kullanılmıştır.
Nazım birimi, genellikle beyittir. Şinasî'den Abdülhak Hâmit'e kadar anlatım bent, beyit ya da dizelerde toplandığı görülmekle birlikte; şairlerin, beyit güzelliği düşüncesinden kurtularak bütün güzelliğine yöneldikleri anlaşılır.
Nazım şekli olarak, Klâsik Türk Edebiyatı'nda görülen bütün şekiller kullanılmıştır. Ancak bunlarda, kasidelerdeki bazı bölümlerin atılması gibi ufak dedikler yapılmıştır. Tanzimat Devri Türk Edebiyatı'nın ikinci döneminde, özellikle Abdülhak Hâmit'le birlikte, nazım şekillerinde büyük ölçüde değişiklik r örülür. Bunların çoğu yeni ve karma şekillerdir.
Tanzimatçılar en köklü yenilikleri şiirin içeriğinde yapmışlardır.
Tanzimat şiiri, klâsik konular dışında, hak, adalet, uygarlık, özgürlük, yurtseverlik gibi temalarla içeriğini genişletmiş; ikinci dönemde, her güzel şeyin onu olabileceği düşüncesiyle daha da çeşitlilik kazanmıştır.
Böylece Klâsik Türk Edebiyatı'nda "soyut, düşlemsel (hayalî) ve mecazlı" 'tetikler gösteren şiir, Tanzimat Devri Türk Edebiyatı'nın birinci döneminde toplumla ilgili gerçeklere"; ikinci döneminde ise "somut gerçeklere", ayrca ölüm, hayat, ruh, dünya, Tanrı gibi fizik ötesi temalara yönelmiştir.
Birinci dönemdeki toplumla ilgili düşünceleri, ikinci dönemde genellikle e/, romantik duygu ve düşünceler izler; sanat toplum için görüşü, yerini sanat sanat için anlayışına bırakır.
Dil, Tanzimat şiirinde daima ikilik göstermiştir. Şinasî'nin safi Türkçe denemeleri, Ziya Paşa ve Namık Kemal'in hece ölçüsüyle yazdıkları bazı şiirler, sadeleşme çabalarına ilk örnekler olarak gösterilebilir. Ancak bu şairlerin yetiştikleri ve alışageldikleri "edebî dil" ortamı ile ikinci dönemdeki "sanat" amacı, şiir dilinde bir yalınlaşmayı gerçekleştirememiş; şairler, çoğu zaman süslü ve sanatlı söyleyişten kurtulamamışlardır.
c. MENSUR ESERLER
Tanzimat Devri Türk Edebiyatı 'nın nesir alanındaki yenileşmesinde gazetenin önemi büyüktür.
1831'de resmî olarak çıkanlan ilk Türkçe gazete Takvim-i Vakayi'dir; bunu 1840'ta yan resmî Ceride-i Havadis izler. Agâh Efendi ue Şinasî'nin 1860'ta çıkardıktan Tercüman-ı Ahvâl ile Şinasî'nin çıkardığı Tasvir-i Efkâr gazeteleri yayımladıklan çeşitli yazılarla, yeni nesrin ilk örneklerini uermiş oldular.
Böylece, "umum halkın anlayabileceği bir dille yazmak" amacıyla Klâsik Türk Edebiyatı'nın süslü ue çok uzun cümlelerle kurulu anlatımından sıynlan "yeni nesir", özellikle "düşünce"ye önem uererek kısa ue özlü anlatımı esas aldı.
Aynca, makale, söyleşi (sohbet), fıkra, deneme, eleştiri gibi türler edebiyatımıza girdi. Noktalama işaretlerinin kullanılmasına başlandı. Ancak nesir, yabancı kelime ue tamlamalardan bir türlü kurtulamadı.
Tanzimat Devri Türk Edebiyatı'nda kendini gösteren ue batı edebiyatlarında yaygın olan hikâye, roman ue tiyatro eserleri ilkin gazete ue dergilerde yayımlanmıştır.
