CUMHURİYET
Batı dillerinde cumhuriyetin
karşılığı, ulusun kendisini yönetmesi anlamına gelir. Cumhuriyet
rejiminde iki unsur çok önemlidir:
a- İdare edilenler
b- İdare edenler
Bu iki unsurun sahip olası gereken özelliklerin
başında dürüstlük gelir. Cumhuriyet rejiminde her iki tarafında
dürüst ve namuslu olması gerekir. Rejimin demokrasi paltformuna
oturtulması şarttır.
Cumhuriyet, ulusun vatan ve hukuka sevgisi ve içten bağlılığı ile
yaşatılmalıdır. Bu nedenle cumhuriyete hayat veren damarların başında
demokrasi gelir. Gerçek cumhuriyet rejimlerinde sistemin demokrasi
ile olan ilişkisi çok önemlidir. Çünkü iç ve dış tehlikelere karşı
cumhuriyet kendisini sert ve katı bir şekilde ama demokrasinin gerekleri
içinde koruyacaktır. Bunların dışına çıkılmaması gereklidir, aksi
taktirde demokrasi ile cumhuriyet arasında kopukluk başlar. Bundan
da en büyük zararı cumhuriyet rejimi görür. Onun için cumhuriyet
yöneticileri daima uyanık ve gözleyici durumda olacaklardır.
Demokrasiyi benimsemiş siyasi rejimlerdeki cumhuriyetlerde
özgürlüklerin kullanılma alanları, demokrasinin kuralları ile sınırlandırılmıştır.
Demokratik sistem ile idare edilen cumhuriyetlerde hiç kimsenin
sınırsız hak ve hukuku yoktur. Sınırsız hak ve hukukun olduğu rejimlere
de demokrasi veya cumhuriyet denemez. Çünkü demokrasilerde ve demokratik
cumhuriyetlerde kişilerin ve dolayısıyla toplumların özgürlükleri
hukuk yolu ile güvence altına alındığı gibi, buların sınırları da
adaletin kalemi ile çizilmiştir. Bu kısa açıklamadan sonra Atatürk'ün
cumhuriyet ve devlet anlayışına değinelim.
Atatürk, kurmuş olduğu genç Türk Devletinin yapısını 29 Ekim 1923
tarihinde cumhuriyetin temelleri üzerine oturturken, en kısa zaman
da bunun gereği olan demokrasiye geçileceğini öngörüyordu. O da
siyasi alanda demokrasinin çok partili sistemle gerçekleşeceğinin
bilincindeydi.
Atatürk'ün zamanımızdan yaklaşık üç çeyrek asır
evvel cumhuriyet için söyledikleri, bugün hala bazı batı ülkelerin
elde etmeye çalıştıkları düşüncelerdir. O söylediklerimi bilimsel
bir temel üzerine oturtmamış olsaydı, bu kadar zaman sonra düşünceleri
hala güncelliğini koruyabilir miydi? Atatürk sadece bilgili bir
asker, uzak görüşlü bir devlet adamı değil aynı zamanda gerçek bir
düşünürdü. Ayrıca sadece düşünce üretmekle kalmamış, bu düşünceleri
gerçekleştirerek, üçüncü dünya ülkelerine bağımsızlığın ve kurtuluşun
yolunu da göstermiştir. Bugün bağımsızlık savaşı veren pek çok ülkede
Atatürk adı hala bir bayrak gibi dalgalanıyorsa nedenini burada
aramak doğru olur.
29 Ekim 1923 günü ilan edilen cumhuriyetin alt yapısını Atatürk
aşama aşama nasıl hazırlamıştı ?
Cumhuriyet laik bir sistem üzerine kurulacaktı.
Yani cumhuriyet idaresinde ne halifeye ne de onun kalıntılarına
yer vardı. Cumhuriyeti adaletli bir adalet sistemi koruyacaktı.
Cumhuriyetin genç kuşakları çağ dışı kara kafalılar tarafından değil,
aydın bağımsızlık ve hürriyetin değerini bilen aydın kafalı öğretmenler
tarafından yetiştirilecektir. İmparatorluktan kalan mantık dışı
ne varsa hepsi kaldırılacak, cumhuriyetin temelini müspet ilim oluşturacaktır.
Cumhuriyetin yalnızca kanunlar ile, devlet zoru ile ve yasaklarla
korunamayacağının bilincinde olan Atatürk, onun gerçek değerini
anlayabileceğini söyleyebilmiştir. Geçen zaman içerisindeki olaylar
bu ileri görüşlü devlet adamının ve düşünürünün ne denli haklı olduğunu
göstermiştir.
Bilgisiz ve bilinçsiz bir halk topluluğunun ulus olma hakkına sahip
olamayacağını vurgulayan Atatürk, ulusun bilinçlendiği oranda hak
ve hukukuna sahip çıkacağını biliyordu. Bu nedenle eğitim ve kültüre
çok önem vermiştir. Onun, bir bakıma kültürü, cumhuriyetin temellerinden
biri olarak görmesindeki neden budur.
Atatürk'e göre sadece cumhuriyete sahip olmak yeterli değildir.
Ona layık olmak da gereklidir. Bunun içinde gereken yol gene eğitimden
geçiyordu.
Hürriyet ve bağımsızlığın kıymetini, erdemli ve
özverili, çağdaş eğitim almış olan gençler, savaş alanlarında bu
uğurda şehit düşen askerlerden çok daha iyi bilebilirlerdi Bağımsızlık;
hürriyet, cumhuriyet bundan böyle savaşarak değil, bunları değeri
bilinerek korunacaktı. Onun için kılıçla elde edilen zaferler, siyasi,
ekonomik, kültürel zaferlerle taçlandırılmalıydı.
CUMHURİYET'İN İLANI
Lozan'n kabulü ve barışın
sağlanması ile geride Türk Devleti'nin siyasal yapısını belirleyecek
devlet şeklinin ve adının ne olacağı sorunu kaldı. T.B.M.M.'nin
varlığı ile egemenliğin kayıtsız - şartsız ulusa ait olan, insan
haklarına dayanan bir devlet sistemi kurulmuştu. Fakat gerek halkın,
gerekse Meclis içinde bulunanların büyük kısmı Padişah'a dinsel
ve geleneksel bağlarla bağlıydılar. Padişah'ın işgal ettiği Saltanat
- Hilafet makamı yüzyıllardır kökleşmiş bir teokratik sistemdi.
1300 yılından beri de Osmanoğullarından başka hiçbir aile iktidar
olmamıştı. Egemenlik biri dinden, diğeri gelenekten gelen iki kaynaktan
çıkıyor ve Padişah'ta toplanıyordu. Gerçi İttihat Terakki bu gücü
kırmıştı, fakat sistemin özünü, yani egemenliğin kaynağını ve kullanılış
biçimini değiştirememişti. Egemenliğin, tanrı hakları sisteminden,
insan hakları sistemine geçişin bir sonucu olarak Padişah'tan ulusa
geçişi, bir ilke ve ülkü olarak Amasya Genelgesi'nde ortaya konmuş
ve 23 Nisan 1920'de B.M.M.'nde somutlaşmıştı. Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu da bu temel üzerine oturmuştu.
Kurtuluş Savaşı ulusal bağımsızlık yanında ulus
egemenliğini de açık bir biçimde ortaya koyduğu için Padişah daha
başından beri milliyetçilerin amansız düşmanı kesilmişti. M. Kemal
Paşa Padişah'ın ihanetini bildiği halde, henüz zamanı olmadığı için
Padişah'ı hedef almadı. Genç subaylık yıllarından beri inandığı
ve Erzurum'da Mazhar Müfit'e not ettirdiği "Cumhuriyet"
inancını "Ulusal bir sır" olarak sakladı. Kurtuluş Savaşı
içinde "Cumhuriyetçi" bir düşünceyi ortaya atmak, iç parçalanmaya
yol açacağı için bu yola gitmedi. Hatta Sivas Kongresi sırasında
"Cumhuriyet" ilan edelim önerilerini red etmişti. Fakat
Kurtuluş Savaşı'nın Başkomutanı, Türk Ulusu'nun kurtarıcısı M. Kemal,
Türkiye'nin siyasal yapısını değiştirmenin ilk adımını Saltanat'ın
kaldırılmasını sağlamakla attı. Saltanat'ın kaldırılışına en yakın
arkadaşları bile karşı çıkmışlardı. Meclis'te tutucu kanat direndiyse
de, M. Kemal Paşa'nın kararlı ve sert tutumu sonucu Saltanat'ın
kaldırılışı sağlandı. Fakat onun bu sert tutumu endişe doğurdu.
Bunun bir başlangıç olduğunu görenler çeşitli yöntemlerle M. Kemal
Paşa'yı engellemeye çalıştılar.
2 Aralık 1922'de Meclis'e muhalif grup tarafından
bir öneri verildi. "İntihab-ı Mebusan Kanunu"nda değişiklik
yapılmasını isteyen önergede "Büyük Millet Meclisi'ne üye seçilmek
için Türkiye'nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak
ve seçim çevresine yeni gelenlerin ise en az beş yıl oturmuş olmaları"
gerektiği kanun hükmü haline getirilmek isteniyordu. M. Kemal Paşa'yı
milletvekili seçilmekten yoksun bırakmak isteyen bu önerge üzerine
söz alan M. Kemal Paşa, doğum yerinin Türkiye'nin sınırları dışında
kaldığını ve bir yerde beş yıl oturmadığını belirttikten sonra,
düşmanlara karşı savaştığını, vatanı kurtarmak için hiç bir yerde
beş yıl oturamadığını hatırlatıp, ulusun sevgisisi kazanmış bir
insan olmasına rağmen kendisini yurttaşlık haklarından yoksun bırakmak
isteyen bu kimselerin bu yetkiyi kimden aldıklarını sordu. Önerge
red edildi.
Mustafa Kemal'in kamuoyu yoklaması yapmak üzere
14 Ocak 1923'de Batı Anadolu'da bir geziye çıkmasını fırsat bilen
muhalif grup, O'nun Ankara'dan ayrıldığının ertesi günü "Hilafet-i
İslamiye ve Büyük Millet Meclisi" başlıklı bir broşür yayınladılar.
Broşürün önceden hazırlanmış olduğu ve M. Kemal'in Ankara'dan ayrılmasını
fırsat bilerek dağıtıldığı anlaşılıyordu. Broşürün ana fikri, islam
kamuoyunun son gelişmelerden (Saltanatın Kaldırılışı) büyük ızdırap
içinde bulunduğu, Hilafet'in hükümet demek olduğu ve Hilafet'in
hukuk ve görevlerini yok etmenin hiç kimsenin, hiç bir meclisin
elinde olmadığı esaslarına dayanıyor, "Halife Meclisin, Meclis
Halife'nindir." sözleriyle bitiriyordu. Yürütme yetkisinin
Halife'ye verilmesini ve Meclis'in aldığı kararların ve kanunların
Halife'yi bağlamayacağı, dolayısıyla Meclis'in çıkardığı Saltanat
ve Hilafet ile ilgili yasaların meşru olmadığı görüşü savunuluyordu.
Bu bildiri, M. Kemal'e ve O'nun gerçekleştirmek istediği devrime
bir tepki idi.
İzmit'e gelen M. Kemal, din ve hilafet konusunda
yaptığı açıklamada "Türkiye Büyük Millet Meclisi Halife'nin
değildir ve olamaz, Türkiye Büyük Millet Meclisi yalnız ve yalnız
Ulusundur." dedi. T.B.M.M.nin büyük programının tam bağımsızlık,
kayıtsız şartsız ulusal egemenlik esaslarına dayandığını, teokratik
devlet biçiminin ve buna bağlı bütün toplumsal düzenin ve çıkarların
yıkılacağını belirtti. 16 Ocak'ta yaptığı toplantıda, Hilafet'in
dinle ilgisi olmadığını, siyasi bir mevki olduğunu, idare-i maslahatçılıkla
devrim yapılamayacağını belirttikten sonra "Devrimin kanunu
mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafamızdaki
cereyanı boğmadıkça başladığımız devrim ve ilerleme bir an bile
durmayacaktır" diyerek gericilere gerekli yanıtı verdi. Basınla
iyi ilişki kurmak istediği için İzmit'te yaptığı basın toplantısında,
"Devrim" yapılacağını açıklarken, Meclis'te birliğin sağlanması
için "Müdafaa-ı Hukuk Gurubu"nun gerekli olduğunu bunun
dışındaki grupların yararlı olmadığını belirtti ve İttihatçılardan
ülke yararı için politikaya karışmamalarını istedi. Bu sırada Annesi
Zübeyde Hanım'ın ölüm haberi geldi. İzmir'de annesinin mezarı başında
devrimci inancını "Ulusal hakimiyet uğrunda canımı vermek benim
için bir vicdan ve namus borcu olsun" sözleriyle bir kez daha
yineledi. Bu sırada Lozan'ın ilk görüşmeleri kesildiği için İsmet
Paşa ile Ankara'ya döndü. Meclis'te gizli oturumlar çok sert geçti.
Trabzon mebusu Şükrü Bey'in Topal Osman tarafından öldürülüşü, M.
Kemal'e saldırılara yol açtı. M. Kemal'i kendilerine buyük engel
gören, tutucu, gerici, ittihatçılar, çıkarcı gruplar, O'na karşı
muhalefette birleşiyorlardı. Yakın arkadaşlarından Rauf Bey, Kazım
Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Paşa'lar da yavaş, yavaş yanından
ayrılıp, Hilâfetçilere kuvvet veriyorlardı. Saltanatı geri getirmek
isteyen gericilerin çalışmaları karşısında arkadaşlarının kendisini
yalnız bıraktığını gören M. Kemal, 20 Mart 1923'te Konya'da yaptığı
bir konuşmada Türkiye'yi Ortaçağ karanlığına çekmek isteyen gericilere
karşı tutumunu açıkça şu sözleriyle belirtti: "Eğer onlara
karşı benim şahsımda bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben şahsen
onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız
benim şahsi imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim
ulusumun hayatıyla ilgili, o adım benim ulusumun hayatına karşı
bir kasıt, o adım ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir.
Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka
o adımları atanları tepelemektir... Sizlere bunun da üstünde bir
söz söyleyeyim. Örneğin eğer bunu sağlıyacak kanunlar olmasa, bunu
sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes
çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam; yine tepeler ve yine
öldürürüm."
Cumhuriyet'e doğru gidiş bu kararlı sözlerle
açıkça görülüyordu. M. Kemal Paşa, 8 Nisan 1923'de dokuz ilkede
görüşlerini toplatarak, programını belirlerken, siyasi biçimlenmeyi
de hazırladı.
Savaş zamanının T.B.M.M.'nin görevi son bulmuştu. Bu sebeple Meclis
kendini dağıtıp, seçime gitme kararı aldı. M. Kemal, dağılmadan
önce Meclisten 15 Nisan'da, Saltanatı geri getirmeye çalışanları
vatan haini kabul eden bir kanun değişikliği ile "Hıyanet-i
Vataniye Kanunu"na, ileride gerekirse yine İstiklal Mahkemeleri
kurma fırsatını veren bir ek getirdi.
Yeni kurulacak Meclis'te kuvvetli bir kadro oluşturmayı
ve böylece Cumhuriyet'i ilan etmeyi düşünen M. Kemal'in bu çalışmaları
yakın arkadaşlarının kendisinden uzaklaşmasını hızlandırdı. Rauf
Bey ve arkadaşları, M. Kemal'in partiler üstü kalmasını, politikaya
karışmamasını, önererek, O'nu pasif duruma getirmek istiyorlardı.
Rauf Bey'in İsmet Paşa ile aralarının açılması da bu ayrılığın başka
bir yönü idi. Lozan'dan dönen İsmet Paşa'yı karşılamak istemeyen
Rauf Bey Başbakanlık'tan bile istifa etti.
İkinci Meclis, toplandıktan sonra Lozan'ı onayladı. Artık sorun
Türkiye'nin rejiminin belirlenmesiydi. M. Kemal 22 Eylül 1923'de
"Neue Treie Presse" adlı bir Viyana gazetesi muhabiriyle
yaptığı görüşmede, 23 Nisan 1920'de kurulan sistemin Cumhuriyet
olduğunu fakat adının açıklanamadığını belirtip, yapılacak işin
yalnızca isim koymak olduğunu söyledi.
Yeni devletin başkentinin neresi olacağı da bir
sorundu. Ankara 1920'den beri bu işi yapıyordu. Merkezi ve güvenli
durumu ortada idi. Meclis'te uzun tartışmalardan sonra 13 Ekim'de
Ankara başkent olarak oy çokluğu ile kabul edildi. Cumhuriyet'in
ilanına bir adım daha yaklaşılmıştı.
M. Kemal'e Cumhuriyet'in ilanına fırsat veren bir hükümet buhranı
oldu. Başbakan Fethi Okyar Bey'e karşı Meclis'te muhalefet oluşması
üzerine M. Kemal, "Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti Vekili
Fevzi Paşa"nın dışında kabinenin istifasına karar verdi ve
27 Ekim'de uygulandı. Mevcut sisteme göre her bakan Meclis tarafından
tek tek seçiliyordu. İstifa eden bakanlar yeniden seçilirlerse,
görev kabul etmeyeceklerdi. Bu sırada Rauf Bey, Kazım Karabekir,
Ali Fuat, Refet Paşalar İstanbul'da bulunuyorlar ve temasları, Halife'ye
yakınlık gösterileri oluyordu. Ankara'da' ise kabine kurulamıyordu.
Bu gelişmeler üzerine "Cumhuriyet İlanı" ile işi kökünden
çözmeye karar veren M. Kemal 28 Ekim gecesi Çankaya'da İsmet Paşa
ve bazı kimseleri toplantıya çağırdı ve "Yarın Cumhuriyeti
ilan edeceğiz." diyerek kararını açıkladı. Misafirlerin ayrılmasından
sonra İsmet Paşa'yı alıkoydu ve birlikte, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda
gerekli değişikliği sağlayacak önergeyi hazırladılar. Ertesi gün
saat 10'da Parti grubunda yapılan toplantıda, M. Kemal Paşa Genel
Başkan olarak Hükümet buhranının mevcut sistemden kaynaklandığını,
bunun çözumünün istikrarlı bir sistemde olduğunu belirtttkten sonra
değişiklik önergesini okuttu:
* Türkiye Devleti'nin Hukümet şekli Cumhuriyettir
* Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur
* Türkiye Devleti, Hükümetin inkisam ettiği idare şubelerini İcra
Vekilleri (Bakanlar Kurulu)
vasıtasıyla idare eder.
Bu önerge Parti toplantısında tartışıldı Büyük
Millet Meclisi'nin aynı akşam (29 Ekim 1923) saat 18:45'de yaptığı
toplantıdan sonra 20.30'da "YAŞASIN CUMHURİYET" sesleri
arasında Cumhuriyet ilan olundu ve yeni Türk Devleti'nin adı kondu.
"TÜRKİYE CUMHURİYETİ". Hemen arkasından da Türk Ulusu'nun
kurtarıcısı Gazi M.Kemal oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçildi. Kürsüye
gelen Cumhurbaşkanı M. Kemal, kendisini Cumhurbaşkanı seçen Meclis'e
teşekkür ettikten sonra "Son yıllarda Ulusumuzun fiili olarak
gösterdiği kabiliyet ve istidat, kendi hakkında kötü düşüncede bulunanlarınn
ne kadar tedkikten uzak görünüşe önem veren insanlar olduğunu pek
güzel ispat etti. Ulusumuz kendisinde bulunan nitelikleri ve değeri,
hükümetin yeni adıyla uygarlık dünyasına çok daha kolay gösterebilecektir.
Türkiye Cumhuriyeti, dünyada işgal ettiği yere layık olduğunu eserleriyle
ispat edecektir... Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve muzaffer
olacaktır." sözleriyle konuşmasını tamamladı. M. Kemal Cumhurbaşkanı
seçildiğinde henüz 42 yaşındaydı. Cumhuriyetin ilk Başbakanı İsmet
Paşa oldu.
