18 MART 2009 ŞEHİTLER
GÜNÜ ANMA TÖRENİ PROGRAMI
Sayın Kaymakamım Değerli Misafirler,
Çanakkale Zaferi’nin 95.yıldönümü 18 Mart Şehitler Günü sebebiyle şehitlerimizi
anmak için toplanmış bulunuyoruz.
Sayın Kaymakamım
Programı arz ediyorum.
1-Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı
2- Günün Anlam ve Önemini Belirten
Konuşma
3- 1.Dünya Savaşı ve
Çanakkale Savaşı’nın Önemi” konulu konuşma
4- İlçe Milli Eğitim Müdürü
Hamit Şahin’in “Çanakkale Savaşı’ndan bir öykü” anlatması
5- Mehmet
Akif Ersoy’dan “Çanakkale Şehitlerine” şiirinin okunması
6- Çanakkale Zaferi
ile ilgili sinevizyon gösteriminin yapılması
7- Faruk
Nafiz ÇAMLIBEL’in “Çanakkale” adlı şiirinin okunması
8- Bir
şehit Mektubunun okunması
9- Çanakkale
Cephesinden yabancı bir anının okunması
10- Müzik
Öğretmeni Yeşim ÇATAK ve öğrencileri tarafından “Çanakkale içinde aynalı çarşı”
türküsünün okunması
11- Gencelli
İlköğretim Okulu Müzik Öğretmeni İncilay ÇANAKEL “Eledim eledim” türküsünü okuması
Sayın
Kaymakamım, Değerli Misafirler,
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu,Büyük devlet adamı, Mustafa Kemal Atatürk ve
tüm şehitlerimizin manevi huzurunda, sizleri bir dakikalık saygı duruşuna ve
akabinde İstiklal Marşımızı okumaya davet ediyorum.
--Dikkat
--Ruhları şad olsun
Bu vatan, yetişmiş aydın insana en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde 250.000
genç vatansever evladını şehit vermiş, o dönemin yetişmiş eğitimli binlerce
evladını yitirmenin sıkıntısını sonradan çekmiş olmasına rağmen dünyaya
"ÇANAKKALE'NİN GEÇİLEMEYECEĞİNİ" de ispat etmiştir. En önemlisi de
Çanakkale ruhu Milli Mücadelenin başlangıcı olmuştur.
2- Günün anlam ve önemini belirten konuşmayı Garnizon
Komutanı. Ercan AKDENİZ yapacaktır.
Bu vatan, toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır;
Bir tarih boyunca, onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir...
3- 1.Dünya Savaşı ve Çanakkale Savaşı’nın Önemi” konulu konuşmayı okulumuz
Tarih Öğretmeni Ramazan BARLAS yapacaktır.
“Çanakkale'yi bir asker olarak anlatmak imkânsızdır. Çelikten, manevi güçten ,
vatan aşkından bir insan yapısı ne demektir ? Bu sorumun cevabı, işte şu
gösterişten uzak, mütevekkil ve sakin Anadolu çocuğunun kendisi idi. Düşmanları
ona hayrandı. “
General Von
SANDERS
4- İlçe Milli Eğitim Müdürü Hamit Şahin “Çanakkale Savaşı’ndan bir öykü”
anlatacaktır.
Biz kişilerin kahramanlık sahneleriyle ilgilenmiyoruz. Yalnız size Bomba Sırtı
olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz sekiz
metre,yani ölüm kesin...
Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulamamacasına hepsi düşüyor, ikincidekiler
onların yerine geliyor; fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve
tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakika sonra öleceğini biliyor,
en ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde
Kuran’ı Kerim Cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet
getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve
tebrike değer bir örnektir.
Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.
Mustafa Kemal ATATÜRK
5. Mehmet Akif Ersoy’dan “Çanakkale Şehitlerine” şiirini okulumuz Edebiyat
Öğretmeni Halil AKPINAR okuyacaktır.
Dur
yolcu! bilmeden gelip bastığın
Bu
toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de
kulak ver, bu sessiz yığın
Bir
vatan kalbinin attığı yerdir.
6- Şimdi
Çanakkale
Zaferi ile ilgili sinevizyon gösterimi yapılacaktır.
Çanakkale, cesaret ve inançla yoğrulmuş silahsız ve
cephanesiz bir milletin tarihe yazdığı hürriyet mücadelesidir.
M. Kemal ATATÜRK
7- Faruk Nafiz ÇAMLIBEL “Çanakkale” adlı şiirinin okulumuz 11/TM öğrencisi Mehmet İŞLER tarafından okunacaktır.
Topraklar
dile gelse, ah konuşsa şu taşlar
Nidalarda tekbirler, gökte ağladı kuşlar
Kol bacaklar kopmuştu, yerde vücutsuz başlar
….Şahadete ermişti, kan dolmuştu miğfere
….Çanakkale geçilmez, koştuk büyük zafere
8- Şimdi
okulumuz 12/TM sınıfı öğrencilerinden Osman ERÇİN’den “Bir şehit Mektubu”nu dinleyeceğiz. Okunacak
olan “şehit mektubu”nu;
-
Arkeolog İlhan Akşit “Çanakkale Savaşları” adlı kitabında yayınlamıştır.