Bu dönemde, hikâye ue roman türleri, çeuiriler yoluyla edebiyatımıza girmiştir.
Tanzimat'tan önce manzum halk hikâyeleri, bu türlerin yerini tutuyordu. Sonra birtakım roman çevirileri yapıldı.
1870 yıllannda Ahmet Mithat Efendi, Letâif-i Rivâyât adlı küçük hikâye denemelerine girişti; birkaç yıl sonra da Dünyaya İkinci Geliş, Hasan Mellah, Felâtun Bey ile Rakım Efendi gibi macera romanlarını yazarak hikâye ve roman yolunu denedi.
İlk edebî roman yolunu Namık Kemal'in, 1876'da yazdığı İntibah adlı roman açmıştır. Namık Kemal'in gözlemlerinden yararlanarak yazdığı bu eser, aslında "romantizmin etkisindedir; aynı zamanda ilk tasvir ve ruhsal çözümleme romanımız sayılır.
Ahmet Mithat'ın romanları halka yönelik, "yalın", Namık Kemal'inki ise "yûksek" üslûba örnek sayılan bir anlatım özelliği taşımaktaydı.
Recaîzade Mahmut Ekrem, Samipaşazade Sezai, Nâbizade Nâzım ise romanlarıyla, romantizmden gerçekçiliğe doğru bir gelişim gösterdiler.
d-tiyatro
Tanzimat Devri Türk Edebiyatı'nın şiirden sonra en çok önem verilen türü de tiyatrodur. Birinci dönemde, sahne bakımından canlı olan tiyatro, ikinci dönemde "okunmak üzere" yazılan bir edebiyat türü durumundadır.
Osmanlı Devleti'nin batıya yönelişi, İtalyan ve İngiliz gezici tiyatrolarının İstanbul'a gelip oyunlar göstermelerine yol açmıştır. 1840 yıllarında ilk olarak ..erli bir sahne kuruldu: Hoca Naum Tiyatrosu. Bunu 1867'de Güllü Agop Tiyatrosu izledi. Böylece yerli ve yabancı eserler, çoğunlukla, azınlık oyuncularıyla bu sahnelerde oynatılabiliyordu.
Batılı anlamda ilk başarılı tiyatro eseri Şinasî'nin Şair Evlenmesi'dir.
İlk tiyatro eserlerimizde, toplumun ve kişilerin aksak ya da üstün yönleri konu olarak alınmış; toplum eğitimi amaçlandığı için, çoğunlukla ahlâkî sonuçlara varılmıştır. İkinci dönemde, eserlerdeki konular tarihten ya da dış ülkelerin özelliklerinden; kişiler ve olaylar ise, göz alıcı olanlardan seçilmiştir. Bunların oynanmak için yazılmamış olması tiyatrodan bekleneni büsbütün yok etmiştir.
Birinci dönemin tiyatro yazarları, özellikle Abdülhak Hâmit "halkın anlayabileceği bir dil" kullanma çabası içindedirler. Şiirlerinde hatta makalelerinde eski dilin etkisinden bir türlü kurtulamayan bu yazarlar, tiyatro eserlerinde düşündüklerini uygulamış sayılırlar. Dile verilen önem, kişilerin çevrelerine uygun olarak konuşturulmaları, bu dönemin "Sanat toplum içindir." ilkesine uymakla birlikte, dilin istenilenden fazla yalınlaştırılması ikinci dönem sanatçılarını, güzel ve etkili söz söylemeye zorlamıştır. Abdülhak Hamit, gittikçe sadelikten uzaklaşmış, eserlerindeki kişileri de kendi diliyle konuşturmuştur.
Tanzimat Devri Türk Edebiyatı'nda tiyatro eserleri, genellikle başlangıçta, klâsisizmin etkisindedir. Buna, Şinasi'nin Şair Evlenmesi, Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere'den yaptığı uyarlamalar örnek gösterilebilir. Oyunlar için seçilen konu ve kişilerde de yer yer romantizmin etkisi görülür.