19 Mayıs 1919'da Samsun'da başlayan yeni ve bağımsız,
bir Türk Devleti kurmak savaşı dış ve iç düşmanlara karşı başarıyla
sonuçlanarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Kurtuluş Savaşı'nın inanç
ve başarısı nasıl Atatürk'ün eseri idiyse, Cumhuriyet de yine O'nun
eseri idi. İleriki yıllarda bunu şu sözleriyle belirtti. "Benim
en büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti'dir."
SONUÇ
Bir zamanların muhteşem Osmanlı İmparatorluğu,
gerek iç gerekse dış etkenlerin sonucunda 18. y.y.'dan itibaren
hızlı bir çökuntüye girdi. Kapitülasyonlar sebebiyle Avrupa devletlerinin
açık pazarı durumuna geldi. Rusya ve Avusturya'nın devamlı saldırıları
sonunda savaşları kaybederken, önemli topraklarını elden çıkardı.
İmparatorluğun bu çöküntüsünü gören Padişahlar, İmparatorluğu kurtarmak
için ıslahat önlemlerine başladılar. Fakat yalnızca askeri olan
bu önlemler etkili olamadı. III. Selim'in başlattığı Nizam-ı Cedit
ise 1807'de gerici bir ayaklanma ile son buldu.
19. y.y.'da çöküntü büyük hızla sürerken, Fransız
Devrimi'nin ortaya koyduğu ulusal bağımsızlık ve egemenlik akımları,
Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar'da yaşayan Hristiyan azınlıklarını
etkiledi ve bagımsızlık isteklerini kamçıladı. Sırp, Yunan ve hatta
Mısır ayaklanmaları İmparatorluğun iç bünyesini sarstı ve bunlar
giderek bağımsızlık veya özerklik kazandılar. Bu yüz yılda Rus tehlikesi
karşısında İngiltere ve Fransa Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak
bütünlüğünü koruma potikası izlediler. Kırım Savaşı'nda bu politika
sonucu Rusya'ya savaş bile açtılar. 1838 ticaret anlaşması ile imparatorluk
ekonomik bakımdan batının eline geçerken, 1854'den sonra başlayan
dış borçlanma ile, 1881'de mali iflasa ve batının mali denetimine
girdi. II. Mahmut Islahatı ve Tanzimat da İmparatorluğun kurtuluşu
için çözüm olmadı. Genç Osmanlılar'ın çalışmaları 1876'da Kanun-u
Esasi'nin ilanını hazırladı. Birinci Meşrutiyet yaşama fırsatı bulamadan
1877-78 Osmanlı-Rus savaşı bu dönemin sonunu hazırlarken, Abdülhamid'in
"İstibdatı" başladı. Bu tarihten sonra İngiltere de koruyucu
politikasını terk etti. Ermeni konusu da ilk kez gündeme geldi.
Osmanlı İmparatorluğu bundan sonra Almanya'ya yanaştı. Alman siyasi,
askeri ilişkisi, Alman ekonomik ihtiraslarını da getirdi. Bağdat
Demiryolu projesi bunu simgeledi.
20. y.y.'a girilirken Abdülhamid'e karşı başlayan
Genç Türk hareketi gittikçe kuvvetlendi ve 1908'de II. Meşrutiyeti
getirdi. Fakat 31 Mart gerici ayaklanması ile 1909'da iç buhran
yaşandı. II. Meşrutiyet de İmparatorluğu kurtaramadı. Osmanlıcılık,
İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük akımlarının çatıştığı bu dönem,
içte buhranlar, anarşi yaratırken, dışta da Trablus ve Balkan Savaşları'nda
büyük yenilgi ve tüm Makedonya'nın kaybı ile sonuçlandı. 1914 yılında
başlayan Birinci Dünya Savaşı'na Almanya yanında giren İmparatorluğun
kaderi de çizilmiş oldu. Bu savaştan çok ağır kayıplarla yenik çıkan
Osmanlı İmparatorluğu Mondros Ateşkesi ile kayıtsız şartsız teslim
oldu.
Yüz yıldan beri süren Doğu Sorununun çözümü,
Avrupa'nın Hasta Adamının mirasının paylaşılması ile Türk Ulusu'nun
dünya siyasi tarihindeki varlığı ortadan kaldırılmak isteniyordu. Savaş içinde gizli anlaşmalarla, İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya
Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılmasını kararlaştırmışlardı. Fakat
Rusya'da devrim çıkınca anlaşmalar önemini yitirdi. Türk Ulusu'nun
hakkında karar verecek en büyük kuvvet İngiltere idi. İngiltere
Batı Anadolu'yu Yunanistan'a veriyor, Doğuda bir Ermenistan ve Kürdistan
kurmak istiyor, Türk yurdunun geri kalan yerlerini de Fransa ve
İtalya ile paylaşıyordu. Ülkenin yağmalanmasına boyun eğen Padişah
ve Hükümet, kurtuluşu İngiliz himayesinde görüyorlardı. Halk ve
aydınlar çaresizlik içinde, çoğunluk kadere boyun eğmiş görünüyordu.
Kurtuluş çareleri arayanlar Padişah - Halifesiz bir çare düşünemiyordu.
Kurtuluşu Amerikan mandasında görenler veya yörelerinin kurtuluşunu
sağlamak için çalışanlar vardı.
Birinci Dünya Savaşı'nın sonundaki perişan ve
çaresiz durumda, bir tek insan, M. Kemal topyekün kurtuluş ve tam
bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak düşüncesiyle Samsun'a geldi.
O'nun yola çıktığı sırada ise Yunanlılar İzmir'i işgal ediyorlardı.
Padişah ve Hukümet ise İzmir'i Yunanlılara veren İngilizlerin hala
körü körüne her isteğine boyun eğiyorlardı. Düşmanla işbirliği yapan
Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin bu tutumları karşısında M. Kemal,
ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik savaşının esaslarını Amasya'da
ulusu ve orduyu Padişah - Halifeye karşı ayaklandırmak şeklinde
belirledi. Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde de bu esaslar içinde
yeni bir Türk Devleti'nin kuruluşunun ulusal bilinçlenme, idari,
siyasi örgütlenmesini de gerçekleştirdi. Misak-ı Milli ile bu esaslar
İstanbul'da bir kez daha ortaya konunca İngilizler, İstanbul'u işgal
ettiler. Bundan yılmayan M. Kemal, Ankara'da ulusun meşru iradesinin
eseri olan ulusal egemenlik prensibini B.M.M. ile ortaya koydu.
Fakat bütün bunların gerçekleşmesi çok büyük güçlükler ve olanaksızlıklar
içinde yapılıyordı. Bir yandan İtilaf Devletleri ve Yunan saldırısı
ve baskıları bir yandan Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin M. Kemal
ve B.M.M.'ni gayri meşru ilan etmesi, Türk Ulusu'nu olumsuz yönde
etkiledi. Türk Ulusu, yüzlerce yıldan beri dini ve geleneksel iktidar
kabul edilen Padişah - Halife ile bu değerleri yıkan ve yerine ulusal,
egemenlik değerleriyle ulusu bir araya toplamak isteyen M. Kemal
hareketi arasında bir süre bocaladı. Yer yer B.M.M.'nin otoritesine
karşı ayaklanmalar çıktı.
Doğu Anadolu'da Ermenilere, Güneyde Fransızlara
karşı savaşıldı. Batıda Yunan Taarruzu ve iç ayaklanmalara karşı
Kuva-yı Milliye ile çözüm bulan B.M.M. daha sonra düzenli ordu kurar.
I. ve II. İnönü Savaşları ile ilk askeri başarılarını sağladı. Diğer
yandan dış ilişkilerde Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması'nı
imzaladı. Sakarya Meydan Savaşı'nda Yunan Ordusu'nu yendi. Fransa
ile de anlaşan Türkiye İtilaf blokunu da parçaladı. 26 Ağustos 1922'de
başlayan ve 9 Eylül'de İzmir'de Yunan Ordusu'nun denize dökülmesi
ile son bulan Büyük Taarruz, Türkiye gerçeğini ve Türk Ulusu'nun
yenilmez azmini bütün dünyaya kanıtladı. Askeri başarısını Mudanya
Ateşkesi ve Lozan Antlaşması ile de onaylattı. Emperyalizme karşı
yapılan bağımsızlık savaşını kazanan, "Türk Mucizesi"ni
yaratan Türkiye'nin bu başarısı bütün Mazlum Uluslara örnek oldu.
M. Kemal Kurtuluş Savaşı'nın bittiği yerde; Türkiye'nin
çağdaşlaşma savaşını başlattı. 1 Kasım 1922'de Saltanat'ın kaldırılışı
ve 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet'in İlanı ile Türkiye yeni devlet sistemini
Fransız Devrimi ile ortaya konan insan haklarına dayanan "Ulusal
ve Laik Devlet"i gerçekleştirmiş oldu. Ancak, çağdaş devlet
ve ülke olma mücadelesi için Türk Devrimi'nin başarılması için Cumhuriyet
döneminde Atatürk 'ün yeni mücadele vermesi gerekiyordu.
Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi
1, Ege Ün. Basımevi, 1986, ss. 359-366
CUMHURİYET YÖNETİMİ
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Saygıdeğer Üyeleri!
Büyük Millet Meclisinin hayırlı ve bereketli elinin,
Türk milletinin geleceğini yönetmeye başladığının beşinci senesini
kutluyoruz. Bu vesileyle yüksek heyetinizi saygıyla selâmlarım.
Geçen sene Büyük Millet Meclisi, Türk milletinin
gerçek arzularına uygun olarak devlet şeklini Cumhuriyet olarak
kararlaştırdı. Cumhuriyet yönetimi, ülkemizin en uzak köşesine kadar
büyük bir heyecanla ulaştı, kabul gördü. Millet; cumhuriyetin,Türk
vatanını asırların kötü yönetiminden kurtaracak ve ülkeyi lâyık
olduğu gelişme seviyesine ulaştıracak yegâne yönetim şekli olduğunu
anladı. Millet, cumhuriyetin şu anda ve gelecekte her türlü tehlikeden
korunmasını talep etmektedir. Milletin talebi, cumhuriyetin denenmiş,
sınanmış ve olumlu sonuçları alınmış bütün esaslara bir an evvel
ve tam anlamıyla geçilmesi şeklinde ifade edilebilir. Yüksek Meclisin
büyük bir önem vererek uğraştığı teşkilâtı esasiyede (Anayasa'da),
milletin talebini karşılamak hepimizin görevidir. Diger taraftan,
hükûmetin görevi, gelişmiş ve medenî yönetimin bütün gereklerini
anlaşılır ve çok hızlı bir şekilde ülkemizin tamamında uygulamak,
aksaklıkları gidererek geliştirmektir.
Görevimizi, milletin arzularına uygun olarak
yapabilmeyi bütün gönlümle temenni ederim.
Mustafa Kemal ATATÜRK
1 Mart 1924
ATATÜRK'ÜN 24 NİSAN 1920 TARİHLİ MECLİS KONUŞMASI
(TBMM Kültür Sanat Yayın Kurulu tarafından yayınlanmış olan; Atatürk'ün
Türkiye Büyük Millet Meclisini Açış Konuşmaları, adlı yayın esas
alınarak, TBMM Kütüphane Dokümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü'nce
hazırlanmıştır.)
ANKARA MİLLETVEKİLİ MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN ATEŞKESTEN MECLİSİN AÇILMASINA KADAR GEÇEN SÜRE İÇİNDEKİ SİYASİ DURUM HAKKINDAKİ MECLİS KONUŞMALARI
24 Nisan 1920
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara)
Sayın milletvekilleri!
Bu gün içinde bulunduğumuz durumu büyük Meclisinizin huzurunda tam
olarak ortaya koyabilmek için bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum.
Arzedeceğim konular birkaç bölüme ayrılabilir:
Birinci bölüm, Ateşkesten Erzurum Kongresine kadar
geçen süre içindeki durumla ilgilidir.
İkinci bölüm, Erzurum Kongresinden 16 Mart tarihinde
İstanbul'un düşmanlar tarafından işgal edildiği güne kadar olan
süreyi içine almaktadır.
Üçüncü bölüm, ise 16 Mart'tan şu dakikaya kadar
olan durumla ilgili olacaktır.
Açıklamalarım birtakım belgelere dayanacaktır. İzninizle
o belgeleri gerektikçe burada okuyacağım. Yalnız birinci dönem ile
ilgili açıklamalarım belki biraz şahsi olacaktır. İçinde bulunduğumuz
durumu bütünüyle aydınlatabilmek için o dönemden söz etmeyi gerekli
buluyorum.
Yüce makamlarınızca da bilindiği gibi, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti,
milli temele dayanan âdil bir barışı sağlayabilmek umudu ile ateşkes
istedi. Bağımsızlığı uğrunda dürüst ve cesur bir biçimde savaşan
ulusumuz, 30 Ekim 1918 tarihinde imza edilen ateşkes antlaşması
ile silahını elinden bıraktı. İtilâf donanmaları İstanbul'a girdikten
sonra ateşkes antlaşmasının hükümleri bir tarafa bırakıldı; gün
geçtikçe artan bir şiddetle, saltanat hakları, hükümetin gururu,
milli onurumuz hiçe sayıldı. İttilâf heyetinden gördükleri özendirme
ve koruma sayesinde Osmanlı uyruğundaki müslüman olmayan unsurlar
her yerde küstahça saldırılara başladılar.
Meclis-i Mebusan'ın feshi, kuvvetini milletten
almayan hükümetlerin sık sık değişmesi ve halkın vicdanından doğan
milli birlik uğrundaki çalışmaların üzücü bir şekilde siyasi ihtiraslara
kurban edilmesi yüzünden dünyaya karşı milli varlığımız duyurulamadı.
Yabancı kuvvetlerin işgali altında inleyen başkentimizde kan ağlayan
bütün onurlu kişiler, millet aydınları, din ve devlet hizmetlerinin
önde gelen kişileri, büyük hilâfet ve saltanat makamı milli bağımsızlığımızın
bu tehlikeli durumdan kurtarılmasının ancak milli vicdandan doğan
birliğin azim ve iradesine bağlı bulunduğuna iman getirdiler. Fakat
İstanbul'un baskı ve işgal altında bulunması sebebiyle milli onuru
korumaya maddeten olanak kalmamıştır.
İşte bu sırada, Anadolu'ya mülki ve askeri işlerle
görevli olarak ordu müfettişliğine atandım. 16 Mayıs 1919 günü İstanbul'u
terk ettim, Samsun'da bu iş için görevlendirilmemi, din ve millete
hizmet etmek için en büyük ve kutsal bir şeref olarak kabul ettim.
Milli vicdanın büyük iradesine bağlı olarak, milleti bağımsız ve
vatanımızı düşmanlardan arınmış görünceye kadar çalışmak andıyla
16 Mayıs 1919 günü İstanbul'dan ayrıldım. Samsun'da işe başladım.
İlk düşüncem, ülkemizde güvenliği kendi olanaklarımızla gerçekleştirebileceğimiz
inancı oldu. Aslında Canik Livası'nın (Merkezi Samsun'da olan o
zamanki sancağın adı) özel durumu da bu konuda en hızlı biçimde
davranılmasını gerekli kılmakta idi. Gerçekten Rumların egemenliğini
ve islâm halkının tutsaklığını amaçlayan, Atina ve İstanbul komitaları
tarafından yönetilen Pontus Hükümeti, Karadeniz sahili ile kısmen
Amasya ve Tokat'ın kuzey ilçelerinde oturan Osmanlı Rumlarının hayallerini
körüklüyordu. Alınan önlemler sayesinde başarılı sonuç elde edildi.
Fakat bu önlemler ve başarı yalnız Pontus dolayları ile sınırlı
idi. Halbuki her gün haksızlıklarını artıran İtilâf Devletlerine
milli varlığımızı siyasi olarak kanıtlamak ve fiili saldırılar karşısında
ulusun namus ve bağımsızlığını bilfiil korumak çok önemli idi. Aslında
doğuda ve batıda, hemen ülkemizin her yanında millet ve vatan haklarını
korumak ve kollamak için dernekler kurulmuştu. Bu dernekler, düşmanlarının
esaret boyunduruğuna girmemek amacı ile milli vicdanın azim ve iradesinden
doğmuş kuruluşlardı.
Bu sıralarda, bütün belediye başkanlarımıza İstanbul'da
İngiliz Muhipleri Cemiyeti (İngiliz Dostları Derneği.) kurulduğu
ve her yerde derneğe katılarak İngilizlere yardım edilmesinin gereği
konusunda Said Molla imzası ile bir telgraf geldi. Bu olayda Hükümetin
ilgi derecesini ölçmek için Sadrazam (Başbakan) olan Ferit Paşa'dan
bilgi istedim. Hiçbir cevap alamadım. Bilinmeyen kişiler tarafından
başlatılan böyle düzensiz ve çeşitli siyasi maceralara yönelik girişimlerin,
büyük felâketlere sebep olacağını anlayan ulus, Said Molla'nın çağrısını
önemsemedi.
Binlerce saldırı ve haksızlıklar altında inleyen ve İzmir faciası
olayı karşısında kan ağlayan millet, hükümetten ve itilâf devletleri
temsilcilerinden ağlayarak yardım ve hak isterken, pek çok belediye
başkanı ve birçok milli hakları koruma dernekleri gönderdikleri
telgraflarda hakkımda güvenlerini bildirerek benden bu konuda çalışma
ve özveri istiyorlardı.
Yaşamımı ve kişiliğimi adadığım soylu ve ezilmiş
ulusumun bu haklı isteği üzerine artık benim için kutsal görev,
milli iradeye uymayı her şeyin üzerinde görmekti. (Sürekli alkışlar)
Bunun üzerine yayınladığım bir genelge ile millete kesin sözümü
verdim. işbu genelgenin son cümlesi şöyle idi:"Geçirdiğimiz
şu ölüm ve kalım günlerinde, bütün milletçe her tarafta arzu ve
coşku ile elde edilmeye azmedilen milli bağımsızlığımız uğrunda
tüm varlığımla çalışacağıma güvenmenizi isterim. Bu kutsal amaç
uğrunda ulusumla birlikte sonuna kadar çalışacağıma da mukaddesatım
adına söz veririm"
27 Mayıs 1919 günü "Türkiye - Havas Reuter"
adında itilâf devletlerinin kurduğu ajans, bildiğiniz gibi toplanan
Saltanat Şürası (Padişahlık Danışma Kurulu) hakkındaki açıklamalarında
"Genel kurulun düşüncesinin, Türkiye için büyük devletlerden
birinin koruyuculuğunu sağlamak olduğu" kaydı ile yayın ve
bildiride bulundu. Bu yayının doğruluk derecesi hakkında bütün ulusta
büyük bir şüphe ve tereddüt uyandı. Ajans haberinin tamamen bir
uydurmaya dayandığı ve Saltanat Şürasının hiçbir şeye karar veremediği,
çoğunluğun hükümete güven duymadıkları ve geleceğimizle ilgili olayın
bir milli şüraya sunulmasının gerektiği konusunda konuşmalar yapıldığı,
bundan dolayı herkesin milli bağımsızlık taraftarı olduğu anlaşıldı.
Bunun üzerine Sadaret Makamı'na aşağıda açıklayacağım bilgileri
sundum ve durumdan halkı haberdar ettim.