-Bu
mektup,Hayat dergisinin 13 Mart 1975 tarihinde aslının fotokopisiyle birlikte
yayınlanmıştır.
-Bu
mektup halen Çanakkale’deki “Abide Müzesi”,”Deniz Müzesi”,”Milli Parklar
Müzesi”nde teşhir edilmektedir.
-1977’de
Abide müzesini ziyaret eden Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK bu mektubun
kendisine okunmasını istemiş ve mektup okunurken gözyaşlarını tutamamıştır.
-Mektubun
aslı,şehidin yeğeni Ethem Ruhi ÜNGÖR’dedir.
Mehmed'im,sevinin ,başlar
yüksekte!
Ölsek de sevinin,eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim,elbet bizimdir!
Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir
9- Bizim gözümüzden Çanakkale Zaferi’nin önemi kadar bizim topraklarımıza göz
dikmiş işgalci güçlerin askerlerinin gözünde nasıl değerlendirildiği de
önemlidir.Şimdi Bir Fransız Askerinin anı defterine ait bir yazıyı 10/TM
sınıfından Raziye ARSLAN okuyacaktır.
Seni anlatmaya yetmiyor dilim
Bayrağım burcunda al Çanakkale'm
Değilsin sadece şirin bir ilim
Diyetin ödenmiş bil Çanakkale'm
10-Müzik
Öğretmeni Yeşim ÇATAK ve öğrencileri tarafından “Çanakkale içinde aynalı çarşı”
türküsü okunacaktır.
Daha onbeşinde küçücük yaşı
Tekbirle çınlatmış dağ ile taşı
İman dolu göğsü gururlu başı
Mehmedimin kanı sel Çanakkale'm
11- Gencelli İlköğretim Okulu Müzik Öğretmeni
İncilay ÇANAKEL “Eledim eledim” türküsünü okuması
Duyuru:İlçe
Jandarma Komutanlığınca Jandarma lojmanlarına Şehit Er Süleyman ARI’nın ismi
verilmiştir.Açılışı yapılacaktır.
Ayrıca
İlçe Müftülüğünce şehitlerimiz için bugün yatsı namazından önce Mevlit
okutulacaktır.
Şehitleri
Anma programı sona ermiştir, arz ederim.
Program sunucusu: Rabia PEKŞEN 12-TM /Emre ER 11-B
İlçe
Yürütme Kurulu
Şehmus GÜNAYDIN
Ercan AKDENİZ Kadri
ÖLÇENOĞLU Doğan URHAN
Kaymakam V. Başkan Garnizon Komutanı Belediye Başkanı İlçe Emniyet Müd.
::: ÇANAKKALE
ŞEHİTLERİNE :::
Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,
Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;
“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.
Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.
MEHMET AKİF ERSOY
ÇANAKKALE
Öğün ey Çanakkale , cihan durdukça öğün !
Ömründe göstermedin bin düşmana bir düğün
Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün ,
Başına yüz milletin birden üşüştüğü yersin !
Sen savaşa girince mızrakla , okla , yayla ,
Karşına çıktı düşman çelikten bir alayla .
Sen topun donanmayla , tüfeğin bataryayla ,
Neferin ordularla boy ölçüştüğü yersin !
Nice tüysüz yiğitler yılmadı cenk devrinden,
Koştu senin koynuna çıkar çıkmaz evinden
Sen onların açtığı bayrağın alevinden,
Kaç bayrağın tutuşup yere düştüğü yersin !
Toprağından fazladır sende yatan adamlar ,
Irmağın kanla çağlar , yağmurun kanlı damlar,
O cenkten armağandır sana kızıl akşamlar,
Sen silahın inançla son dövüştüğü yersin !
Bir destana benziyor senin bugünkü halin ,
Okurken duyuyorum sesini ihtilalin.
Öğün , ey Çanakkale ki Mustafa Kemal’in,
Yüz milletle yüzyüze görüştüğü yersin.
Faruk
Nafiz ÇAMLIBEL
BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU
Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!
Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın
ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım.
Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti.
Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes
bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru
baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana,
annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip
kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam
ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı
sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı
gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim
ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları
rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı
sedasile beni teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını
açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi
sağılmış, aldım ve içtim.
Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile
böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?
Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım.
O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin
secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı
sesleri duyacak idi."
Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka
buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de
senin sayende görecektir.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf
dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler
bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu.
Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O
dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil
çayırların üzerine diz çöktüm.
Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum.
Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu
secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halkı! Sen bütün bunları
Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis
eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.
"Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini
İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle, ve
huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz
askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün
mahveyle!"
Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir
kimse tasavvur edilemezdi.
Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor.
İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz
mı?
Kadir'e mektup yazdım.
Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa
biz bilmiyoruz deyin.
Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu dünya böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki
adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.
Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun.
Oğlun
Hasan Etem
4
Nisan 1331
(17 Nisan 1915)