Tanzimat Devri Türk Edebiyatı'nın ikinci döneminde, Türk tiyatrosunun gelişiminde bir duraklama başlamıştır. Abdülhak Hâmit, sahne diline uymayan, sahnede oynatılması olanağı bulunmayan manzum, mensur tiyatro eserlerinde yalnızca okunma amacı gütmüştür.
BATI EDEBİYATINDA AKIMLAR
KLASİSİZM
17. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan bir akımdır. BOILEAU bu akımın kurucusu olarak kabul edilir. Klasikler Eski Yunan ve Latin edebiyatını bilgi ve esin kaynağı olarak benimsemişlerdir. Temel olarak şu ilkelere dayanır:
Sanat, “insan tabiatına” önem vermeli ona sevgi ve saygı duymalıdır. Klasik bir eser “akıl” ve “sağduyu”ya dayanmalıdır. Eser, “dil”, “anlatım” ve “şekil” de en olguna varmaya çalışmalıdır.
Klasikler, insanların her zaman, her yerde, her toplumda aynı duygu ve düşüncede olduklarını kabul ederler. Onun için eserlerinde değişmez tipler yaratırlar. Klasisizmde fiziksel ve sosyal çevre önemli değildir; çünkü bunlar değişkendir.
Bu akımda, sanatta mükemmeli bulmak esastır. Mükemmeli bulmak ise konunun seçilişinde değil, onun ele alınıp anlatılışındadır. Onun için anadili en güzel biçimde kullanmak da esas olmalıdır. Böylece klasikler günlük konuşma dilinden farklı kitabi bir dil kullanmışlardır.
Sanatta sıkı kuralların bulunması ve sanatçıların bunlara uyması gerektiğine inanan klasikler, “üç birlik” kuralının doğmasına neden olmuşlardır (Yer, zaman ve eylem birliği)
Eserlerinin kahramanlarını hep soylu tabakadan seçen klasikler, eserlerinde kaba ve çirkin sözlere de yer vermezler. “Ahlaka uygunluk” ilkesine sıkı sıkıya bağlıdırlar.
Yapıtlarının etkileyici olmasını , hoşa gitmesini, tarih biliminden ayrılabilmesini ve din dışı konulara eğilmesini temel ilke olarak kabul etmişlerdir.
Edebiyat türü olarak daha çok tiyatroyu, tiyatro türü olarak da trajedi ve komediyi benimsemişlerdir.
Başlıca temsilcileri:
Boileau (şiir)
Racine, Corneille (trajedi)
Moliere (komedi)
Madame de
Bossuet (hitabet)
“Klasisizm, geçici rağbeti değil, sürekli rağbeti arar”. Andre Gide.
TÜRK EDEBİYATINDA KLASİSİZM
Türk edebiyatı Batı’ya açıldığında klasisizm dönemini tamamlamıştır. Bu nedenle edebiyatımızda klasisizmin önemli bir etkisi olmamıştır.
Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”adlı komedisi,
ROMANTİZM (COŞUMCULUK)
1830’lu yıllarda klasisizme tepki olarak doğmuştur. Victor Hugo’nun “Hernani” adlı oyunuyla bir edebiyat akımı olarak başarıya ulaşmıştır. 1789’da fransız İhtilali’yle birlikte derebeylik ve aristokrasi çökmüş; yeni bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak romantizm, yeni duygu, düşünce ve idealleri anlatmayı amaçlamış, sanatın ve sanatçının kurallardan kurtulup özgürleşmesini savunmuştur.
Avrupa’da o zamana kadar süregelen Latin ve Yunan hayranlğı yerini Shakespeare, Goethe ve Schiller hayranlığına bırakmıştır.