Yüce Sadrazamlık Makamına
27 Mayıs 1919 tarihli Türkiye - Havas Reuter ajansı, Saltanat Şürasında
çoğunluğun düşüncesinin, Türkiye'nin bütünlüğünü koruma şartıyla
büyük devletlerden birinin koruyuculuğunun sağlanması olduğunu yazıyor
ve açıklıyordu. Saltanat Şürası konuşmalarını aynen yayımlayan 27
Mayıs 1919 tarihli İstanbul gazetelerinin yazdıklarına göre yalnız
Sadık Beyin yazılı önergesinde İngiltere korumasının önerildiği
ve bunun da genel kurulun fikri olmadığı anlaşılıyor. Ajans ile
gazetelerin yayını arasındaki çelişki, bazı taraflarca üzerinde
durulmaya ve ajansın gerçeği saptırmak konusunda kendini yetkili
görme cüreti ise soruşturulmaya değer görülmüştür. içinde bulunduğumuz
bu hassas devrede artık her gerçeği tam anlamı ile kavrayan ve bütün
kötü sonuçlara karşı en son özveriyi göze alarak milli bağımsızlığımızın
korunması konusunda kesin kararlı olan milletin, huzura kavuşması
ve avunmasının Hilâfet ve Saltanat makamından gelecek doğru ve samimi
bir işarete bağlı olduğu kanısındayım. Milli vicdanı temsil etmeyen
haberler, endişelendirici tepkiler yapabileceğinden bu konuda açıklayıcı
ve uyarıcı olmanızı özellikle rica ederim.
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
MUSTAFA KEMAL
Bu sıralarda, İzmir ve Aydın'daki iz bırakan faciaların
etkisi ile de millet uyanmış ve heyecanı dikkati çekecek bir düzeye
varmıştı. Ulusun düşüncelerini geçici olarak yatıştırmak arzusu
ile olacak, Sadrazam Paşa Paris'e davet olundu. Ferit Paşanın başkanlığı
altında giden heyete milletin güveni olmadı, ben de şahsen milletin
bu haklı şüphesine katıldım. Millet, giden heyetin programının açıklanmasını
istedi. Bu pek karışık zamanda Harbiye Nazırından (Milli Savunma
Bakanı) aşağıdaki telgrafı aldım:
"Yüksek emirleriniz altındaki gemilerden biri ile hemen buraya
gelmeniz rica olunur."
8 Haziran 1919
Harbiye Nazırı Şevket Turgut
Bu davetin amacını ve içyüzünü anlayamadım, açıklayıcı bilgi istedim.
Ayrıca, konuyu Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa'dan da sordum.
Adı geçen kişiden 11 Haziran 1919'da aldığım cevapta "Kıymetli
bir generalin Anadolu'daki gezisinin kamuoyunda iyi. bir etki yapmayacağı
düşünülerek İngilizlerin beni istediği bildiriliyordu. Bu gerçeği
öğrenince doğrudan doğruya saygıdeğer Padişah hazretlerine şu fikirlerimi
arz ettim.
Padişah Hazretlerinin devletli mabeyni (Sarayda ,Padişahın yazı
ve görüşme işlerine bakan daire, özel kalem kalem.) yüce başkâtibi
vasıtasıyla Padişah Hazretlerinin devletli katına:
Büyük ulusun ve kutsal hilâfetin biricik ve gerçek dayanağı bulunan
yüce saltanatınızı Tanrı kötülüklerden korusun? Yüce Padişahım,
ülkemizin bu gün uğradığı büyük baskı ve bölünme tahlikesi karşısında
ancak yüce varlığınız başta olmak üzere, milli ve kutsal bir kudretin
çabası; vatanı, devlet ve milletin bağımsızlığrını şan ve şerefi
büyük hanedanının altı buçuk asırlık yüce tarihini kurtarabilir.
Çevremizdeki kişiler bu genel kanıda birleşmiştir. Son olarak huzurlarınıza
kabul edilmek onurunu kazandığımda, üzücü izmir olayı dolayısıyla
hüzün dolu olan kutsal kalbinizden doğan kurtuluşla ilgili görüşleriniz
bu gün bile belleğimdeki yerini korumaktadır.
Bu duygumu açıklamak
isterim. İstanbul'dan son olarak ayrılacağım gün bu şerefe kavuşmuştum.
Bu sırada Yüce Şahsınız Boğaziçinde bulunan İngiliz donanmasının
saraya yönelik toplarını göstererek, "görüyorsun" dediniz.
"Ben artık memleket ve milletin , nasıl kurtarılması gerekeceği
hususunda kararsızlığa düşüyorum" ve ellerinizi kaldırarak,
"inşallah millet akıllanır ve uyanır, bu üzücü durumdan gerek
beni ve gerekse kendisini kurtarır" buyurdunuz. Yazımda arz
etmek istediğim bu kutsal sözlerdir.
Hükümdarımızın bu gönül dileğinden esinlenerek kesin kararlı ve
inançlı olarak görevime devam ediyorum. Hükümdarımızın emirleri
gereği Sadrazam Paşa kulunuzu daima önemli konularda aydınlatmakta
ve gereğini arz etmekte ve uygulamaktayım. Şu bir ay içinde Zat-ı
Şahanelerinin Anadolu'sundaki hemen bütün il, liva, ilçe ve hudut
boylarına kadar olan yerlerdeki milletin durumunu ve tüm kumandan
ve memurların düşünce ve çalışmalarını öğrendim ve bilgi edindim.
Sonuç olarak açık bir şekilde görülüyor ki, millet baştan aşağı
uyanık olup devlet ve milletin bağımsızlığı ve yüce saltanat ve
hilâfet hakkının korunması için kesin kararlı ve inançla dolu bulunuyor.
İstanbul'da iken milletin bu kadar kuvvetle ve az sürede felâketlerden
bu derece etkilenebileceğini düşünemedim.
Yüce Padişahım! Bu nitelik ve durumda bulunan
ve kutsal şahsınıza bağlılık içinde olan temiz milletinize tam anlamı
ile güvenilmesi ve bunun karşılığı olarak da gerçekten bu milli
ve vicdani kuvvete yardımcı olunması gerekir. Son kutsal buyruklarınız
bütün milletin azim ve yiğitliğini artırmıştır.
Yalnız, üzülerek bildirmek isterim ki, temiz Anadolu halkı, bugünkü
zor dönemde bile İstanbul'daki uygunsuz ve nefret uyandıran konulardan
ve kışkırtıcı söylentilerden rahatsız durumdadır. Gerçekten İstanbul
yöresinin bozulmaya yatkın ahlâkı ve bundan yararlanmayı bilen yabancılar,
devlet ve milletin yok olması ve devlet, millet ve padişahına bağlı,
özverili hizmet yeteneği bulunan kişilerin ortadan kaldırılması
konusunda aşırı bir cesaret gösteriyorlar.
Yüce Padişahım! Hükümdarları hatırlayacaklardır
ki, verilen görevin yerine getirilmesi sırasında, yabancıların ve
bazı bozguncuların mutlaka yalanlama ve önleme ihtimallerini daha
İstanbul'da sunduğum açıklamalar içinde üstü kapalı şekilde anlatabilmeye
çalışmış ve özellikle Sadrazam Paşa ile Devletin bazı önemli kişilerine
pek açık olarak anlatmış ve böyle durumlar karşısında Ali İhsan
ve Yakup Şevki paşaların düştüğü kötü duruma düşmeyeceğimi eklemiştim.
İşte milli vicdanın ciddi izlenimlerini ve meydana. gelen yeni durumları,
istilâcı çıkarlarına, zıt gören İngilizler ve vatanın zararına da
olsa, İngiliz taraftarlığını meslek edinen zayıf karakterliler,
bu kere güçsüzlüklerini ortaya koyarak beni İstanbul'a çağırmak
girişiminde bulunuyorlar. Pek şerefli hakanımızdan, milletine, vatanına
bağlı ve bu uğurda ölümü hoşgörü ile karşılayan benim gibi bir kumandanın,
yüce saltanat haklarına ve milletin ölmezliği ve var oluşuna düşman
olanlarla işbirliği yapacağını ummaları kesinlikle beklenemezdi.
Bundan dolayı bendeniz Malta'ya gitmek veya en azından iş görmez
duruma getirilmek gibi ihtimaller karşısında bırakıldım ve doğal
olarak da bunu kabul etmeyeceğim, eğer zorunlu kılınırsam gönül
rahatlığı ile memuriyetimden istifa ederek eskiden olduğu gibi Anadolu'da
ve millet sinesinde kalacağım; vatan görevimi bu kez daha açık adımlarla
sürdüreceğim. Millet bağımsızlığına kavuşsun, saltanat makamı ile
yüce ve büyük hilâfet yok olmaktan kurtulsun. Sonsuz bağlılığımın
daima artmakta olduğunu bildirerek buna inanmanzı rica ederim.
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
M. KEMAL
Bütün milletin, durumunu anlayarak geleceğine
kendi başına hükmetmeye kararlı olduğunu anlamıştım. Milletin ve
ülkenin şimdiki durumu göz önünde tutularak, haklarını korumak ve
kollamak üzere her türlü etki ve denetimden arındırılmış milli bir
kurulun oluşturulmasını gerekli gördüm. Bunun için ilgili kişilerle
görüşerek ve konuşarak Sivas'ta genel bir milli kongrenin toplanmasını
kararlaştırdık. Büyük ve kanlı tehlikeli olaylarla daha çok karşı
karşıya bulunan doğu illerimiz, Erzurum'da adı geçen il adına aynı
amaçla bir kongre toplanması girişiminde bulunmuştu. Sivas Kongresi
için gizli bir bildiri ve mektup yayımladım.
Bu mektup ve bildiri yüce malümlarınızdır. Bu sırada Müdafaa-i Hukuku
Milliye (Milli hakları koruma) derneklerine ait telgrafların çekilmemesi
konusunda Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü tarafından posta ve telgraf
müdürlerine bir emir verildiği haber alındı. Vatanın tutsak bulunduğu
bu tarihi dönemde, milli sesimizi duyurmada yararlı olan araçtan,
milli kuruluşumuzun faydalanmasını engelleme cesaretinin millete
karşı büyük ve haince bir cinayet ve islâmiyete karşı büyük bir
günah olduğu açıktı. Bu acımasızca girişimin derhal önüne geçmeyi
vicdani bir görev saydım ve genelge ile her tarafa gereken emirleri
verdim. Durumu padişah hazretlerine arz ettim ve Sadaret makamına
(Başbakanlık) ve Harbiye Nezaretine (Milli Savunma Bakanlığı) ve
Posta Telgraf Genel Müdürlüğüne de yazdım.
24 Haziran 1919 tarihinde İçişleri Bakanı Ali
Kemal Beyin de bir genelgesinden haberdar edildim, bu genelgede;
Haksız olarak yapılan elkoyma ve acımasızca yapılan işgallerden
ne derece üzüntü duyulursa duyulsun; Hükümet, ne Yunanistan'la ne
de başkası ile şu sıralarda savaş veya çatışmaya giremez. Paris'teki
konferansa giden delegelerimizin anavatanı kurtaracaklarına olan
ümidimiz günden güne artmaktadır. Savunma gerekçesi hazırlayanlara
engel olunuz. Haklarında acımasızca davranınız! Bunlar eski düşmanlarımızdır.
İşleri bozulmak üzere iken yeniden düzelmesine izin vermeyin! (Protestolar
ve alçak sesleri) denilmekte idi.
Ali Kemal Beyin bu çabasını engelledim ve bununla ilgili olarak
yüce Padişahlık makamına şu yazıyı sundum;
İçişleri bakanı beyin 18 Haziran 1919 tarihli illere yayımladığı
şifreli bir genelge, milli hakların korunması ile ilgili çalışmaları
şiddetle yasaklıyor. Pek acıklı ve üzücüdür ki aynı tarihte Posta
Telgraf Genel Müdürü de milletin sesini kısmaya yönelik bilgisizce
hazırlanmış, başarısızlığa ve pişmanlığa mahküm bir telgraf yayınlamıştır.
Yüce Padişahım! Devam eden bu günkü parçalanma
tehlikesi karşısında başta yüce saltanat makamınız olmak üzere kutsal
durumunuzu kurtarma ve korumaya azmetmiş olan yüce milletimizin
de böyle küçültücü ve gönül kırıcı bir düşünce ile yok sayılması
tarihin ve milli vicdanın hiçbir zaman affedemeyeceği olaylardır.
Gerçi böyle bir düşüncenin hiçbir yerde kabul edilmediğini ve uygulanmadığını
teşekkürlerimle arz ederim. Yine de yüce milletimize vatan ve devlet
tarihine karşı uygun görülen bu uygulamalar, gelecek ile pek acımasızca
alay etmek oluyor. Bu olay coşkulu bakışlara ve millet düşüncesine
yansıdıkça, Hükümete güvensizlik duymak gibi pek kötü sonuçlar doğurabileceği
şüphesizdir. Size durumu bu şekilde sunma cesaretini gösterirken,
bağlılığımı saygı ile tekrar ettiğimi yüce şahsının bilgilerine
sunarım.
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
M. KEMAL
27 Haziran 1919'da Sivas'a geldim. Görevden alındığım
konusunda Ali Kemal Beyin bir genelgesinin daha geldiğini öğrendim.
23 Haziran 1919 tarihli bu şifreli genelgede:
"İngiliz özel temsilcisinin arzu ve direnmesiyle görevden alındı.
Adı anılanın İstanbul'a çağrılması Harbiye Nezaretine ait bir görevdir.
Fakat İçişleri Bakanlığının kesin emri; Artık o kişinin görevli
olmadığını bilmek ve kendisi ile hiçbir resmi işleme girişmemek
ve hükümet işleri ile ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir"
deniliyordu.
Bu işlemle ilgili olarak Sadarete ve Harbiye
Nezaretine 28 Haziran 1919'da şu telgrafı çektim:
"Müdafaa-i Hukuku Milliye (Milli hakları koruma) ve Reddi ilhak
(,ilhakı red Yunan hakimiyetini red) derneklerine yardım ettiğim
ve İngilizler tarafından ayrılmam istendiği için görevden alındığımı
ve buna diğer bazı yersiz sözler de eklenerek lçişleri Bakanı Ali
Kemal Bey'in konuyu mülki makamlara bir genelge ile duyurduğunu
öğrendim. Bendenizi bu göreve seçerek atanmamı buyuran Padişah hazretlerinin
bu konudaki fikirlerini almak onuruna erişemediğim gibi, ne yüce
sadaret makamından ve ne de Harbiye Nezareti yüce katından görevden
alındığım konusunda hiçbir emir de almadım. Böylece Ali Kemal Bey'in
bu gizli yazı ve genelgesinin ne gibi yanlış düşünceler altında
oluştuğunu, devlet büyükleri arasında ayrıcalık ve ülkede kanunsuzluk,
asayişsizlik ve sonuç olarak da millet içerisinde anarşi yaratabilecek
olan düşünce biçiminin ne kadar gereksiz olduğunu açıklamayı gerekli
görmüyorum. Ali Kemal Beyin görevden ayrılması ile ilgili telgraf
haberleri, belirtilen olayın yüce Hükümetçe onaylanmadığını tümüyle
göstermiş ve ülkede sebep olduğu kötü etkiler ve yanlış anlama her
ne kadar kısmen ortadan kaldırılmış ise de, bu işlemlerin bakanlar
kurulunun istek ve kararları dışında yapıldığına kesin olarak inanmış
bulunmaktayım. Bu tehlikeli ve sorumluluğu ciddi ağırlık taşıyan
düşüncelerin ülkenin ve milletin gelecekteki kurtuluşunu engelleyici
büyük ısrarlar getirebileceğini tekrarlamak zorundayım. Adı geçen
kişi ile ilgili işlem konusundaki kararı yüce makamlarınızdan arz
ederim.
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
Tuğgeneral M. KEMAL
Bütün illere, bağımsız ve bağlı mutasarrıflara
(Sancağın en büyük mülki âmiri, vali ile kaymakam arasında yönetici),
kolordulara ve ikinci ordu müfettişliğine de şu telgrafı yazdım:
27 Haziran 1919
Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Redd-i İlhak gibi sadece vatanı ve milli
bağımsızlığı korumaya yönelik kutsal bir amacı desteklediğim için
ve İngilizler tarafından böyle arzu edildiğinden bahsedilerek görevimden
alındığımı, İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey'in mülki makamlara gizli
bir genelge ile bildirdiğini öğrendim.
1. Bendenizi bu memuriyete seçip, atanmamı buyuran Padişah hazretlerinin
bu husustaki buyruklarını almak onuruna ulaşamadığım gibi, bu ana
kadar ne yüce Sadaret makamından ve ne de Harbiye Nezareti yüce
katından görevden alındığıma ilişkin hiçbir emir almadım. Bundan
dolayı, Ali Kemal Beyin bu gizli yazı ve genelgesinin ne gibi yanlış
düşünceler altında oluştuğunu zaman ve olaylar çok geçmeden halkın
önünde aydınlatacaktır. Devlet büyükleri arasındaki ayrıcalık ve
ülkede kanunsuzluk, asayişsizlik ve sonuç olarak anarşi yaratabilecek
olan bu gereksiz düşüncenin, tarih ve millet önündeki tehlike ve
sorumluluğuna dikkatini çekmeyi gerekli buluyorum. Ali Kemal Bey'in
yetkisinin üzerinde ve milletimizin varlığına karşı olan bu gizli
ve kanunsuz davranıştan geri dönüleceği tabiidir.
1. Memuriyetimin sona ermesi konusunda padişah
hazretlerinin buyruğunu alırsam, doğal olarak resmi görevimden ayrılarak
bunu başkalarından önce özellikle benim duyuracağım bilinmelidir.
Böyle bir durumda, vatanın kurtarılmasını amaçlayan dini ve milli
birliği korumak, bu milletin sinesinden çıkan milliyetçi bir kişi
olan benim için en yüce bir görev ve kesin bir amaç olacaktır. Bundan
dolayı, devlet tarafından ve padişah buyruklarına bağlı olarak üçüncü
ordu müfettişliği ve bunun devlet ve millete karşı olan sorumluluğu
üzerimde bulundukça, Babıâli'nin emirlerinde yer alan resmi görevlerimizden
dolayı bütün onurlu valiler ile bağımsız sancakların (İl ve ilçe
arasındaki büyüklükte bir yönetim birimi.) emirlerimi yerine getirmek
zorunda ve bu günkü gerçeği anladıktan sonra her zaman ve tarih
karşısında da sorumlu bulunduklarını ivedilikle bildiririm. Bundan
sonra ordu müfettişliği devletin bir resmi makamı olup hiçbir zaman
kişi ile ilgili bulunmadığından makamın kendine özgü yazışma ve
düzenini iyi bir şekilde korumak ve devam ettirmenin kanuni bir
zorunluluk olduğunu ve bu bildirimin Ali Kemal Beyin yazısının gönderildiği
makamlara da ulaştırılması gereğini ek olarak arz ederim.
2. İşbu telgrafın gelişinin bildirilmesini rica ederim.
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
M. KEMAL
İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey'le Harbiye Nazırı
Şevket Turgut Paşa'nın bakanlar kurulundan istifa ettikleri ajanslardan
öğrenildi. On saat kadar sonra 28 Haziran 1919 tarihli ve Şevket
Turgut imzası ile aldığım şifrede: "Dikkat geciktirilmesinin
sorumluluğu vardır."
Birçok dilek ve yakınmalar ile tizden bir heyetin Paris'e gitmesine
dörtler meclisi izin verdi. Ne olacağımızı şimdi değil biz, hatta
halen geleceğimiz ile oynayanlar bile bilmemektedir. Yalnız bir
avunma noktası düşmanlarımızın hakkımızdaki düşüncelerinin az çok
lehimize dönmüş gibi görünmesidir. Örneğin, geçmiş aylarda barbar
ve yönetimsiz olarak nitelendirilirken şimdi de uysal fakat yardıma
muhtaç bir millet olarak nitelendirilmekteyiz. Görenlerden sürekli
haber alacak olan düşmanlarımızın sizi pek kolaylıkla elde edecekleri
kesin görülmekle birlikte, zaten güçlükle hayat sürdürerek yaşayan
bizleri de ortadan kaldırmaya yöneleceklerdir. Şu yardımcı açıklamalarımla
size karşı dostluk görevlerimi ve vatan görevimi yerine getirmiş
olduğum inancı ile, olay çıkarmadan hemen İstanbul'a gelmenizi rica
ederim. deniliyordu. Buna cevap vermeyi bile gerekli görmedim.