Klasik öğretinin bütün kuralları yıkılmış, Latin ve Yunan edebiyatları yerine Hristiyanlık mucizeleri, milli efsanler işlenmiş; konular ya tarihten ya da günlük olaylardan çıkarılmıştır. Tabiat manzaralarının, yerli ve yabancı törelerin betimlenmesine geniş yer verilmiş, insan psikolojisinin soyut olarak incelenmesi bırakılarak, insanlar çevrelerinde incelenmiş, insanın islâhından önce toplumun ıslâhı amacı ön plana alınmıştır. Klasik edebiyatın akıl ve sağduyuya önem vermesine karşılık, romantizmde hayal ve fanteziye geniş yer verilmiştir. Yazarlar eserlerinde kişiliklerini gizlememişler, olaylar karşısında duygu ve görüşlerini açıkça anlatmışlardır. Romantik şiirde, doğa sevgisi; bireycilik; Ortaçağa, yabancı ülkelere, Doğu’ya hayranlık; toplumsal geleneklere isyan; duygulara, doğaüstü güçlere, rüyalara, ihtiraslara bağlılık dikkat çeker.
Zıtlıkların uyumunu ilke olarak benimseyen romantikler hayatı güzel, çirkin... bütün yönleriyle vermeye çalışırlar.
Klasiklerin önemsediği din duygusuna geniş yer veren romantiklerin kahramanlarının çoğu dindardır.
Din, her şeyin gelip geçici olduğunu söylediği için de kahramanlar , genellikle kuşkulu, üzüntülü ve karamsardırlar.
Edebiyat dilindeki kalıplaşmış kelimeler yerine, günlük konuşma dilini kullanmayı benimseyen romantikler, her sınıftan insanı da eserlerine konu olarak almışlardır.
Genel olanın yerine özeli, tipin yerine gözalıcı olanı seçmişlerdir. Aşk, ölüm, tabiat en belli başlı konular olarak dikkat çeker.
Bu akımda oyun türlerinden dram, edebiyat türlerinden de roman gelişmiştir.
Başlıca temsilcileri:
Victor Hugo (Sefiller. Notre Dame’in Kamburu, Cromwell, Hernani.......)
J.Jack Rousseau (Emile, İtiraflar, Toplum Sözleşmesi)
Goethe (Faust)
Lamartine (Greziella)
A. Dumas Pere (Üç Silahşörler, Monte Kristo Kontu)
A. Dumas Fils (Kamelyalı Kadın)ýý
Alfrede de Musset (şiirleriyle)
Schiller (“Haydutlar” adlı dramı ve denemeleriyle)
Lord Byron (Don Juan, diğer şiirleriyle)
Chateaubrian
Puşkin
Shakespeare
Stendhal (Romantizmden realizme geçmiştir)
Balzac (Romantizmden realizme geçmiştir)
“Romantizm, ağlayan yıldız, inleyen rüzgar, ürperen gece, kendinden geçen çiçektir”.
Musset
“Romanitzm, varlıkların olduklarından başka türlü olmadığına, olmayacağına üzülmektir”.
A. Gide
TÜRK EDEBİYATINDA ROMANTİZM
Tanzimat edebiyatı dönemindeki ürünlerin çoğunluğu romantik akımın etkisiyle kaleme alınmıştır.
Namık Kemal roman ve tiyatrolarıyla
Ahmet Mithat, ilk romanlarıyla
Recaizade Mahmut Ekrem, şiirleriyle
Abdülhak Hamit, tiyatrolarıyla
REALİZM (GERÇEKÇİLİK)
19. yüzyılın ikinci yarısında romantizmin aşırı duygusallığına tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır.
1857 yılında Gustave Flaubert’in “Madame Bovary” adlı romanıyla, realizmin, romantizm karşısındaüstünlük sağladığı kabul edilmektedir.
Realizmde, duygu ve hayaller yerini, toplum ve insan gerçeklerine bırakır. Konular gerçekten alınır. Yaşanan ve gözlenen gerçek bütün çıplaklığıyla anlatılır. Bunun sağlanması için gerektiğinde anket gibi bazı sanat dışı yöntemlere bile başvurulmuştur.