Sivas'ta milli kuruluşun hazırlanması ve tamamlanması, Erzurum'dan
sonra Sivas'ta Osmanlı ülkesi adına genel bir kongrenin toplanması
ve delegelerin çağrılması için gereken bazı önlemler alınıp düzenlemeler
yapıldıktan sonra Erzurum'a gitmek üzere yıla çıktım.
2 Temmuz 1919 günü Erzincan'da Saray Başkâtipliği'nden
aldığım telgrafın başlıca noktaları şunlar idi:
"Daha önce ve son olarak dikkatlerine sunulmak üzere göndermiş
bulunduğunuz telgraflarınız için Padişah efendimiz hazretleri, sizlere
karşı yakınlık ve iyilikseverliğinizden dolayı duyduğu hayranlığa
dayanarak ve özel olarak, aşağıda yazılı olan öğütlerin bildirilmesi
konusunda beni görevlendirmişlerdir. Yüksek makamca bilinen vatansever
duygularım nedeniyle o yörede acele olarak bazı düzenleme ve girişimlerde
bulunmanız, İngilizlerin dikkatlerini çekmiş ve hükümeti baskı altına
almışlardır.
Devletimizin. şimdiki durumu, Anadolu'da sanıldığı ve tahmin edildiği
derecede kaygı ve telâş verici değildir. Ulu Tanrı'nın yardımı ile
devletin varlığı ve egemenliği elde edilebilirse, saltanat merkezince
taşranın kurtarılması kolaylaşır. Şu sırada yüce zatınızın bundan
yararlanarak İstanbul'a dönmeleri belki yabancıların hükümete baskılarını
azaltacaktır. Bu konu hakkınızda gurur kırıcı bir işlemin uygulanması
düşüncesiyle önerilmemekte olup, harbiye dairesince görevden alınmanız
da yüksek makamca düşünülmediğinden Harbiye Nezareti'nden iki ay
süreli hava değişimi istenilerek durum açıklığa kavuşuncaya ve barış
gerçekleşinceye kadar arzu edilen bir şehir veya kasabada dinlenmenizin
en uygun çözüm olduğunu hatırlamanız buyurulmuştur."
2/3 Temmuz 1919'da Mamahatun (Tercan Kazası) da.Harbiye
Nezareti'nden gelen Ferit Paşa'nın 30 Haziran 1919 tarihli şu şifresini
aldım:
"Vatan sevgisinin çekici gücü beni yine Harbiye Nezareti'ne
getirdi. Hükümeti oldukça güç bir durumda buldum. Dış ilişkilerin
korkunç durumda olması yanı sıra bir de bunu büsbütün körükleyecek
bir iç bunalımın karşısında kalınca elimde olmayarak irkildim. Yüce
zatınız gibi, ben de inandığım değer verme gücüme dayanarak iddia
edebilirim ki, sizi benim kadar ruhunuzun en derin köşelerine kadar
anlayabilmiş bir kişi yoktur. şimdiki durumda nasıl bir sebep, hükümet
ile yüce şahsınız arasında bir anlaşmazlık yaratmıştır, bilemiyorum.
şüphesiz ki bu durum, kötü niyetler etkisinde gerçekleri görememe
durumunda olanların uydurmalarından kaynaklanmaktadır. İngilizler
tarafından bazı komutanlarımıza uygulanan benzeri olmayan işlemlerin
yüksek şahsınıza da uygulanması hiç de beklenilen bir durum olmamakla
birlikte, her ihtimali göz önüne alarak bu işin iyi bir biçimde
çözümlenmesi konusunu düşündüm. Haksızlıkları inkâr olunamayacak
olan düşmanlarımızın, yüce kudretiniz ve vatanseverliğinizden duydukları
korku, yüce şahsınızın böyle önemli bir askeri memuriyette bulunmalarından
kaynaklanmaktadır ve bu sebeple sizi bu görevden ayırmak girişiminde
bulunmuşlardır. Yenilgi devasız bir illettir. Birtakım uydurma sözlerle
vatan menfaatlerinin yok olmasına sebep olacakları korkusuyla bunların
arzularını önemsememek, üzülerek söylüyorum, hükümetin bir süre
seçkin hizmet sunamamasına yol açacaktır. Sizlere karşı pek çok
yakınlık duyan Padişah hazretleri bendenizi özel olarak kabul ederek
bu işin iyi bir biçimde çözümlenmesi hususunda görüşme nezaketini
gösterdiler.
Sağlığınızdan bahsederek, gerek İstanbul'da ve
gerekse arzu ettiğiniz herhangi bir yerde hava değişimi istediğiniz
takdirde gereğinin yapılacağı, millet önünde ve hükümette, sahip
. olduğumuz yeri korumuş ve düşmanlarımızın arzularına da bu şekilde
son verilmiş olacağı düşüncesi yüce padişahça uygun görülmüş ve
hatta kendileri bu durumun şerefli saraylarından da ayrıca sizlere
yazılmasını emretmiş ve ferman buyurmuşlardır.
Yüksek şahsınızın da kabul edeceği gibi, her arzunuzu elimden geldiği
kadar yerine getirmeye çalışacak olan bendeniz işbu dileğimi hem
resmi hem de özel olarak yapıyorum. Bu özel durumumdan dolayı şunu
da söylemek istiyorum ki, acele olarak vereceğiniz olumlu cevap,
yalnız hakkımdaki güven ve samimiyetinize delil değil, aynı zamanda
bakanlık makamında ümit ettiğim başarıya da bir başlangıç olacaktır.
Ellerinizden öperim.
Padişah hazretlerine, hareket şeklim hakkında Harbiye Nezareti'ne
yazdığımı arzettim. Ferit Paşa'ya da durumun gelişimi ile ilgili
açıklamalarda bulunduktan sonra hava değişimi amacı ile Anadolu'da
kalmakta bir engel görmediğimi yazdım.
Harbiye Nazırı Ferit Paşa'nın Erzurum'da aldığım bir telgrafında:
"İstanbul'a hareketlerinin çabuklaştırılmasını rica ederim"
denilmekte idi.
Telgraf başında da Ferit Paşa şunları söyledi:
"Paşam! itilâf temsilcilerinin pek katı başvuruları beni bu
günkü telgrafımı yazmağa zorladı. Yüksek şahsınızı benim kadar kimse
tanıyamaz. Vatanımızın onuru ile ilgili yüksek amaçlarınızı bilmekteyim.
Bendeniz İstanbul'a onur vereceğiniz konusunda hem padişah efendimize
hem de temsilcilere söz verdim. Mahçup olmayacağıma eminim.
İtilâf temsilcilerinin de burayı onurlandırdığınızda size karşı
saygı göstereceklerini bildirmek isterim. Bu konuda kesinlik sağlanmıştır.
(Gülmeler) Ancak ve ancak yüksek şahsınızın hemen oradan ayrılarak
buraya gelmeniz gereklidir. (Beklesinler, sesleri ve gülmeler)
Ferit Paşaya verdiğim cevapta şunları söyledim:
1. Bendenizin vatan ve milletin kurtuluşuna hizmet etmekten başka
bir amaç taşımadığımı ve şimdi bile devletin sınırları içindeki
çalışma ve hareketimin bu konuya yönelmiş olduğunu, itilâf devletleri
temsilcilerinin şahsımdan bu derece kuruntulu bulunmalarının birtakım
dedikodulardan kaynaklandığını ve bunların, bendenizi bütün duygu
ve düşünlerimle tanıyan Padişahın yüce buyrukları ile hükümet emrinde
çalışacağıma inanmış bulunan yüksek şahsınız tarafından verilecek
açıklama ve güvence ile düzeltilebileceğine ve giderilebileceğine
eminim,
1. Dört gün önce Padişah makamına göndermiş olduğum ve itilâf temsilcilerince
de itiraz edilindiği anlaşılan yazımın cevabı alınıp incelenmeden
İstanbul'a geleceğim konusunda söz verilmemeli idi.
2. Hiçbir uygun sebep buIunmadan İzmir'in ve Antalya'nın, hükümetimizin
bilgileri dışında düşman tarafından işgali ve silâhsız, çaresiz
halkın Rum eşkiyasına doğratılması ve sonuç olarak iffet ve namusun
ayaklar altına alınması ve şu anda da Aydın ilinin her tarafından
bu uygunsuz durumun sürdürülmesi ve tekrarı bir süre önce bu bölgeden
Nurettin Paşa'nın alınması ile ortaya çıkan bir komuta boşluğunun
doğurduğu vahim sonuç değil midir? Bu yöre için de böyle kanlı bir
sonuç hazırlanmış ve buna engel görülen komuta heyetlerinin değiştirilmesi
gerekliliği hissedilmiş ise, temsilcilerin vatanı yok etmeye yönelik
istekleri karşısında hükümet ileri gelenleri için ikinci bir hainliğe
neden olmak yerine millet arasına kişi olarak karışmaları vatanperverliğin
örnek bir davranışı olur. (Alkışlar)
Doğudan Şevki ve İhsan paşaların alınması, vatanımızın
batısındaki bir bölümün acımasızca işgali programının yürürlüğe
konmasını önleyebildi mi?
Ferit Paşa'nın verdiği cevap şudur:
"Yüksek açıklamalarınız doğrudur. Ancak bir milli hareketin
olacağına inanan İngilizleri, yüksek kudretiniz ve vatanı korumak
çalışmalarınız endişelendirmiş ve düşmanlarımız tarafından her gün
çeşitli nedenlerle yaratılan dedikodu, bu endişeyi artırmış olacak
ki bu gün yüce şahsınızın ordunun başından alınıp İstanbul'a getirilmenizi
Bab-ı âli'den istemişlerdir. Bu istekleri tehdit eder bir biçimde
söylemişlerdir. Dört gün önceki duruma göre Padişah hazretlerinin
yüksek onaylarına sunulan öneri bendenizden gelmiş idi. Fakat bu
günkü durum böyle ani ve ivedi bir daveti gerektiriyor.
Bab-ı âli'de makine başında geç zamana kadar
sizi rahatsız etme nedenim, sizin de bildiğiniz gibi, bir zorunluluktan
ve vatan menfaatinin gerekliliğinden doğmaktadır. Aynı zamanda İngilizler
tarafından size hakkınız olan saygının gösterileceği konusunda Dışişleri
Bakanı vekili tarafından söz alınmıştır. Bendeniz, ilk telgrafta
da ima ettiğim gibi, Paris konferansı kararlarına boyun eğmekten
başka yapılacak bir şey görememekteyim. Şimdilik iyi geçinme durumunu
seçmek uygun gibi görülüyor. işte bu nedene dayanarak en kısa zamanda
İstanbul'a hareket etmeniz beklenmektedir.
Sizinle yapacağımız görüşmeler tabii ki bizi de aydınlatacaktır.
Temsilcilere, emirleri gereğini duyurmak üzere, hareket kararınızın
zamanının en kısa zamanda belirlenmesini rica ederek beklemekteyim."
Verdiğim cevapta şu maddeler vardı:
1. Dün sizlerden aldığım telgrafta Paris Konferansı kararlarına
boyun eğmekten başka yapılacak bir şey görülemediği söylenmektedir.
Bu kararlar nelerdir? Ajansların en son duyurusu milli bağımsızlığımızı
ve geleceğimizi pek ümitsiz bir durumda gösteriyor. Meselâ Paris
Konferansı Trakya, Pontus, İzmir, Kilikya konularını devletin aleyhine
olarak belirlemiş ve doğu illerinde Ermenistan egemenliğini kabul
ederek onaylamış ise bu kararlara boyun eğmek için yetki ve sorumluluk
alan ve değerlendirenler kimlerdir? Sadrazan Paşa hazretleri vatan
ve milletin gelecek haklarını yok eden bu feci durumları ortadan
kaldırmak ve değişirmek için ne gibi olumlu maddi güvence ve ümitle
dönüyorlar.
1. Padişahlık makamının, bütün devlet ve millet
gerekçeleri ve hilâfet hakları üzerindeki oyunlar konusunda samimi
bir şekilde ve uygun bir dille aydınlatılmaları ve görevlerinden
dolayı sorumlu olmayan yüce Padişah hazretlerinin güç ve buyruklarını
daima gerçek dini dileklere ve devlete yöneltmek gerekli bulunmaktadır.
İstanbul'daki bazı kişiler ve özellikle bir iki ay bile iktidarda
kalamayan değişken kabineler, kendilerinde oluşan görüş bozukluğu,
vicdansızlık, milletin genel tutumuna ters düşen ve meşru olmayan
düşüncelerle bakanlık yönetmek ve yetki kullanmak gibi tarihin en
feci sorumluluklarından kesin olarak uzak kalmalıdırlar.
2. Bendenize gelince; Çok yanlış ve hatalı anlayış
içinde bulunulduğunu görüyorum. Bu gün vatanımızda bir millet kudreti
varsa, bu akım, felâketler sonucu uyanan milletin kalp ve düşünce
gücünden doğmuştur. Bendeniz de ancak buna uyuyorum. Benim buradan
çekilmem ile ilgili düzenlemeler çok hatalı ve özellikle çok tehlikelidir.
Bendenizin korunması hakkında Dışişleri Bakan vekili beyefendi tarafından
İngilizler'den güvence alındığı söylenmektedir. Buna çok hayret
ettim. Çünkü devletler ve milletler adına ve şerefine resmi bir
şekilde imzaladıkları ateşkes hükümlerini korumaya bile asla uymayarak
alabildiğine saldırılarda bulunan ve pek çok onur kırıcı durumlara
neden olan İngilizlerin bu güvencesine inanmak pek saflık olur.
Yalnız tam anlamı ile inanılmasını isterim ki, eğer memleketin kurtuluş
ve esenliği benim çekilmeme bağlı olsaydı, kayıtsız şartsız ve geleceğim
hakkında hiç bir ümit ve amaç beslemeyi aklıma getirmeden, benliğimi
kurban etmek kadar vicdani ve basit bir şey olamazdı. (Alkışlar)
Şunu eklemek isterim ki, aradaki büyük fark, gerçek durumun henüz
karşı tarafça anlşılamamış olmasındandır.
3. Seçildiği açıklanan iyi geçinme yolunu çok
üzücü buluyorum. Çünkü iyi geçinme, bir insanın zayıf noktasını
hoş görmek ve onun devam etmesini sağlamak değildir. Üzücü olmakla
birlikte, ateşkes antlaşmasının imzalanmasından bu güne kadar, hükümetlerin
birbirine benzeyen yetersiz ve zayıf durumlar göstermesi ve milli
kuvvetleri desteklenebilir bir kuvvet olarak kabul etmemesi, itilâf
devletlerinin ülkemizi istilâ etmesine engel olamamış, tam tersine
amaçlarını kolaylaştırmıştır.
General Allenbi ile halen Padişah hazretlerinin
başmabeyincisi olan eski Harbiye Nazırı Yaver Paşa'nın bizzat yaptığı
konuşmaya ve adı geçen kişinin karşı karşıya bırakıldığı içler acısı
duruma ve ayrıca bir yabancı general ile eski Harbiye Nazırı Abdullah
Paşa'nın görüşmelerinde generalin kullandığı bağımsızlığı hiçe sayan
sözlerine bu arada dikkatinizi çekmek isterim.
Şimdiye kadar bundan önceki kabineler tarafından izlenen bu iyi
niyet yolu nedeniyle Anadolu'nun batı kesimi ve saltanat başkentinden,
Hilâfet makamındaki şerefli Hükümdarımızın saraylarına kadar her
yer korkunç bir Sekilde işgal edilmiştir. Ayrıca milli kuvvetler
saptanarak yok edilmeye ve Doğu Anadolu için de aynı ilginç işlemler
ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle yüce şahsınızın ve içinde
bulundukları bakanlar kurulunun böyle girişimlere yardımcı olmama
vatanseverliği göstermeniz arzu edilir. Buna şunu da eklemek isterim.
Görüş ve düşüncelerimin gerçekleşeceği konusundaki inancım tamdır.
Çünkü bu görüş ve düşünce, her yöredeki bilgi ve milli onur sahibi
kişilerin ortak ve genel görüşüdür ve özellikle milli vicdanın izlenimlerine
dayanmaktadır.
Anadolu'daki büyük komutan makamlarının bir süreden
beri sarsılması ve o boşlukların yerine ancak yetersiz ve bilgisizlerin
doldurulması gibi, Batı Anadolu'yu boğazlanmışcasına elinden kaptıran,
onurlu kişilerin yerine geçenlerin izledikleri politikaya bir kez
daha dikkatinizi çekerim.
1. Ali ihsan Paşa ile Nurettin Paşa ve onun yerine getirilen Ali
Nadir Paşa olaylarına milli tarih açıklık getirecektir. Bu gün yüce
şahsınızın sahip bulundukları makam, vatan ve milletin kurtuluşunu
sağlayacak bir güç olamadığına göre yeni iş başına gelenlerin açtıkları
yaraları bu kez de vatan ve milletin doğu kısmına yaymalarına yüce
şahsınız gibi varlığı ancak onurlu bir yaşam olması gereken değerli
ve tecrübeli bir kişinin baş eğmesine hiç te gerekli ve zorunlu
bir neden yoktur. Bağımsızlığını kaybeden makamınızdan ayrılarak
tarihin açık olan korkusuz sayfalarında övünülecek bir şekilde yaşamanız
sanırım bütün dürüst ve onurlu kişiler tarafından beklenmektedir.
(Bravo sesleri)
Ferit Paşa'ya en son verdiğim cevap şudur:
Harbiye Nazırı Ferit Paşa Hazretlerine
Erzurum, 6 Temmuz 1919
Ermenistan'a bağlanmalarına söz verilmiş olduğunu öğrenmekle heyecana
gelen ve coşan doğu illeri halkının arasından ayrılıp İstanbul'a
gelmem konusundaki önerinizi yerine getirmek konusunda kişisel irademi
kullanmaya manen ve maddeten imkân bulamıyorum. Durumun değerlendirilmesini,
bilinen mertliğiniz ve samimiyetinize güvenerek arz ederim, efendim.
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
M. KEMAL
Bunun ardından Sarayın yüce başkâtipliği eliyle
aldığım telgrafta "Sizlerce gerçekleştirilen ulu girişimler
her nasılsa İngilizlerce, vatan korunması şeklinde değil, başka
bir şekilde kabul edilmektedir. İngilizler yüce şahsınıza karşı
gurur kırıcı hiçbir davranışta bulunmayacakları konusunda kesinlikle
söz verdiler " denilmekte idi.
Buna cevap beklemeden şu telgrafı gönderdiler:
"Yüksek memuriyetinize görülen lüzum üzerine son vermiş olduğundan
hemen gecikmeden İstanbul'a dönmeniz Padişah hazretlerinin emirleri
gereğidir."
Padişah Başkâtibi Ali FUAT
Son cevabım şu oldu:
7 Temmuz 1919 Erzurum
Padişah hazretlerinin devletli mabeyni yüce başkâtipliği eliyle
Padişah hazretlerinin yüce katına. şimdiye kadar gerek padişahlık
yüce makamına ve gerek Harbiye Nazareti'ne yazdığımı yazılarda vatan
ve milletin ve yüce hilafet makamının karşılaştığı üzücü olayları
ve buna karşı ortaya çıkan tepkileri ve milli durumu bütün safhaları
ve açığı ile ile arz ettim.
Böyle davranmakla kutsal varlığımın bana yüklediği
en yüksek ve en vicdani görevlerden birini yapmış oldum. Bendenizin
çalışına ve faaliyetlerinin İngilizlerce vatan savunması olarak
değil, başka bir şekilde yorumlanması nedeniyle yüce hükümetlerinin
ağır baskı altında tutulduğu yazılıyor ve bildiriliyor. Yüce Hükümetiniz
ve yüce Saltanat başkentinizin ne gibi baskı ve üzücü şartlar altında
bulunduğu gerek benim tarafımdan ve gerekse bütün asil milletimizce
tam anlamıyla ve her yönüyle bilinmekte olup bu baskı ve denetimin
giderek daha da artması durumunda özellikle büyük sadaketle ve aşırı
derecede bağlı bulunduğum müşfik ve yüce amaçlar taşıyan yüreğinizin
sıkıntıya düşmesine hiçbir şekilde razı olamayacağım için, yalnız
memuriyetime değil, bütün şan ve şerefini, vatan ve milletimin ve
kutsal yüce makamınızın feyiz ve asalet nurundan alan ve pek çok
sevdiğim kutsal askerlik yaşamıma da veda ederek özveride bulunduğumu
arz etmek isterim. (Alkışlar) Yüce saltanat ve hilâfet makamınızın
ve asil milletimizin sonuna kadar daima koruyucusu ve sadık bir
kulu olarak kalacağımı içten gelen duygularımla arz ve temin ederim.
Yüksek askerlik mesleğinden istifa ettiğimi Harbiye Nezareti'ne
bildirdim. Onurlu padişaha sıhhat ve esenlikler diler ve her türlü
kötülükten korumasını Cenabı Hak'tan dilerim. Yüce bilgilerinize
sunarım.
Kulları
Mustafa KEMAL
Birinci dönem ile ilgili olan açıklamalarım burada
bitmiştir. Arkadaşlar, sizleri fazla yormamak için ufak bir aradan
sonra devam etmek istiyorum.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara)
- Efendiler!
Hepinizin bildiği gibi, 10 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum'da Doğu
Anadolu illerini kapsayan bir. milli kongre toplandı. Bu milli kongrenin
koyduğu şartlar, sanırım bilinmektedir.. Fakat şimdiye kadar yaptıklarımıza
bir başlangıç sayıldığı için sizlere hatırlatmak üzere önemli noktaları
yeniden okuyacağım. Erzurum kongresinin koyduğu şartlardan birincisi;
I. Dünya Savaşının genel durumu gereğince, düşmüş olduğumuz yenilgi
nedeniyle vatanımızın birçok önemli bölümü düşmanlarımızın istilâsı
altına girmişti.. Millet, bütün isteklerinde maddi ve gerçekçi düşünmek
ve ancak kuvvet ve gücüyle sağlayacağı durumlarda kendine yeni bir
sınır çizmek üzere idi. İşte kongre bu sınırı çizmiştir. Bu milli
sınırın dostlukla korunması için demiştir ki: Ateşkes antlaşmasının
imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde çizilen hudut, sınırımız olacaktır.
Vatanımızın sınırı olacak bu hududu, sanırım, ayrıntılarıyla bilmeyen
arkadaşlarımız vardır. Yeniden fazla ayrıntıya girmek istemediğim
için. şu şekilde açıklayacağım. Doğu sınırını Kars, Ardahan ve Artvin'i
içine alacak şekilde göz önüne getiriniz. Batı sınırı, bildiğiniz
gibi, Edirne'den geçiyor. En büyük değişiklik güney sınırımızda
olmuştur. Güney sınırımız İskenderun'un güneyinden başlar, Halep'le
Kadıma arasında Cerablus köprüsünde sona eren bir hat ve doğu kısmı
da Musul ili Süleymaniye ve Kerkük dolayı ve bu iki bölgeyi birbirinden
ayıran hat.
Efendiler!
Bu sınır sadece askeri gerekçelerle çizilmiş bir sınır değildir,
milli sınırdır. Milli sınır, olmak üzere tespit edilmiştir. Fakat
bu sınır içinde islâm ögesine sahip yalnız bir milletin olduğu düşünülmesin.
Bu sınır içinde Türk vardır, Çerkez vardır ve diğer islâm öğeleri
vardır. işte bu sınır karışık bir halde yaşayan, bütün amacını tam
anlamı ile birleştirmiş olan kardeş unsurların milli sınırıdır.
(Hepsi islâmdır, kardeştir sesleri) Bu sınır olayını kararlaştıran
maddenin içerisinde büyük bir ana öğe vardır. Fazla olarak da bu
vatan hududu içinde yaşayan islâm unsurlarının her birinin kendine
özgü olan yörelerine, geleneklerine, ırkına özel olan ayrıcalıkları
bütün samimiyeti ile ve karşılıklı olarak kabul etmiş ve onaylanmıştı.
Doğal olarak bununla ilgili ayrıntılı bilgiler yoktur. Çünkü bu
ayrıntılı bilgilere girmenin zamanı değildir. İnşallah, varlığımız
kurtarıldıktan sonra (inşallah sesleri) kesin şeklini alacağından
şimdilik ayrıntıya girilmemiştir. Fakat aslında bu, maddenin kapsamındadır.
Yine Erzurum Kongresi'nin milli esaslarından birisi, efendiler,
işte bu milli sınır içindeki yönetimin milli egemenlik esaslanna
dayanmasıdır.
Çünkü bizzat bulunmuş olmam dolayısıyla kongrenin
o zamanki anlayışını yakından bilmekteyim. Her halde Osmanlı topluluğunun
bütünlüğü, milli bağımsızlığın kazanılması, her şeyden önce yüce
Saltanat makamının dokunulmazlığı, mutlaka güvenilir bir kuvvete
ve sağlam bir yönetime bağlı olarak gerçekleşebilir. Bu ise ancak
milli egemenlik esasına dayanan yönetim ve kuvvetle sağlanabilir.
Erzurum kongresinde milli sınırlarımız içinde yaşayan müslüman olmayan
unsurlar bile gözönüne alınmıştır. Hepimizce bilinmektedir.
Efendiler,
Müslüman olmayan unsurlar, azınlıklar adı altında bütün dünyanın
üzerinde durduğu ve özellikle bizim ülkemizle ilgili olunca pek
büyük önemle göz önüne alınan bir sorundur. Doğal olarak bu olaya
bir kural koymak gerekir ve bu o zaman da gerekli idi, Kongrenin
koyduğu kural gereğince müslüman olmayanlara, müslüman olanlara
verilmiş olan haklar aynen verilecektir. Bundan daha normal bir
kural bulunamaz. Bununla aynı sınır içinde yaşayan insanlara aynı
kanuni haklar verilmiş oluyordu. Yine en önemli kurallardan birisi,
devletin, milletin iç ve dış bağımsızlığı idi. Millet bağımsızlığından
vazgeçmiyor ve vazgeçmeyecek esas kabul edilmiştir. Ancak, bu ana
şart daima saklı ve saygıdeğer tutulmak üzere, ülkemizin bayındırlık
durumunu, milletimizin varlığını ve genel olarak düşünce düzeyimizi
göz önünde tutacak olursak, bütün dünyadaki gelişme ile bunu karşılaştırdığımızda
itiraf etmek zorundayız ki, biraz değil, çok geri durumdayız. Bu
nedenle duruınu değiştirmek için çok büyük kaynaklara, çok çeşitli
araca, kısacası her şeye ihtiyacımız vardır. Milletimizin ilerleme
ve yükselmesi için ve ülkenin bayındırlığı için, ihtiyaç duyduğumuz
her şeyi dışarıdan almak konusunda doğal olarak tam bir olgunlukla
hareket edeceğiz, dış ilgi ve yardımı tamamen uygun göreceğiz. Ancak
arz ettiğim gibi, bağımsız kalmak görünüş ve yetkisini daima korumak
şartı ile... Erzurum Kongresi'nin esas şartları bunlardan oluşuyordu.
Kuruluştan ve bununla ilgili ayrıntılardan bahsetmeyeceğim.
İşte, Erzurum Kongresi milletin yararı için ve halkımızla ilgili
hayati konuları görüşmek için toplandığı sırada İstanbul'da iktidar
mevkiinde bulunan Sadrazam Ferit Paşa kongreyi yönetenlerin tümünü
suçlu ve haydut olarak kabul etmiş, derhal tutuklanarak İstanbul'a
gönderilmelerini bütün resmi, mülki ve askeri makamlara bildirmiştir.
Bunun da ayrıntılarını açıklamak istemiyorum. Buradan Sivas Kongresine
geçeceğim. Erzurum Kongresinden sonra 4 Eylülde Sivas'ta genel bir
kongre yapıldı. Erzurum Kongresi yalnız Doğu Anadolu'yu temsil etmiş
oluyordu. Sivas'a Batı Anadolu' dan ve Rumeli'den de delegeler gelmiş
olması nedeniyle yaralı vatanın genel kurulu olarak, Anadolu ve
Rumeli'de yaşayan bütün vatandaşlarımızın görüşü desteklenmiş oluyordu.
Sivas Kongresi, Erzurum Kongresinde tespit edilen şartları aynen
kabul etmiş, yalnız adını yaymakla kalmamıştır. Bütün Anadolu ve
Rumeli'yi içine almak üzere birlik ve milli dayanışma sağlanmıştır.
Bu sırada içişleri Bakanı bulunan Adil Bey ve Harbiye Nazırı Şerif
Paşa, Erzurum Kongresi sırasında olduğu gibi ve belki bundan daha
da çok, yine milli egemenliğin kazanılması için, yine vatan uğruna
ve milleti kurtarmak için çalışanlara karşı birtakım kararlar alıyor
ve bu kararları akıl almaz bir hızla uyguluyorlardı. Tam kongre
toplandığı sırada Ferit Paşa ve arkadaşı Malatya'da Elazığ Valisi
Galip Beyin emir ve yönetimlerinde masum halkı aldatmak suretiyle
bir kuvvet toplanmasına çalışmışlardı. Harbiye Nazırı Şefik Paşa
da milletimizden ve dindaşlarımızdan kurulu bu masum askeri kuvveti
desteklemek üzere emirler veriyordu. Ali Galip Bey bu kuvvetlerle
ani olarak gelerek Sivas'ı basacak, orada bulunan milli kuvvetleri
birer birer bir cani gibi asacak, kesecekti. Bütün bu düzenleme,
kendisinin vilâyete ve komutanlığa atanması içindi. Hareket için
bir padişah emri almışlar ve bu kişinin padişah emrini cebinde taşıdığı
gerçeği anlaşılmıştı. Sivas'a vardıktan sonra derhal telgraf başında
İstanbul ile konuşacak ve bunun ardından padişah emrini de yayımlayacaktı.
Diğer taraftan Ankara'da vali bulunan Muhittin Paşa Çorum'a gitmiş
ve orada yine Harbiye Nazırı'nın kendi emrine vermiş olduğu askeri
kuvvet ile hareket ederek iki taraftan Sivas'a baskın yapmayı plânlamıştı.
Tesadüfen İstanbul ile bu kişiler arasında alınan ve gönderilen
şifreli telgraflar elimize geçti. Bunun üzerine derhal İstanbul'a,
başvurduk ve bunun gerekçesini anlamaya çalıştık. Tabii Ferit Paşa,
Şerif Paşa, Adil Bey güvenilebilir kişiler değildiler. Millet adına
Sivas'ta toplanmış olan kongre üyeleri yüksek hilâfet ve saltanat
makamına, padişahlık makamına telgraflar gönderdiler. Bütün heyetler
telgrafhaneye koşarak padişahtan haklarını istediler.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Afyon Karahisar) - Paşa hazretleri,
bir nokta var: İngiliz Amirali "Mister Nowil" in girişimlerini
açıklamanız gerekli.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) - Pek doğru! İngilizlerden
bahsetmek istemediğim için bu noktayı kaydetmedim, efendim. Gerçekten
İngilizler daha önce bütün Kürtleri aldatarak, onları Türkler ve
diğer dindaşlarından ayırmak için düşünebildikleri her şeyi uygulamaya
çalışıyorlardı. Bu uygulamada en büyük çabayı gösteren de yüzbaşı
veya bir söylentiye göre binbaşı rütbesine sahip bir kişi idi ve
ne yazık ki ona müslüman bir iki kişi de yardım ediyorlardı. Tam
bu sırada Nowil adlı kişi Malatya'ya gelmiş ve Alip Galip Bey'le
iş birliği kurmuştu ve bu kişi Sivas yönüne gönderilmesi düşünülen
kuvvetin başında bulunuyordu. Yine bıraktığım noktaya dönüyorum.
Durumu Padişah hazretlerine arzetmek istedik, bütün telgraf görüşmelerinin
Ferit Paşa, Adil Bey ve arkadaşları tarafından kesildiğini gördük
ve bizim Padişah hazretleri ile görüşmemize izin verilmedi.
Önce Ferit Paşa'ya ve sonra da padişah hazretlerine
başvurulduğunu arz etmiştim. Ferit Paşa'ya güvensizliğimizi ve başvurularımızda
kendisine güvenmemekte olduğumuzu ve hatta durumu tümü ile açıkladıktan
sonra Ferit Paşa Kabinesi'nin yerine artık her halde milletin amaçlarına
uygun ve güvenine sahip bir hükümeti iktidara getirmek gereğini
arzetmiş olduk. Bu arzımız Ferit Paşa'nın yolu kapaması ile padişahın
bilgisine sunulamamıştır. Bundan sonra Ferit Paşa'ya dedik ki, bizi
bu konuyu sunmakta serbest bırakmazsanız o zaman millet, davranışlarında
kendini hür ve bağımsız saymakta haklı olacaktır. Cevap vermediler.
Bağımsızlık kendiliğinden tanınmış oldu. Kongre
kendini bağımsız olarak düşününce, tabii Mister Nowil'e, Ali Galip
Beye ve onun aldattığı masum insanlara karşı önlemler aldı. İlk
önlem, tabii aldatılmış olan dindaşlarımızı aydınlatmaktı ve bunu
başarır başarmaz bütün aldatanlar, bütün o caniler yalnız kaldılar
ve oradan kaçmayı başardılar. Çorum'da bulunan Muhittin Paşa da
Sivas'a davet olundu, efendiler!
İstanbul'da Ferit Paşa Kabinesi ile milletin,
bütün mülki erkân ve ordunun bağlantısı bu suretle kesintiye uğratıldı
ve bu durum tam 23 gün sürdü. 23 günlük sürede, hepinizce bilindiği
gibi, milletimiz kutsal amacını gerçekleştirmek için birlik ve dayanışmasını
ne dereceye kadar gösterebileceğini cesur davranışlarıyla ispat
etti. Bu, millet için, hepimiz için gurur duyulacak ve övünülecek
bir durumdur. Nihayet 23 gün, sonra Ferit Paşa işlediği büyük suçu,
millet ve memleketin anladığını, milletin kararlı olduğunu ve kahramanlıktan
geri kalınayacağını sezerek istifa etmeye mecbur oldu. Bundan sonra
iktidara Ali Rıza Paşa gelmişti. Ali Rıza Paşa'nın iktidara gelmesi
ve bildiğiniz gibi, istediği kabineyi oluşturması hakkında Sivas
Kongresi'nin veya Sivas Kongresi'nin görevlendirdiği temsil heyetinin
hiçbir ilgi ve ilişkisi olmadığı bilinmektedir. Bunun için kongre
temsil heyeti ile kendiliğinden karşı karşıya gelmiş oldu. İlk bakışta
Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin bakanları Ferit Paşa Kabinesi'nden devredilmiş
gibi göründü. Bu durumda güven duyma konusunda biraz kararsızlık
oldu. İşte bu nedenle o zaman Ali Rıza Paşa'ya karşı bulunmak gerekliliği
hissedilmiştir. Önemli olduğu için müsaadenizle aynen okuyacağım.
İktidara gelen Ali Rıza Paşaya 3 Ekim 1919 günü
şu telgrafla bilgilerimizi sunduk:
Anlayışlı Sadrazam AIi Rıza Paşa Hazretlerine,
Millet, şimdiye kadar devlet yönetimine geçenlerin, anayasaya ve
milli amaçlara ters düşen ve bilinen tutumlarından üzülerek, hukuka
uygunluğu sağlamak ve geleceğini güvenli ve becerikli ellerde görmek
için kesin kararını vermiş ve gerekli cesaretli girişimlerde bulunmuştur.
Düzgün bir kuruluşa bağlı milli kuvvetler, milletin kesin iradesinin,
yüce Allah'ın emirleriyle tam anlamı ile gösterilmesini ispat etme
kudretini kazanmıştır.
Millet, kuvvet ve iradesini hiçbir zaman padişahlık makamına aykırı,
ülke yararına aykırı ve millete ters bir biçimde kullanmak arzusunda
değildir. Millet, Halife hazretlerinin kutsal şahsının güvenini
kazanmış olan yüce şahsınızla yüce arkadaşlarınızı güç durumda bırakmaktan
kesin olarak sakınmakta olup, tersine tam anlamı ile yardım etmeye
bütün samimiyeti ile hazırdır. Ancak bakanlar kurulu içinde Ferit
Paşa ile çalışmış kişilerin bulunması, yüce heyetlerinin düşünceleriyle
milli isteklerin uygunluk derecesini olgunlukla anlamak zorunluluğunu
doğurmuş bulunmaktadır. Millet olarak tam güvenliğe sahip olmadan
atılmış olan her adım, düzelmeye başlamayı engelleyecek ve yarım
çarelerle yetinilmesi, millet ile yüksek heyetiniz arasında da yanlış
anlamalara neden olabileceğinden, uygun görülmemektedir. Bundan
dolayı heyetimiz, kesin ve açık olarak Sadrazam makamının yüce sahibinden
aşağıda belirtilen konuların yeni hükümetinizce uygun bulunup bulunmadığı
ve kabul edilip edilmeyeceği konusunu büyük bir saygıyla anlamayı
görevlerinden sayar.
1. Yeni hükümetin Erzurum ve Sivas kongrelerinde
kararlaştırılan kuruluşa ve milletin meşru dileğine saygı göstermesi,
1. Milli Meclis toplanıp, denetim gerçek olarak başlayıncaya kadar
milletin geleceği hakkında hiçbir yükümlülük altına ve resmi işlere
girilmemesi,
2. Barış konferansında milletin ve memleketin
geleceği kararlaştırılacağından, görevlendirilecek delegelerin bundan
önceki gibi yeteneksiz kişiler değil, milletin amaçlarını tam anlamı
ile bilen ve güvenilir, anlayışlı ve kudretli kişilerden seçilmesi.
Bu konuda tamamen anlaşma olması durumunda milletin vicdanından
doğmuş ve bütün itilâf devletlerince meşruluğu ve kudreti tanınmış
olan milli kuruluşumuzun, hükümetin yardımcısı olacağı ve bu şekilde
hükümetin millet ve memleketin geleceği hakkında barış konferansında
meydana gelecek girişimlerinin daha güvenilir ve etkili olacağı
tabiidir.
Bir kez bu önemli noktalarda uygunluk sağlandığı anlaşıldıktan sonra,
ileride olabilecek normal olmayan durumları gidermek için bazı ek
sunuşlarda bulunmamız iznini yüce sadrazam makamına arz ederim.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına;
MUSTAFA KEMAL
İşte bu önemli noktalar üzerinde anlaştıktan sonra,
arada bazı yazılar yazdık. Ali Rıza Paşa, Erzurum ve Sivas kongrelerinden
bilgisi olmadığını yazdı. "Gereği yerine getirilmek üzere önce
bunları bildiriniz" dediler. Hepinizin bildiği bildiriyi kendilerine
ilettik. Bakanlar kurulunun bunu incelemesinden sonra bile Sadrazamın
verdiği cevapta önemli noktaların Bakanlar kurulunca kabul edildiği
bildiriliyor ve ondan sonra da bizim hakkımızda birtakım kısıtlayıcı
isteklerde bulunuluyordu. Bu kısıtlayıcı isteklerin başlıcası, olağanüstü
olaylar ve ortaya çıkan yirmi üç günlük durumun giderilmesinden
sonra, Meclis-i Mebusan seçimlerine ve hükümet işlerine karışılmaması
konularını kapsıyordu. Bizim verdiğimiz cevabı aynen okursam olay
daha çok açıklığa kavuşacaktır.
Yüce Sadaret Makamına,
"4 Ekim 1919 tarihli, sadaret makamının cevap telgrafının kapsamından
anlaşıldığına göre, derneğimiz temsil kurulunun yapmış olduğu sunuş
ve tekliflerin tamamen uygun görüldüğü ve kabul buyurulmuş olduğu,
minnet duygulan izlenmiştir. Bununla birlikte tarafımızdan taahhüt
edilmesini istediğiniz noktalarla ilgili olarak aşağıda olduğu gibi
açıklamalarda bulunmamıza müsaade etmenizi içtenlikle rica ederiz.