Bu akımda, gerçeğin anlatılması için kişilerin psikolojileri, onların kişiliklerini etkileyen çevrelerinin tanıtımı, içinde bulundukları ortam ayrıntılarıyla verilir. Onun için de betimleme, realist yazarlarda en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker. Yalnızca yaşananın anlatılmasına yönelen gerçekçiler, olaylar ve kişiler karşısında tarafsız davranırlar. Eserlerine kendi duygu, düşünce ve yorumlarını katmazlar. Yine, gerçek hayatın anlatılması esas olduğu için eserlerinde toplumun sıradan insanlarına rastlanır. Eserlerinde daha çok yaşamın olağan olaylarına yöneldikleri için çok basit bir konu bile ele alınıp işlenir.
Gerçekçi yazarların okuyucuyu eğitme gibi bir amaçları yoktur. Gözlem, araştırma ve belgelere dayanarak, yaşananı nesnel bir şekilde aktarmayı amaçlarlar.
Gerçekçi yazarlar, biçim güzelliğine çok önem vermişler, dilde ve anlatımda süsten, özentiden kaçınmışlardır.
Başlıca temsilcileri:
Stendhal (Kırmız ve Siyah, Parma Manastırı)
Balzac (Goriot Baba, Vadideki Zambak, Eugenie Grandet)
G. Flaubert (Madame Bovary)
Lev Tolstoy (Savaş ve Barış, Diriliş, Anna Karenina)
Dostoyevski (Suç ve Ceza)
A. Çehov (Vanya Dayı, Vişne Bahçesi)
M. Şolohov (Ve Durgun Akardı Don)
E. Hemingway (Çanlar Kimin İçin Çalıyor)
J.Steinbeck (Gazap Üzümleri)
Herman Melville (Moby Dick)
Charles Dickens (Oliver Twist, David Copperfield)
Gogol (Müfettiş, Ölü Canlar)
Turganyev (Babalar ve Oğullar)
M.Gorki (Çocukluğum, Benim Üniversitelerim, Ekmeğimi Kazanırken)
“Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde dolaştırılan bir aynadır. Bir bakarsın göklerin maviliğini, bir bakarsın yolun irili ufaklı çukurlarında birikmiş çamuru görürsün. Sonra da kalkıp heybesinde bu aynayı taşıyanı ahlaksızlıkla mı suçlayacaksınız? Aynası çamuru gösteriyor diye aynaya kabahat bulmak olur mu? Böyle çamurlu çukura bulunan yola, daha doğrusu suyun akmasını, kokmasını, çamur çukurları meydana getirmesini önlemeyen temizlik müfettişine ...”
Henri B.Stendhal
TÜRK EDEBİYATINDA REALİZM
Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası)
Samipaşazade Sezai (Zehra)
Nabizade Nazım (Kara Bibik)
Halit Ziya Uşaklıgil (Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar)
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Kiralık Konak, Yaban......)
Memduh Şevket Esendal (Ayaşlı ve Kiracıları)
Reaşat Nuri Güntekin (Romanlarıyla)
Refik Halit Karay (Romanları ve hikayeleriyle)
Sait Faik Abasıyanık (Roman ve hikayeleriyle)
NATÜRALİZM (DOĞALCILIK)
19.yüzyılın sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıkan natüralizm, bir anlamda realizmin bir üst basamağı (gerçeğe yaklaşmadaki katılığı nedeniyle) olarak düşünülebilir.
Natüralizmi, realizmden ayıran nokta onun deney yöntemine de yer vermesidir. Deney yöntemi, doğa olaylarında aynı nedenler, aynı koşullar altında aynı sonuçları doğurur düşüncesidir (Determinizm). Natüralistler bu anlayışın tabiatta olduğu gibi insan yaşamı için de geçerli olduğunu savunmuşlardır.Bu yaklaşımla pozitif bilimlerle sanatı birleştirmeye çalışmışlardır. İnsanın fizyolojik özellikleri üzerinde durmuş; insanı ırsiyet (soyaçekim) ve genetik özellikleriyle ele almışlardır. Ayrıca sosyal çevrenin insan üzerinde yaptığı etkileri de derinlemesine araştırmışlar, bir anlamda kendilerini bilim adamı, toplumu laboratuvar, insanı da deneme, inceleme aracı olarak ele almışlardır.