Hükümetin yol gösterici davranışında kanun hükümlerine tam anlamı
ile uyulması doğal olup, kurulumuzca da bunun sağlanmasını görmek
tek amacımızdır. Son zamanlarda ortaya çıkan uygun olmayan durumun
ve kanunsuzluğun nedeni ve etkeni Ferit Paşa Kabinesi idi. Bu konu,
adı geçen kabinenin düşmesi ile, yüksek kurulunuzca kanun hükümleri
içinde çalışma ve Ferit Paşa Kabinesi tarafından yapılan kanun dışı
işler ve davranışlar dolayısıyla ortaya çıkan durumun kaldırılması
için gereken kesin önlemlerin alınması ve gereğinin yapılması ile
ortadan kalkar ve böylece olması beklenen olay ve devam edebilecek
olan davranışlara sebebiyet verilmemiş olur. Kurulumuzun, bakanlar
kuruluyla kanuni hükümler içinde her türlü anlaşma ve görüşmelerde
bulunabilmesi için, önce hükümetin meşru ve kanuna uygun olan milli
kuruluşumuza iyiniyet göstereceğini açık ve kesin bir dille söylemesi
gerekmektedir. Aksi halde, kurulumuz ile hükümetimiz arasında karşılıklı
güven ve samimiyet bulunup bulunmadığı kuşkusu doğacak ve sonuç
olarak bu da uyumsuz davranış ve girişimlerin ortaya çıkmasına neden
olacaktır. Başkent ile Anadolu'yu birbirinden ayırmaya kurulumuz
ve temsilcisi bulunduğumuz millet bireyleri sebep olmamışlardır.
Tam tersine, düşünülen hükümetin Paris Barış Konferansı'nda doğu
illerimizi, tamamını geniş bir özerkliği olan Ermenistan olarak
kabul edişi, Toroslar sınır gösterilerek iki üç ilimizin tümünün
Osmanlı sınırı dışında bırakılması ve başkent ile illerimizin bazılarında
ateşkes antlaşması hükümlerine aykırı birçok işgaller ve devlet
ve milletin bağımsızlık gururunun kırılmasına seyirci kalınması,
başkent ile Anadolu'nun birbirinden ayrı düşünmelerine neden olmuştur.
Ayrıca, bu duruma milli varlığını korumak amacı ve dine dayanan
azmi ile kutsal haklarını korumak için ayaklanan kongre üyelerini
eşkiya çetesi gibi cezalandırmak amacı ile Elâzığ ilinde birtakım
eşkıya toplayarak Sivas ve Elâzığ halkları arasında vuruşma için
hazırlanma emri veren bundan önceki hükümetin meşru olmayan icraatı
da neden olmuştur.
Osmanlı topraklarının bir kısmının işgali tehlikesine
gelince; Milli kuruluşunuzun kurulmasından bu güne kadar hiçbir
işgal olmadığı gibi, tam tersine Ferit Paşa Kabinesi'nin hoşgörü
ve günahının sonucu ateşkes hükümlerine aykırı olarak işgal edilen
Merzifon ve Samsun gibi illerimiz boşaltılmıştır. Bundan dolayı,
devletin birliğini heyetimiz değil, bundan önceki hükümetin bozduğunu
söylemeye gerek görmediğimi arz ederim. Tarafımızdan hiçbir resmi
daire işgal edilmemiş olup, ortada bulunmayan bir durumun düzeltilmesi
gibi bir şey düşünülemez. Milli kuvvetlerimiz aleyhinde bundan önceki
hükümetin yapmış olduğu yayının doğruluk derecesini araştırmak üzere
gelen ve başkentte milletin güvenini taşıyan, milli kuvvetlere dayalı
ve meşru olan bir hükümet bulamayan itilâf devletlerinin yollamış
olduğu birtakım görevlilerle yaptığım görüşmeler de siyasi bir resmiyet
taşımamaktadır. Bu görüşmelerin amacı, milletin geleceğe yönelik
isteklerini milli kuruluşumuzun büyüklük ve kudretini, milli iradenin
genişliği ve kesinliğini onlara yakından göstermek ve bununla milletimiz
hakkında saygı ve güven sağlamakla sınırlandırılmıştır. Bunun da
barış konferansında gelecek için zararlı değil, aksine çok yararlı
sonuçlar sağlayacağı şüphe götürmez bir husustur.
Milletvekili seçimi hakkında bundan önceki hükümetin
verdiği emirler gereği hareket eden mahalli daireler henüz seçim
kütüklerini bile hazırlamaya yeni başlamış olduklarından seçimlerde
halkın hürriyetine saldırı ve engelleme şımdiye kadar maddeten mümkün
olmadığı gibi, örneğimiz ve bir siyasi kuruluş olmadığından, siyasi
ihtirastan tamamen uzak bulunacağını ve seçimlerde kesinlikle halkın
anlayış ve vicdan hürriyetine karışmayacağım pek çok kere bildirileriyle
açıklamış bulunmaktadır. Hükümet işlerinde olan duraklama, ancak
resmi telefon görüşmelerinin arızasıdır ki, bu da milletin şefkatli
babası ve şerefi olan padişahına sunuşunu ve ricalarını iletmesine
engel olmuştur. Bu da padişah ve millet arasında bir engel oluşturan
Ferit Paşa Kabinesi'nin uygun olmayan tutumunun zorunlu sonucudur.
Şu noktayı da ciddi bir olgunluk ve önemle yüksek görüşlerinize
sunmak zorundayız. Samimi açıklamalarınızda memleketimizde meşrutiyet
gereğince milli egemenliğin yürürlükte bulunduğu açık ise de, feshedilmesinden
itibaren Meclis-i Mebusan-ın dört ay içinde toplanması Anayasamızın
açık hükümlerinden, olmasına rağmen bu güne kadar seçimlerle ilgili
kütükler bile hazırlanmamıştır. Başka bir şekilde açıklanması mümkün
olmayan, dört ay içinde toplanma kanuni zorunluluğu altında bulunan
Milli Meclisin şu ana kadar toplanamaması Ferit Paşa Kabinesi'nin
açıktan açığa meşrutiyet idaresine bir darbesi ve Anayasaya açık
bir saldırısı sayılır ve ceza kanunun özel maddesine dayanılarak
bir cinayet sayılıp, sebep olanlar hakkında kanun hükümlerinin tam
olarak uygulanması, milli egemenliği kabul eden ve kanun hükümlerinin
uygulanmasını kendisi için bir kanuni görev sayan her meşru hükümet
için ilk kutsal görev niteliğindedir. Bundan sonra ayrıntılarla
ilgili bazı noktalar vardır.
Efendim! Ali Rıza Paşa bu cevabımızdan sonra birkaç
gün kendi isteği ile sustu. Nihayet üç gün sonra karşımıza. bizimle
konuşmak üzere Harbiye Nazırı Cemal Paşa çıktı. Cemal Paşa'nın verdiği
telgraf, bakanlar kurulunun milli amaçlar içinde hareket için önerilen
şartların tamamını kabul ettikleri konusunu içeriyordu ve karşılıklı
olarak yapılan önerilerle hükümetle hepimizin çok ciddi ve samimi
bir anlaşma yapmış olduğumuz izlenimini alıyorduk. Fakat bu anlaşmanın
gerçekleşmesi sözünden sonra, Cemal Paşa yeniden bazı önerilerde
bulundu. Bakanlar kurulu adına önerdiği konular önemli olduğu için
birer birer açıklayacağım.
1. İttihatçılıkla (İttihat ve Terakki Cemiyeti
ile ilgili kimse.) ilişkili bulunmamak, '
1. Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na katılmasının doğru olmadığı
ve sebep olanların adlarını tespit etmek için bazı yayın ların yapılması
ve haklarında kovuşturma açılması ve kanuni cezalarının verilmesi,
2. Her nevi cinayet suçlularının cezadan kurtulamayacağı,
3. Seçimlerin hür bir şekilde yapılabilmesi için güvence verilmesi,
bildiriliyor ve isteniyordu.
Buna verdiğimiz cevap, söylediğimiz düşünceler şöyle idi;
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine,
9 Ekim 1919 tarihli yazınıza cevap vermeden önce temsil heyetimizin
sayın bakanlar kurulu üyeleri hakkında saygı duyguları ile en iyi
dileklerimi sunduğumu ve düşüncelerini birbirine söyleme ve birbirlerine
düşüncelerini bildirme ile iki tarafın dürüstlük ve samimiyeti kendisine
önder kabul ettiğine inandığımızı arz ederim. Çeşitli araçlarla
duyurulması gerekli görülen yazınız ve açıklanan dört madde hakkında
temsil heyetimizin görüşü ve düşüncesi aşağıda belirtilmiştir:
Rum ve Ermenilerle İngilizler başta olmak üzere
itilâf devletlerinin ve bunların suçlarına alet olan düşük Ferit
Paşa Kabinesi'nin, milli birliğe ve vatan mutluluğuna yönelik her
çeşit girişimi ve meşru milli faaliyeti genel olarak ittihatçılıkla
suçlamayı bir meslek edinmiş oldukları hepimizce bilinmektedir.
Girişimimizin ve milli kuruluşumuzun ittihatçılıkla hiçbir ilgisi
olmadığı, kötü düşünen kişiler dışında gerek millet ve gerek ilişkide
olan yalancılarca anlaşıldığı halde açıkladığınız kötü anlayışı
tam olarak ortadan kaldırmak umuduyla Sivas Genel Kongre'sinin birinci
oturumunda konuşmalara başlamadan önce bütün delegeler, İttihat
ve Terakki Cemiyeti'nin canlandırılması için çalışmayacakları konusunda
açık olarak, birer birer ant içmişler ve bu ant sureti her tarafta
yayımlanmış ve ilân olunmuştur. Bundan başka, yeri geldiğinde ve
özellikle yabancılarla ilişkide bulundukça bu önemli konu ile ilgili
bildiride ve gerekli açıklamalarda bulunulmaktadır. Bununla birlikte,
önerdiğiniz gibi bu konuda yine fırsat çıktıkça, açıklama ve yayımdan
geri kalınmayacaktır. Yalnız bu konu göründüğünden başka bir biçimde
ortaya çıkarsa, durumu nedeniyle özel bir önem verilmesi gerekmektedir.
Bu yönüyle, sadece bakanlar kurulu üyeleri ile düşüncelerimizi karşılıklı
söylememiz ve yüksek heyetinizde bu konuda hâkim olan düşünceyi
öğrenmek amacı ile temsil heyetimizin buna ilişkin düşüncelerini
arz etmeyi gerekli görmekteyiz.
Biz müslüman olmayan halk ile itilâf hükümetlerinin
siyasi durum karşısında gördüklerini, genel olarak ittihatçılıkla
suçlamalarını doğru bulmuyoruz. ittihatçılar içinde kötü yönetim
ve yolsuzlukları ile memleketi harabeye çevirenlerden oluşan bir
küçük grup vardır ki işte millet ve bizim gözümüzde asıl suçlu olanlar
bunlardır. Yoksa ittihat ve Terakki üyesi olup tarafsızlığını korumuş,
kötülüğe âlet olmamış onurlu kişilerin bu şekilde zan altında bırakılmaları
ve özellikle her millette olduğu gibi iyiyi güzeli gerekli şekilde
ayıramamak, halkın bir kısmını zan altında tutmak doğru değildir
ve bunu ülkenin güvenliği, iç düzeni ve geleceği bakımından sakıncalı
bulmaktayız. Bundan dolayı, kabinenin, bu maddenin asıl amacının
ne olduğunu açıklamasını önemle rica ederiz.
2. ikinci madde içeriğine gelince: Bu konu, çok
yönlü düşünülmesi gereken ve çeşitli şekillerde yorumlanabilen bir
husustur. Örnek olarak, kafa tutmayı bile akla getirmektedir. Sonucunda
felâket ve çok üzücü olaylara neden olan ve bu gün için milletimizin
memnuniyetsizliğine yol açan I. Dünya Savaşına katılmamış olmak
tabii ki çok daha iyi olurdu. Fakat buna maddeten imkân yoktu. Çünkü
katılmama, silâhlanmış bir tarafsızlığı, yani boğazların kapalı
bulundurulmasını gerektiriyordu. Halbuki vatanımızın coğrafi konumu,
İstanbul'un stratejik durumu, Rusların itilâf hükümetleri yanında
yer almış olması, bizim seyirci kalmamıza kesinlikle uygun değildi.
Bunun yanı sıra silâhlanmış bir tarafsızlığın devamı için paramız,
silahımız, sanayiimiz, kısaca, gerekli araç ve gerecimiz de bulunmuyordu.
İtilâf devletlerinin ve özellikle İngilizlerin para vermemesi bir
yana, gemilerimize el koyarak milletin dişinden tırnağından artırarak
biriktirdiği gemi yapımına ait yedi milyon liramızı zorla alıkoymaları,
(Abdulkadir Kemali Bey: Kahrolsunlar) itilâf devletlerinin savaş
ilân etmesi, bizim savaşa katılmamızdan dört ay önce her yönüyle
Osmanlı hükümetinin zararına bir Ermenistan Cumhuriyeti kurulmasına
karar verdiklerini ilan etmiş olmaları ve hatta Bolşeviklerin yayınladığı
gizli antlaşmadan da anlaşıldığına göre, İstanbul'un Çarlık Rusyasına
vadedilmiş olması, savaşa itilâf devletlerine karşı girmemizin zorunlu
olduğunu gösteren açık delillerdir.
Bir de İngiltere ve Fransa'nın kendisine İstanbul'u
vermeyi tasarladıkları Rusya dururken, Balkan Savaşı uğursuzluğundan
sonra milli varlığımız ve askeri değerimize dayanmadan, milletimizi
kendilerine katılmış saysak bile, halkımızın bunu arzuladığını düşünmek
doğru olamaz. Savaşa girmemizi bir hainlik olarak nitelemek ve koca,
bir milleti dört beş kişinin oyuncağı durumuna düşürmek, düşüncemize
göre yarar sağlamak şöyle dursun,, tam tersine düşük Ferit Paşa'nın
Paris'te sakat bir düşünce ile vermiş olduğu Avrupa' dan merhamet
dilenen demecine karşılık Clemenseau'nun cevabı olan hakaret dolu
sözlerin, Tanrı korusun, bir kere daha duyulmasına neden olabilir.
Bundan dolayı, mert bir biçimde gerçeği söylemek ve kahramanca savaşan
bu koca. milletin yenik düşmesinin zorunlu sonuçlarına katlanmakla
birlikte, bu olayın cinayet olarak kabul edilmemesi ve bu yüzden
ceza verilmesinin düşünülmemesi kusursuz ve yararlı bir prensip
olarak kabul edilebilir. (Bravo sesleri ve alkışlar)
Savaşa sebep olanlar hakkındaki konuya gelince; Savaş ilanı sorumluluğu
olmayan yüce padişahın yetkisi olduğuna ve o zamanki bakanlar kurulunun
savaş ilânından dört ay sonra toplanan Millet Meclisi'ne yaptığı
açıklamalar üzerine alkışlarla Meclisin güvenini sağladığına göre,
olay Yüce Divan'ın incelemesinden geçmeden, olur olmaz şu veya bunun
aleyhine suçlamalarda bulunmak doğru olmayabilir.
3. Savaş sırasındaki kötü yönetimlerin açığa çıkarılıp
cezalandırılması, vatanımızda sorumluluğun büyük ve küçük her kişiye
dağıtılması ve kanun uygulamalarının tarafsız ve yüce adalete uygun
olarak yürütülmesini sağlamak en büyük dileğimizdir. Fakat biz bunun,
birçok tartışmalara neden olan kâğıt üzerinde, reklam şeklinde yayımlanmasından
çok, fiilen uygulama ile yabancı dostlarımıza gösterilmesini uygun
ve yararlı görüyoruz.
4. Seçim hakkındaki görüşlerinizi bildiri ile
yayımladık ve ilân ettik. Bu hususta akla gelebilecek başka sorularınız
varsa, emirlerinizin bildirilmesini rica ederiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına;
MUSTAFA KEMAL
Efendim! Ali Rıza Paşa kabinesi ile aranızdaki
önemli yazışmalar burada son buluyor. Fakat bu son günde kabine,
heyetimiz ile yakından görüşmek ve ayrıntılar üzerinde anlaşmak
için Bahriye Nazırı (Deniz İşleri Bakanı) Salih Paşa'nın bizimle
konuşmasını uygun görmüştür. Amasya'da kendisi ile görüştük. Salih
Paşa hazretleri ile hemen hemen üç gün üç gece devam eden konuşmamız
sırasında az önce açıkladığım kongrelerin kabul ettiği prensipler
ve kuruluş tüzüğünün önemli maddeleri birer birer okundu, tartışıldı
ve tam anlamı ile anlaşma sağladık. Görüşmelerimizde tutanak tutuluyordu
ve bu tutanak Salih Paşa hazretleri ile kongre adına kendileriyle
görüşen heyet tarafından imzalanmış ve uygunluk belirtilmiştir.
Bunu aynen okumayacağım. Arz ettiğim konulardan oluşmaktadır. Bildiğiniz
bu maddeler için yalnız Milli Meclisin onayı gerekmektedir. Bu görüşmelerin
ayrıntılarına girmeyeceğim. Yalnız Salih Paşa hazretlerinin imza
koydukları tutanakta bizim prensiplerimizde yer almayan bir durum
kayıtlıdır. Oraya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Efendiler,
Bu konu, Milli Meclisin kurulma yeri ve toplanma sorunu idi. Genel
durumumuz, İstanbul'un özel durumu görüşüldü ve tartışıldı. O fıkrayı
aynen okuyacağım.
Bundan sonra Sivas Kongresi'nin 4 Eylül 1919 tarihli kararlarının
kuruluş kısmı ile ilgili on birinci maddede yer alan Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin durumu ile ileriye yönelik şekil
ve faaliyetleri konusu görüşüldü. Bu maddede, milli iradeyi egemen
kılacak olan Milli Meclisin güvenlik ve bağımsızlık içinde yönetim
ve denetim görevini üstlenmesinden ve bu görevin Milli Meclisce
onaylanmasından sonra derneğin durumunun kongre kararı ile tespit
edileceği açıkça belirtildi. Burada açıklanan kongrenin, şimdiye
kadar yapılan Erzurum ve Sivas Kongreleri gibi dışarıda ayrı bir
kongre sayılması gerekli değildir. Derneğin programını onaylayan
Milli Meclise, dernek tüzüğünde açıkça belirtilmiş olan delegelerin
de katılmasıyla yapacakları özel toplantı kongre yerine geçebilir.
Milli Meclisin İstanbul'da tamamen güvenlik içinde
ve bağımsız olarak görev yapabilmesi gereklidir. Bu günkü şartlara
göre bunun ne dereceye kadar sağlanabileceği ayrıntılarıyla düşünüldü.
İstanbul'un yabancıların işgali altında bulunması nedeniyle milletvekillerinin
yasama görevlerini gerekli şekilde yapmalarına pek uygun olamayacağı
görüşü ortaya çıktı. Yetmiş seferinde Fransızların Liyon'da ve daha
sonra Almanların Weimar'da yaptıkları gibi barış sağlanıncaya kadar
geçici olarak Milli Meclisin Anadolu'da, yüce hükümetin uygun göreceği
güvenilir bir yerde toplanması uygun görüldü. Milli Meclisin toplanmasından
sonra, güvenliği ve korunması konusu ortaya çıkacağından bunun tam
olarak sağlanması gereği ile, dernek temsil kurul'unun kaldırılması
ve kurulmuş olan kurumun çalışma hedefi, yukarıda açıklandığı gibi,
kongre makamının yerine geçecek özel toplantıda kararlaştırılacaktır.
Milletvekili seçimlerinin özgürce yapılalıilmesi gereği, yüce hükümetce
emir buyurulmuş olduğundan seçimlerin yapılmasında dernek temsıl
heyetinin en küçük bir etki veya baskısı bulunmamaktadır.
Efendim, Salih Paşa Hazretleri tutanağa imza attıktan
sonra bu konuda Milli Meclisin toplantısına İstanbul'dan başka bir
yerde olması konusunu bazı bakanların uygun bulacaklarından emin
olmadıklarını; bununla birlikte bakanlar kurulu adına buraya geldiklerini
ve kabine adına bizimle görüştüklerini, onların uygun şekilde davranacaklarını
umduklarını söylediler. Ancak kendilerinin vicdan, akıl ve düşünce
yönünden buna inandıklarını ve bu vicdani düşüncelerini, bütün bakanlar
kurulu üyelerine ve yüce padişaha anlatmaya gayret edeceklerini,
eğer bunu kabul ettiremezlerse ve bu gerçek karşısında da hükümet
Milli Meclisin İstanbul'da toplanmasını emrederse, bu konunun kendileri
için bir onur meselesi olacağından görevlerinden ayrılmak zorunda
kalacaklarını söylediler. Fakat zannederim, kendileri görevlerinden
ayrılmamışlardır. Salih Paşanın tahmin ettiği gibi, kendilerinin
İstanbul'a dönüşlerinden sonra bu kez de Harbiye Nazırı Cemal Paşa
tarafından yine kabine adına gelen hir telgrafta olay yeniden konu
oldu. Çok önemli bulduğum için telgrafı aynen okuyacağım:
Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine sunulacaktır.
Bahriye Nazırı Salih Paşa Hazretleri ile Amasya'da yapmış olduğunuz
görüşmelerin iyi bir sonuca ulaşması Bakunlar Kurulu üyelerince
memnunlukla karşılandı. Yalnız, Meclisin hilâfet ve saltanat başkentinden
başka bir yerde toplanması son derecede önemli ve tehlikeli görüldüğünden
bu konudaki görüşümüz aşağıda arz olunur:
İlk olarak Meclis-i Mebusan'ın İstanbul'da toplanmaınası
için gösterilen sebep, başkentte yabancı devletlerin kara ve deniz
kuvvetlerinin bulunması nedeniyle görüşmelerin özgürce yapılmasının
sağlanamayacağı ve bazı milletvekillerin oylarına bile saldırılmasının
mümkün olduğu görüşüdür. (Gülmeler) - ... Bu, bizim görüşümüzdür
Bununla birlikte, İtilâf devletlerinin tümü, meşrutiyet (Hükümdarla
yönetilen bir ülkede hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine
dayanan hükümet şekli.) ile yönetildikleri için, Milli Meclislerin
her türlü saldırıdan korunmasının önemi yanı sıra, böyle bir uygulamanın
medeni dünyada ne derece kötü etki yapacağı gerçeği de kendilerince
bilinmektedir. Bu nedenle Meclis-i Mebusanın görüşme güvenliğinin
bozulması mümkün değildir. İtilâf devletleri tarafından kendilerine
karşı davranış yapılması beklenebilecek kişilerin sayılarının aslında
pek az olması nedeniyle, bu kişilerin millet ve devlet güvenliği
için bir özveri daha göstererek milletvekilliğinden istifa etmeleri,
bu engeli de ortadan kaldırabilir. Böyle bir durumun gerçekleştirilmesini,
haklı olarak cömert ve saygıdeğer kişiliğinizden beklemekteyiz.
İkinci olarak, bu buhranlı ortamda devlet büyükleri
ile halkımızın birbirleri ile olan ilişkiyi sürdürmeleri ve görüş
birliği içinde tek bir vücut olarak, yaşamakta bulunduğumuz tehlikeli
durumdan var gücümüzle vatanımızı kurtarmak için çalışmaları gerekmektedir.
Meclis-i Mebusan'ın taşrada toplanması durumunda, bir kısım bakanlık
ve hükümet dairelerinin de oraya taşınması gerekeceğinden, bunun
güç ve imkânsız yönleri bulunmasının yanı sıra, hükümetin taşınması
yolunda bir başlangıç olarak düşünülebileceğini de bildirmeyi gereksiz
görüyorum. Bakanlar ile milletvekilleri birbirleriyle ilişkiyi devamlı
olarak sürdürmek zorınluluğunda bulunanlarından bakanların İstanbul'da,
milletvekillerinin taşrada bulunması mümkün değildir. Hatta toplantı
yeri olarak İstanbul'a en yakın olan Bursa bile seçilse, ulaşım
durumuna bakarak düzenli ve zamanında gidip gelmek, yazıları ve
belgeleri getirip götürmek mümkün görülmemektedir. Özellikle Sadrazam
Paşa Hazretleri ile içişleri ve dışişleri bakanlarının Meclis ile
devamlı ilişkilerini sürdürmeleri ve İstatanbul'dan da ayrılmamaları
gerektiğinden bu iki zorunlu durumun bağdaştırılması mümkün değildir.
Üçüncü olarak, Meclis-i Mebusanın taşrada toplanması
İstanbul'dan başka bir merkezin daha kurulması anlamını taşımasının
yanı sıra, İstanbul'un geleceği henüz aydınlanmadığından, daima
gözleme fırsatı bulan düşmanın ve özellikle Venizelos ve buna benzer
kişilerin zararlı propagandalar yapması için de gerekçe oluşturur.
İstanbul diğer devletlerin başkentleri gibi değildir. Yalnız Osmanlıların
başkenti olmayıp yüz milyonlarca islâmın sevgisini belirttiği ve
darda kalınca, başvurduğu yer olduğundan, her ne şekilde olursa
olsun başlı başına hükümet merkezi olmak onurunu kaybetmesi durumunda
asırlık Osmanlı saltanatının Avrupa'dan kaldırılarak bir Asya beyliği
haline dönüştürülmesi ile kindarlara ve düşmanlara yeni bir silâh
verilmiş olur. Bunu önlemek için, bütün ülke kuvvetlerinin İstanbul'da
toplanması özellikle bu an için zorunlu görülmektedir.
Dördüncü olarak, bazı siyasi partiler ile Müslüman
olmayan unsurların seçilmesinin tarafsızca yapılamayacağı düşünülerek
seçim lere girip girmemekte hâlâ kararsız durumda iken, Meclisin
Anadolu'da toplanması, Meclisi Mebusanın sadece milli kuruluş mensuplarına
kalacağı fikrini kuvvetlendirir. Bu nedenle, onlar seçimlere katılsalar
bile milletvekillerinin bir kısmının Anadolu'ya gitmekten kaçınmaları
ve İstanbul'da toplanma isteklerini bildirmeleri de akla gelebilecek
bir konudur. Böylece Meclis-i Mebusan'ın ikiye ayrılarak, her ikisinin
de çoğunluk sağlayamadığı duruma gelinir ve alınan kararların gerçek
ve güvenilir olmaması üzücü sonucu ortaya çıkar. Genel ve özel durumumuzu
devamlı olarak inceden inceye araştırma altında tutan ve Türklerin
kendilerini yönetmeye ve zor zamanlarda bile anlaşma yapmaya gücü
yoktur konusundaki düşünceleri için delil aramakta olan düşmanlara
kullanılacak bir koz verilmiş olur. Zaten konferans önüne çıkmamız
ve orada iyi bir şekilde kabul görmemiz, bütün milletin el ele,
bir arada olması ve hükümetin de böyle bütünleşmiş bir topluluğa
dayanmasının uygun olacağı açıklama istemeyen bir konudur.
Meclisin Anadolu'da toplanacağı söylentisi şimdiden birtakım dedikoducular
ve yabancılar tarafından çeşitli şekilde yorumlara yol açmıştır.
Bunun çok tehlikeli sonuçlara ulaşabileceği konusuna önemle dikkatinizi
çekerim.
Harbiye Nazırı CEMAL
İşte efendiler, Ali Rıza Paşa Hükümeti'nin Milli
Meclisin İstanbul'da toplanması gerekliliğine ilişkin öne sürdüğü
gerekçe ve düşünceler bunlardır.
İşte bu görüş, şahıslarına bile saldırı yapıldığı fikridir ve bizim
bütün bu düşüncelere karşı cevap olarak bildirdiğimiz görüşler de
şunlardır:
Bu gün, yüce saltanat başkentinde Milli Meclisin toplanması fikrini
uygun görmeyenler, genellikle birbirine benzer düşünceler ortaya
koymuşlardır. Bizim bunlara 29 Ekim 1919 tarihinde verdiğimiz cevap
şöyledir:
Sivas 29 Ekim 1919
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine,
C. 27 ve 28 Ekim 1919 tarihli ve (300, 301) numaralı şifrelere.
Bu gün yüce saltanat başkenti ve islâm dininin hilâfet merkezi olan
İstanbul, düşman donanmasının topları ve kuvvetlerinin işgali altında,
düşman polis ve jandarmasının sorumluluğunda ve eli altında bulunuyor.
Basın, itilâf devletleri tarafından denetim altında, kişisel hukuk
ve sosyal durumumuz bunların baskısı altında, sayın kabine üyelerine
varıncaya kadar giren ve çıkan herkes yabancılar tarafından inceleme
ve denetim altında bulunmaktadır. Tam anlamı ile saltanat başkenti
ve hilâfetimiz kuşatma altında olup bağımsızlığımız burada manen
ve fiilen yürürlükte değildir. Buna, bir de Rum ve Ermenilerin hükümeti
tanımamalarını ve itilâf devletlerine dayanarak bir çeşit ayaklanma
durumunda bulunmalarını ve birtakım bozguncu kuruluşların yaptıklarını
da eklersek, başkentimizin içinde bulunduğu üzücü ve korkunç durumu
tam anlamı ile açıklamış oluruz.
Bundan dolayı, bütün bu haksız uygulamalar ve
bunların ayrıntıları ile bildirilmesi ve açıklanması sonucunda Avrupa'dan,
kamu oyundan, hak ve adalet isteyecek ve kazanılmasını sağlayacak
olan Milli Meclisin İstanbul'da görev yapmasına bizce imkân bulunmamaktadır.
İtilâf devletlerinin meşrutiyet ile yönetilen birer hükümet olduğu
bundan dolayı Milli Meclisimiz, zararına girişimlerde bulunmayaca,kları
konusundaki görüşünüzü bir iyiniyet örneği olarak düşünmek zorundayız.
(Alkışlar) Ancak Avrupa devletleri, milletimizi meşrutiyeti ve hürriyeti
sağlayabilmiş olgun bir millet olarak kabul etmiş ve düşünmüş bulunsalardı,
bu görüş doğru olabilirdi. Aslında durum, tamamen bir iyiniyetin
tersine gerçekleşmiş ve gerçekleşmektedir.
İmzalamış oldukları ateşkes antlaşması hükümlerine aykırı tutumları
ve hükümetin yargı hakkına saldırıları, bizi insan olarak düşünmediklerine
ve verdikleri söze uymamayı, bize karşı dürüst olmayan bir davranış
olarak kabul etmediklerine bir delildir.
Birkaç kişinin şahıslarına karşı olabileceği düşünülen işlemlerin
nedeni, bu kişilerin Devlet ve milletin ve saltanat makamı ile hilâfetin
bağımsızlığı ve bütünlüğü uğrundaki uğraşı ve çalışmaları ise, bunlardan
başka aynı ruh ve düşüncede bulunan diğer kişilerin de saldırı hedefi
olmayacağını kestirmek ve güven vermek kesinlikle mümkün olamaz.
Bundan dolayı bu durum bütün Milli Meclise karşı da gerçekleşebilir.
Aslında yukarıda ayrıntılarıyla anlattığımız
gibi, İstanbul işgal altındadır ve tehlike fiilen mevcuttur. Milli
Meclisin ise kesinlikle güvenlik içinde bulunması önşarttır va önemlidir.
Bu nedenle taşrada tam güvenlik içinde bulunan bir yerde toplanılması
kesin olarak zorunlu görülmektedir.
Meclisin tolanması ve barışa kadar geçici olarak taşrada toplantılarını
sürdürmesi durumunda, açıkladığınız gibi bakanların bazılarının
ara sıra veya sürekli olarak İstanbul'dan ayrılmaları gerekmez.
Bazı bakanların gidip gelmeleri veya yetkili bırakmaları kesinlikle
hükümet merkezinin taşınması anlamına gelmez. Bundan başka, Milli
Meclisin taşrada toplanması kesin bir zorunluluğa dayandığından,
İstanbul'dan başka bir merkez daha kurulması anlamına da gelmemesi
gerekir. özellikle geleceği şüpheli olan İstanbul yerine geleceği
bilinen ve güvenliği tam olan bir yerden kurtarma çalışmalarının
yapılması amaca daha uygur olur. Venizelos'un Atina'yı emin bulmadığı
için bakanlar kurulunu bile Selânik'te oluşturması ve kurması sonucu
Yunan başkentini tehlikede bırakmak yerine kurtardığı, bazı olaylarla
ispatlanmıştır. Ferit Paşa'nın Sadrazam ve Dışişleri Bakanı iken
Avrupa'da aylarca kalması hükümet tarafından sakıncalı görülmediğine
göre, bu derecede önemli biı durumda hükümet üyelerinin gerektiğinde
Milli Meclisin bulunacağı yere gelip gitmelerinde hiçbir engel olmayacağı
açıktır. Bu toplantının İstanbul dışında olmasından dolayı, Venizelos
ve buna benzer düşmanların propagandada bulunacakları pek tabii
görülmektedir. Çünkü bu toplantının kendi zararlarına olacağını
şimdiden kestirmekte oldukları şüphesizdir. Salih Paşa hazretleri
ile bu konuda görüşeli iki gün olduğu halde, haberin memleket içinde
anlaşılmasından önce yabancı yerlere ulaşmış olduğu anlaşılıyor.
Aynı görüşten hareket ederek, bunun da pek tabii olduğu söylenilebilir.
Her halde yabancıların, milletimizin düşüncelerini anlamak konusunda,
inceden inceye araştırma yapmakta oldukları kesindir. Meşruiyetini
ve hukukunu anlamış olan hiçbir milletin, düşman içinde, düşman
baskısı altında kendi hukukunu korumak üzere toplanmak isteyeceğini
kabul etmek doğru olamaz. Bu gün İstanbul'da toplanmayı istemek
bütün ülke kuvvetlerini burada bir araya getirmek, bu kuvvetleri
kıpırdayamaz hale sokmak, sonuçta intiharı amaçlamak demektir.
Bundan başka, Milli Meclisin bu durum altında
başkentte toplanması, milletin İstanbul'un işgal altında bulunmasını
ve bunu gerçekleştirmiş olanların haksızlıklarını aynen kabul etmesi
demektir. Bununla birlikte, Anadolu'da toplanması aynı zamanda başkentin
üzücü durumunun dünyaya karşı açıkça ve eyleme dönüştürülerek kınanması
yararını sağlar.
Yüce Halifenin İstanbul'da bulunmaları göz önüne alınsa Meclisin
taşrada bulunması nedeniyle hilâfet makamı için islam dünyasının
gözünde bir değişiklik ve ters tepki olamaz. Çünkü Milli Meclis
milletimizi temsil eden kuruluştur. Hatta açılış için yüce padişahın
bir vekil yollamaları da mümkündür. Hem bu şekilde islâm dünyası
Milli Meclisin hilâfet merkezinde toplanmaya cesaret bulama dığını
görerek bu kutsal makamın düşman tehlikesi altında bulunduğunu hissedecektir
ki, bunun yararı açıktır.
Müslüman olmayan unsurlara gelince, bunlar daha
Tevfik Paşa kabinesi zamanında seçimlere katılmayacaklarını ilân
etmişlerdi. Bunların katılmamaları kendi zararlarından başka bir
sonuç doğurmaz. İnşallah, vatan ve millet bağımsızlığını kazanınca
ister istemez aynı , haklara sahip Osmanlı vatandaşı olarak oturmaya
mecburdurlar.
Siyasi partilerimizden bazılarının Anadolu'yu
istememeleri tabii olarak milli kuvvetlerin etkisi altında kalmak
korkusundan olacaktır. Halbuki milletin asıl büyük çoğunluğunu temsil
eden milliyetçi milletvekilleri de İngilizlerin etki ve baskısı
tehlikesi nedeniyle İstanbul'u istemeyeceklerdir. İstanbul'un çıkaracağı
belirli sayıdaki milletvekillerinin önemli bir kısmı, hiç şüphesiz
milletle beraber olacağına göre taşraya geleceklerdir. Hatta hiç
gelmeyeceğini düşünsek ve meclisin ikiye ayrıldığını kabul etsek
bile oy çoğunluğunun İstanbul'a mı, yoksa taşraya mı ait bulunacağını
tabii şimdiden kestirmek mümkündür. Aslında bu gibi şüphe ve kararsızlığa
düşecek milletvekillerinin vatan ve millet uğruna istifa ederek
özveri gösterecekleri umulmalı ve beklenmelidir. Aydın kesiminde
seçimlerle ile ilgili olarak yapıldığı bildirilen yakınmalar Yunan
işgali altındaki yörelerde yapılıyor ise, bunun Rumlar tarafından
düzenlendiğinden hiç kuşkumuz yoktur ve bu, çok doğal görülmektedir.
Haksız işgal olunan bu sevgili ilimizin Milli Meclise milletvekili
gönderebilmesi özel dileğimizdir. Böylece, millet fiilen işgali
tanımadığını ve bu zengin topraklardan ayrılmaya asla razı olmadığını
dünyaya ispat etmiş olacaktır. Buna hükümetin de resmen destek olması
İzmir, Adana, Musul illeri ile Maraş, Antep, Urfa sancaklarına resmen
seçim için kesin emirler vermesini siyasi durunun gereği olarak
görüyoruz. Kurulumuzun verdiği sözü tutan kişilerden oluştuğuna
güven duymanızı özellikle rica ederiz. Daha anlaşma yapıldığı gün,
bunu bütün benliğimiz ile destekleyeceğimizi ve yardım edeceğimizi
arz ederek söz vermiş, durumu bütün milletimize bildirmiştik. Aradan
yirmi beş gün geçti. Bu süre sırasında bütün çalışma ve davranışlarımızla
hükümet görevlerini kolaylaştırmaya, hükümet kuvvetlerini yüceltmeye
çalışıyoruz. Buna karşılık kabinenin hâlâ özel tasarımızdan kuşku
duyması ve uygulamalar için adım atmamış bulunması, üzüntülerimize
sebep olmaktadır.
Milli kuruluşumuzun amacının kanunlara uygunluğunu
kabul ederek, gereğine uyularak yönetilmesini üstlenen hükümetin,
kuruluşumuzu lağvedeceğini ve tüzüğünde açıkça belirtilen temsil
heyetimizin şimdiki çalışma düzeninin değiştirilmesini isteyeceğini
tabii ki aklımızdan geçirmiyoruz. Bu durumda nasıl direnme ve yardım
istenebilir? Bu kanunun açıklığa kavuşturulmasını rica ederiz.
Tam tersine, Temsil Heyeti, Ferit Paşa Kabinesi'nin yapmış olduğu
haksızlıkların düzeltilmesi konusunun halâ ele alınmadığını görmekle
üzgün bulunmaktadır. Milli Meclis konusunda Temsil Heyetimizin görüşünü
yukarıda belirtmiş bulunuyoruz. Bununla birlikte, tutumumuzu milletin
kamu oyu üzerine dayandırmak bizlerce genel kural olduğundan; bütün
il merkezleri heyetlerinin bu konudaki görüşü de ayrıca sorulmuştur.
Sonuca göre davranacağımız tabiidir, efendim.
Temsil Heyeti adına
MUSTAFA KEMAL
Bizim bütün bu düşüncelere karşı cevap olarak
bildirdiğinin görüşler şunlardır: Bu gün yüce saltanat başkenti
ve Milli Meclisin İstanbul'da toplanması fikrini kabul etmeyenler
de hemen hemen genellikle aynı noktaya dayanarak düşüncelerini bildirmişlerdir.