Natüralist yazarlar insanı belli koşulların içinde ele alır, onun duygu ve düşünce dünyasını, yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisi doğrultusunda çizerler. Onların eserlerinde insan kendi yazgısını biçimlendirici, çevre üzerinde değiştirici bir güç taşımaz. Toplumsal nedenleri bir yana bırakmışlar, yalnızca yaşananı “nesnel” bir biçimde aktarmakla yetinmişlerdir. Bu sebeple de onlara “zabıt katipleri” yakıştırması yapılmıştır.
İnsan psikolojisiyle fizyolojisini birbirine bağlı kabul ettikleri için eserlerinde kahramanların fiziksel özelliklerini çok ayrıntılı olarak vermişlerdir. Buna bağlı olarak da betimleme, doğalcı eserlerin en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker.
Realistlerdeki biçim güzelliği, kompozisyon olgunluğu ve üslup kaygısı natüralistlerde yoktur. Ancak natüralistler de halkın kolayca anlayabileceği açık ve yalın bir dil kullanmışlardır.
Tiyatroda, kostüm ve dekora önem veren natüralistlerin eserlerine genel olarak bir kötümserlik havası hakimdir.
Başlıca temsilcileri:
Emile Zola (Meyhane, Germiznal, Nana, Toprak.....)
Alphonse Daudet
Guy de Maupassant
Goncourt Kardeşler
“Roman anlatılmış ve tabiattan çıkartılmış belgelerle vücuda getirilmelidir. Tarihçiler, mazinin hikayecileri, romancılar da halin hikayecileridir”.
Goncourt Kardeşler
TÜRK EDEBİYATINDA NATÜRALİZM
Bizim edebiayıtımızda doğalcılık anlayışına en çok yaklaşarak eser veren sanatçı Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır. Ancak eserlerinde sosyal eleştiriye yer vermesi onu natüralistlerden ayıran önemli bir noktadır.
PARNASİZM
Fransa’da şiir türünde ortaya çıkmış bir akımdır. Şiirdeki gerçekçilik diyebileceğimiz parnasizm, bir anlamda realizmle natüralizmin şiirdeki sentezinden oluşmuştur. 1886’da “Parnas” adlı derginin yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır (Parnas: Mitolojide ilham perilerinin yaşadığına inanılan efsanevi dağın adı).
Parnasyenler şiiri salt biçim olarak görürler. Bu nedenle biçim güzelliğini her şeyin üstünde tutarlar. Yine aynı nedenlerle ölçü ve uyağa çok önem vermişler, ritmi ön plana çıkarmışlardır. Sözcüklerin birarada kullanılmasından doğacak müziği de şiir için gerekli görmüşlerdir. Parnasizm, romantizme tepki olarak doğduğu için bu akımda duygunun yerini düşünceler almış, parnasyenler şiirde ayrıntılı ve nesnel betimlemelere yer vermişler, duygusallığı reddetmişlerdir.
Şiiri, ışık, gölge, renk ve çizgilerle sağlamayı düşünürler.
“Sanat, sanat içindir” görüşünde olan parnasyenler şiirde yarar değil, güzellik ararlar.
Tarihteki mutlu dönemlere duyulan özlem, yabancı ülkelerin manzara ve gelenekleri işlenen konulardır.
Parnasyenler Eski Yunan ve Latin mitolojisine büyük hayranlık duyarlar. Dolayısıyla ele alınan bazı konular klasisizmle benzerlikler taşır.
Başlıca temsilcileri:
Th. Gautier
T.D. Banville
François Coppee
J.Maria de Heredia
TÜRK EDEBİYATINDA PARNASİZM
Bu akımın en belirgin etkileri Tevfik Fikret’te görülür. Kimi yönleriyle Yahya Kemal de bu akımdan izler taşır.
SEMBOLİZM (SİMGECİLİK)
19.yüzyılın ikinci yarısında parnasizme tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır. Parnasyenler insan duygularına, izlenimlere önem vermiyorlardı Onlar için önemli olan gerçekti, düşüncelerdi.Sembolistler bu anlayışa karşı çıkmış, duygusallığa, insanın iç dünyasına yönelmişlerdir. Onlara göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köprü kurmaya yarayan birer simgedir. Çünkü dış gerçek ancak insanın algılayış biçimiyle var olur. Yani insan onu nasıl algılıyorsa öyle değerlendirilir. Sembolistler, semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini ve izlenimlerini anlatmışlardır.
Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir. Onlara göre şiir düşüncelere değil duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz.
Şiirde anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince yorum getirebilmelidir. Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemlidir. Anlam kapanıklığı ve farklı çağrışımlar yaratabilme amacı, bol bol mecaz ve istiarelerin kullanılmasına yol açmış, dolayısıyla dil de ağırlaşmıştır.
Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık, sembolizmin en belirgin özelliklerindendir.
Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan ağartısı, perdede gezinen gölgeler ve ölüm başlıca temalarıdır. Lirizm, bu anlayışın en önemli ögesi durumundadır.
Parnasyenlerin genellikle “sone” nazım biçimini kullanmalarına karşın, sembolistler daha çok serbest nazım biçimlerine yönelmişlerdir.
Başlıca temsilcileri:
Baudelaire
Rimbaud
Mallarme
Verlaine
Puşkin
TÜRK EDEBİYATINDA SEMBOLİZM
Bu anlayışın ilk uygulayıcısı Cenap Şahabettin’dir. Ancak bu akımın en başarılı örneklerini veren şairimiz Ahmet Haşim’dir. Kimi yönleriyle Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairler de bu akımın izlerini taşırlar.
“Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın, ortalama bir dildir”.
Ahmet Haşim (Piyâle Önsözü)
EMPRESYONİZM (İZLENİMCİLİK)
1890-1910 yılları arasında Fransa’da gelişmiş; edebiyatta, resimde, müzikte etkisini sürdürmüş bir akımdır. Sembolizmle birlikte gerçeküstücülüğü (sürrealizm) hazırlayan bir akım niteliğindedir.
Bu akımda dış dünya ile ilgili gözlemlerin, sanatçının iç dünyasında oluşan değişik ruhsal durumuna göre yansıtılması esas alınmıştır. Onlara göre duyularımız dış dünyayı bize olduğu gibi değil, onun gerçek görünüşünü değiştirerek ulaştırır. Bunun için de bizim anlattıklarımız dış dünya değil, bu dünyanın hayalimizle bezenmiş bizdeki izlenimleridir.
“Seyreyledim eşkâl-i hayâtı
Ben havz-ı hayâlin sularında,
Bir aks-i mülevvendir onun’çün
Arzın bana ahcâr ü nebâtı”
Ahmet Haşim (Mukaddime)
SÜRREALİZM (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK)
20.yüzyılın başlarında Andre Breton tarafından Freud’un görüşlerine (psikanaliz yöntemi) dayanılarak açılan bir sanat akımıdır.
Gerçeküstücülüğün bilgi ve esin kaynağı olan Freud’a göre, insanoğlunun dış dünyasından edindiği alışkanlıklar, istekler bilinçaltında toplanır. Bu istekler düş (rüya, yarı rüya) durumunda çözülerek ortaya çıkar.
Sürrealistler, Freud’un bu görüşünü edebiyata uygulamışlari bir anlamda bilinçaltının, bilinç alanına olan egemenliğini savunmuşlardır. Dolayısıyla içinden geldiği gibi yazmak bu akımın en belirgin özelliğidir. Akılcılığın karşısındadırlar, geleneksel ve biçime dayalı inanç ve değerleri düşünceden silmişlerdir.
“Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak içim başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu, aklın denetimi olmaksızın (rüyada olduğu gibi) her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır”.
Andre Breton
Bu akımın Batı’daki en önemli iki temsilcisi Andre Breton ve Paul Eluard’dır.
Bizim edebiyatımızda Oran Veli Kanık’ın kimi şiirlerinde bu akımın izleri açıkça görülmektedir.