Bundan sonra Rıza Paşa kabinesi görüşünde ısrar etti. Bu düşünce
o zaman yalnız bizim heyetimizin görüşü idi. Bu konu, kesin olarak
kabul edilmiş bir karar şeklinde değildi. Onun için çeşitli araçlarla
bütün milletin düşünce ve eğilimini anlamaya çalışıyordum. Burada
olduğu gibi durumu açıkça belirterek sorduk: " Toplanma yeri
neresi olmalı? " Gelen cevaplarda her yörede özel olarak durum
anlaşılmıştı. Gerçekten İstanbul'da toplanmanın büyük bir felâket
getireceği herkes tarafından açıkça söylermişti. Ancak ortada bir
konu vardı, o da hükümet kanadının bunu uygun bulmaması. Milli Meclisin,
Milli Meclis olarak Anadolu'da daha güvenceli bir yerde toplanabilmesi,
tabii ki, hükümetin uygun görüşü ile durum'un yüce padişaha arzına
ve böylece alınacak yüce emre bağlı bulunuyordu. Milletvekilleri
dışarıda toplanır, Ayan oraya gelir ve Milli Meclis olarak bir araya
gelir. İşte bu olmadıkça Milli Meclisin, Milli Meclis olarak toplanmasına
maddeten imkân kalmamıştır. Bu konu bizim için son derecede önemli
olduğu için arz ettiğim gibi halkın düşüncelerini öğrenmekle birlikte,
Sivas'ta yetki sahibi bazı kişilerle, üzellikle bütün komutanların
katılmasıyla olağanüstü bir toplantı yaptık. Ayın sonuca vardık.
Bu sonuca göre bir Şer vardı. 0 da milletvekillerinin tümünün aynı
kanı ile durumu tehlikeli görüp kendiliğinden dışarda bir yerde
toplanmaları ! Tabii ki bu topluluk Milli Meclis olamazdı. Belki
bir millet meclisi olurdu. O nitelikte olmamakla birlikte, boyle
basit bir kongre halinde toplanmış olsa bile yapabileceği görevden
daha büyük görevi yapmış olacaktı.
Benim düşünceme göre milletvekilleri İstanbul'a
gitmeselerdi, Meclisi Mebusan orada toplanmasaydı, dışarıda güvenceli
bir yerde toplanıp orada bütün ülkeyi, bütün milletin başkentinin
geleceğini konuşmuş olsaydı, İstanbul işgal olunamazdı.
İstanbul'un işgaline tek neden hükümetin birtakım saçma ve köksüz
görüşlere saparak zaaf göstermiş olmasından kaynaklanmaktadır. Milli
Meclisin dışarıda toplanması gerekliliği ve zorunluluğunu anlatmak
konusunda da başarılı olamadıktan sonra artık görüşlerimizi bildirmekten
vazgeçtik. Yalnız yine birçok felaketlerin ortaya çıkacağına olan
inancımız sürdüğünden bazı önlemler alarak vatan görevimizi gerçekleştirmeye
çalıştık. Önerilerimiz hepinizce bilinmektedir. Hiç olmazsa milletvekilleri
İstanbul'un o zehirleyici çevresine, havasına girmeden önce dışta
birbirleriyle görüşsünler, tanışsınlar ve birbirlerine düşüncelerini
söyleyerek aydınlatsınlar. İşte biliyorsunuz, bu amaçla Erzurum'da,
Trabzon'da, Samsun'da, kısacası çeşitli merkezlerde, bölge bölge,
milletvekillerinin toplanmasını çok rica ettik.
İstanbul'a gidecek milletvekillerinden de mümkünse
düşüncelerimizi karşılıklı söylemek üzere Ankara'ya gelmelerini
istedik. Bu önerilerimizin hem birincisi ve hem de ikincisi kısmen
oldu, buraya gelen saygın milletvekilleriyle karşılıklı düşüncelerimizi
anlattık, bütün tehlikeli olabilecek durumlar konuşuldu ve geleceğe
ait bazı önlemler de düşünüldü. Hatırladığıma göre her şeyden önce
Meclis-i Mebusanda bir grup kurmak gerektiği şart olarak düşünüldü.
Çünkü milletvekillerinin genel kurulu dayanışma içinde bulunmazsa
hiçbir amacın savunulması ve korunmasına imkân kalmazdı. Yine burada
görüldüğü gibi, kurulması düşünülen grup bütün anlamı ve görünümüyle
Kuvay-i Milliye'ye dayanacaktır. Bütün dünya da bunu bilecektir.
Milletin gücüne dayanmayan milletvekilleri hiçbir kimsenin gözünde
güvenilir kişiler olamaz. (Sürekli alkışlar) .
Burada toplantıya katılan arkadaşlarımız bu gereği tümüyle kabul
etmişler ve bu fikirle İstanbul'a gitmişlerdir. Fakat uzaktan gördüğümüze
göre bu kararda kesinlikle direnmemişlerdir. Direnmeyişlerinin nedeni
de arz ettiğim gibi görünüşte Kuvay-i Milliye ile ilişkili kabul
edilmelerindendir. Her iki tarafa yönelmiş bir cephe nasıl olur?
Efendiler, yurt dışında bu milletvekillerinin
milli teşkilât ile yeterince ilgili bulunmadıkları kararına varıldı.
Bu durumda ya milli teşkilât yoktur ya da zayıftır. Milli teşkilât
varsa, ya korkulacak bir şey değildir ya da bu milletvekilleri ile
onun ilgisi yoktur. Bu nedenle her iki durumda da bir güçsüzlük
gözlenmiş oldu. Kuvay-i Milliye de önemsenmedi işte düşmanlarımız
bundan son derecede cesaret aldılar. Artık Kuvay-i Milliyeden ve
Meclis-i Mebusanı oluşturan sayın kuruldan korkuları kalmadı. Efendim,
son bir bölüm daha var izin verir misiniz ?
Sayın arkadaşlarımız, İngilizlerin varlığımızı
yok etmek için uyguladıkları gizli ve kirli sonsuz yöntemleri bulunduğunu:
hepiniz bilirsiniz. işte bu söylediklerimizle ilgili olarak İngilizler,
İstanbul'da yasama organımıza saldırı hazırlığı olmak üzere daha
önce, bakanlar kuruluna saldırıya geçmeyi tasarlamışlardı. Bu davranışın
en açık delili Harbiye Nazırı olan Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı
olan Cevat Paşay'a karşı yaptıkları saldırı idi. Hepinizin bildiği
gibi, İngilizler bu iki kişinin milletin, yararına uygun olan çalışma
ve davranışlarının kendi yararlarına uygun olmadığını görerek bunları
düşürmek istediler. Ve aynı istekle yüce Osmanlı devletinin hükümetine
de bir darbe vurmayı amaçlayarak Ali Rıza Paşa Kabinesi, uzun bir
kararsızlık devresinden sonra nihayet İngilizlerin isteğini yerine
getirmeye yöneldi ve sonuç olarak Cemal Paşa, Cevat Paşa görevlerinden
alındılar. O zaman gönül isterdi ki, Ali Rıza Paşa hazretleri ortaya
çıkan bu yabancı saldırıya karşı bütünüyle hükümeti ayağa kaldırsın,
tepki gösterip olay yaratsın. Oysa her zaman olduğu gibi, kabinemiz
kuruntuya düşme ve işi idare etme politikasına daha çok önem verdi
ve düşmanın arzusunu yerine getirerek olayı kapattı. Bunun ardından
İngilizler görünüşte tatlı, kamu oyunun gönlünü alacak bir genelge
sundular. İngiliz siyasi temsilcisi, İngiliz Dışişleri Bakanlığı
adına hükümetimize bir nota verdi. Notada şöyle deniliyordu: önce,
itilâf devletlerine karşı başlatılmış olan ve Yunanlıları da içeren
eylemleri durdurunuz. lkinci olarak, Türkiye'de Ermenilere karşı
yapılan soykırımdan vazgeçiniz. işte bu iki önerimizi yerine getirmeniz
durumunda İstanbul size bırakılacaktır. Bu iki istek dikkate alınmazsa,
barış şartları kötü biçimde etkilenmiş olacaktır.
Efendiler, bu, tabii ki çok haince ve samimiyetten
uzak bir istek idi. Çünkü her iki öneride de, gerçekte yeri olmayan
konular üzerinde duruluyordu. Birincisi Yunanlıların da içinde bulunduğu
İtilâf hükümetlerine karşı eylemde Bulunmamak, saldırıya geçmemek
önerisi. Zaten böyle bir şey olmadı. Gerçi Yunan cephesinde, İzmir
cephesinde, silâh ve mevzilenmiş birtakım kuvvetler, milli kuvvetler
vardı, fakat bu, devlet kuvveti, hükümet kuvveti, ordu kuvveti değildi.
Bu, Yunanlıların, ateşkes hükümlerine uymayan davranışları ve insanlığa
karşı dünyada eşine rastlanmayacak biçimde zulmederek, facialar
yaratmalarına karşın devletin koruyuculuğundan yoksun olan milletimizin
kendi namusunu, onurunu korumak ve kollamak için silâha sarılmak
zorunluluğundan kaynaklanıyordu. İtilâf devletleri bu masum islâm
halkının korunmasından söz etmemişlerdi. Sadece onlara saldıran
kuvvetin önüne set çekilmemesi gerektiğinden söz edilmişti. Diğer
yörelerde bile itilaf devletlerine hiçbir saldırı yapılamamıştı.
Bu nedenle, sözkonusu isteğin asıl içyüzü düşünüldüğünde bunun gerçekten
uzak olduğu görülür. iktidardaki hükümet, doğal olarak buna cevap
verebilecek kuvvete, kudrete ve yetkiye sahip bulunuyordu. Bu olayın
tek ve en kesin çözümü, itilâf devletleri tarafından Yunanlılara,
islâm hayatına ve milletin şeref ve namusuna saldırıda bulunmamalarının
önerilmiş olması idi. İkinci istek ise, ülke içinde soykırım yapılmaması
ile ilgiliydi. Ermenilere karşı böyle bir tutum yoktu ve olay doğru
değildi. Ülkemiz gerçeklerini hepimiz biliyoruz. Hangi yörede Ermenilere
karşı soykırım yapılmıştır veya yapılmaktadır? Genel savaşın başlangıcından
söz etmek istemiyorum. Aslında, itilâf devletlerinin de bahsettikleri
doğal olarak geçmişe ait durumlar değildir. Bu gün ülkemizde faciaların
yaşandığı savunularak, bundan vazgeçmemiz isteniyordu. Kuşkusuz
Ali Rıza Paşa Kabinesi bu önerilere cevap ermiştir. Ancak yine Ali
Rıza Paşa Kabinesi'nden olan bakanlar kendi üyelerine, kendi memurlarına,
kendilerine bağlı olanlara İngilizlerin umut verici güzel sözlerini
önsöz yaparak bu iki isteği aktarmış ve sonuç olarak yapılması istenmeyen
davranışlardan vazgeçilmesini bir genelge ile duyurmuşlardı. Bu
işlem, hiç şüphesiz kötü niyetle yapılmış değildir. Fakat sorun,
olayın anlatım şeklini bilememekten kaynaklanmıştır. Tabii ki, hükümet
yetkililerinin yayımladığı bu genelgeler, düşmanlarca öğrenilmiştir.
Bunların yayımlanması kesinlikle isteğin gerçek olduğunu kabul etmek
değildi. isteklerine bu kadar uygun davranılmasından da İngilizler
yeterince tatmin olmadılar.
Bundan kısa bir süre sonra, Ali Rıza Paşa kabinesine
Yunanlılar karşısında bulunan kuvvetlerin geriye çekilmesi önerisi
yapılmıştır. Hepimizin bildiği gibi, milli hattına çekilmek konusu
Ali Rıza Paşa, böyle bir öneriyi gerçekleştirilmesi mümkün olmayan
bir konu olarak gördüğü için ve belki başka nedenlere de bağlı olarak,
bu baskıyı gerekçe göstererek görevinden ayrıldı istifa etti.
Ali Rıza Paşa Kabinesi 23 Mart 1920 günü istifasını verdi. Böylece,
kabineye oy birliğine yakın bir çoğunlukla, güven oyu vermiş olan
Meclis-i Mebusanın, bağımsızlıkla ilgili çalışmalarını yürütme kudretini
kaldırmak ve milli istekleri gerçekleştirme yeri olan Milli Meclisi,
herhangi bir şekilde barış üzerinde etkili olamayacak bir şekle
dönüştürmek amacı açık olarak anlaşılıyordu. Bundan dolayı bütün
millet bu durum karşısında, milletvekillerinin güvenine sahip olan
Ali Rıza Paşa Kabinesinin istifasını ölçülü bir şiddetle ve ülkemizde
pek az görülen bir birlik ve coşku ile protesto etti. Padişahlık
makamına ve Meclis-i Mebusan'a, Anadolu'nun en uzak köşelerinden
protesto telgrafları çekildi. Düşmanların bütün çalışması, barış
esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışarıda
ve içeride güçsüz bir durumda bırakarak istedikleri her şeyi bize
kabul ettirmeyi amaçlıyordu.
Şöyle ki:
İzmir olayını yerinde inceleyen ve Anadolu'nun
çeşitli yerlerinde inceleme ve araştırma yapmak için geziler yapan
bütün Amerikalı ve Avrupalı kişiler ve heyetler daima lehimize düşüncelerle
dolu olarak ülkelerine dönmüşlerdir. Bu kişiler ve kurullar Avrupa
ve Amerika kamu oyunda çeşitli araçlarla ülkemiz aleyhine yapılan
kışkırtıcı propagandalara karşı üstünlük sağlamışlarsa da, barış
için kesin kararların belirlenmesini üstlenen barış konferansı çerçevesi
içinde çok az etkinlik taşıyan, gerekli önemli vurgulayamayan bir
durum yaratmışlardır. İşte böylece, geleceğe yönelik çıkarlarını,
çeşitli baskılarla bütün dış ülkeleri aleyhimize çevirmekte gören
bazı kuruluş ve unsurlar ise, tarafımıza yöneltilen bu akımı temelinden
yıkmak ve bütün dış ülkelerin milletimiz lehine, düşüncelerinde
değişiklikler olmasına fırsat vermemek için, tümüyle yalan olan
en son Ermeni soykırımı uydurmasını düzenlediler ve açıkladılar.
Aslında pek az ve basit yalanlama araçlarımız olan gazetelerimize
de, son derecede etkin bir sansür uygulayarak hiçbir araçla medeni
dünyaya karşı haklarımızı korumamıza imkân tanımadılar. Böylece,
insanlık hukukunun kutsal kuralı olan kendi kendini koruma hakkından
da milletimizi tümüyle yoksun bırakarak, kamu oyunu ve dünya milletlerinin
fikirlerini harap durumdaki ülkemiz ve ezilmiş milletimizi birçok
suçlamalarla lekeleyerek büyük çapta etkilediler.
Ülkemizin dış ülkelerdeki onurlu durumu ve hakları, çeşitli araçlarla
dünya kamu oyu önünde küçük duruma sokulduktan sonra, sıra iç yönetimimize
geldi. Meclis-i Mebusan'ımızı hor görerek kapatmak; ülkemizi, benzeri
görülmemiş zorba bir yetki ile bütün dünya sorunlarını kendi isteklerine
göre düzenlemek isteyen barış konferansının zalim kararlarını kabule
zorlamak bunlar arasındadır.
İşte Ali Rıza Paşa kabinesi bu çapraşık dış çabalar
sonucu, yabancıların eline düşürülmüş oldu.
Düşük kabinenin geçici olarak görev yaptığı buhranlı günlerde, Ferit
Paşa'nın padişah huzuruna kabul edilerek saatlerce görüşme yapmış
olmasına bakılarak milli amaçları yıkacak karşı bir kabinenin iş
başına gelmesinin konuşulduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Böyle
bir kabinenin iktidara gelmesi sonucunda ortaya çıkacak durumu anlamak
güç değildir.
Milli iradeyi tek meşru gerçekleştirme yeri olan Meclis-i Mabusan'ımızın
yasama yetkisinin sağlamlaştırılması için millet içinden kaynaklanan
coşku ve kınamalar gerçekleşmiş ve bu konu yeni kabinenin milli
amaçlara karşı olan kişilerden kurulmasını önlemek için Meclis Başkanlık
Divanı'nın Padişah huzurunda yapılması ile ilgili girişimleri kolaylaştırmıştır.
İşte Salih Paşa Kabinesi bu şartlar altında kurularak
göreve başlamıştır.
İngilizler, bir yandan dış durumumuzu yeni toplu öldürme iftiraları
ile sarsarak, diğer yandan da kabineyi, Meclisi Mebusanımızın çalışmalarına
engel olmak konusunda kışkırtarak, içişlerimizde çok tehlikeli bunalımlar
yaratacak biçimde çalışarak, tasarladıkları İstanbul işgalini kolaylıkla
uygulayabilecek bir ortam hazırlıyorlardı. Bunun bizim elimizde
bulunan ilk delili, daha Ali Rıza Paşa Kabinesi'ni düşürmeyi tasarladıkları
sıralarda bir yandan da İstanbul işgaline hazırlık olınak üzere
Anadolu telgraf kuruluşu hakkında etüt yapmaları ve posta - telgraf
genel müdürünü ziyaret ederek Anadolu telgraf merkezleri hakkında
incelemelerde bulunmaları, resmi telgraf haritalarını genel müdürlükten
istemeleri ve almalarıdır.
İngilizler, 12 Martta telgraf sınırlarımız hakkında
tekrar araştırmalarda bulunmuşlardır. Telgraf görüşmelerinin durdurulması
için İstanbul'da yapılacak uygulamaya karşı gerekli önlemlerin alınması,
Temsil Heyetimizce düşünülmüştür. İstanbul'dan alınan 11 Mart tarihli
şifrede inanılır bir kaynaktan alınan bilgiye dayanılarak İstanbul'daki
arkadaşlarımın tutuklanacağı bildiriliyordu. Aynı gün (Ankara'daki
İngiliz temsilcisi Withall'in İstanbul'a hareket edeceği ve bundan
sonra trenlerin işletilmeyeceği) öğrenilmiş ve gerçekten Withall
ertesi gün Ankara'dan ayrılmıştı.
Fransız temsilcisi (Duvazo da ayrılmış ve Konya
civarındaki italyanların da İstanbul'a gideceği haber alınmış olduğundan
İstanbul ile ilgili kötü niyetin belirtileri açık bir biçimde hissedilmeye
başlanmıştı. Durum, tarafımızdan şu biçimde değerlendirilmiştir.
İtilâf devletleri bir yandan telgraf bağlantımızı incelerken bir
yandan da Anadolu'daki çeşitli subaylarını ve kuvvetlerini İstanbul'a
çağırıyor, aynı zamanda Anadolu'nun tren bağlantısını kesmeye hazırlanıyor
ve Meclis-i Mebusan'da milletimizin hukukunu koruyan arkadaşlarımızı
tutuklamayı tasarlıyorlar. Bu duruma göre çok yakında olağanüstü
olaylar beklenebilir.
Sezgimize göre İstanbul'da yeni bir durum oluşturmak
Anadolu telgraf görüşmelerine el konabilir. Meclisteki milliyetçi
kişileri tutuklayacaklar. Kara ve denizden Anadolu ulaşımını keserek
genel nitelikte bir (Blows) kuşatma gerçekleştirilmiş olacak. Milletin
şiddetli coşkusu karşısında iktidara getirmeyi başaramadıkları Ferit
Paşa kabinesini bu yolla iktidar makamına getirerek istek ve amaçlarını
gerçekleştirecekler ve belki de olumsuz bir biçimde açıklanmada
bulunan barış şartları hükümete bildirilecek ve bu şiddetli baskı
altında ya Anadolu'nun parçalanmasını bekleyerek bu acıklı durumu
devam ettirecekler ya da İstanbul ve çevresine yığdıkları İngiliz,
Fransız, Yunan kuvvetleriyle kuzeyden, izmir cepnesindeki Yunan
ordusuyla batıdan, Adana'daki Fransız kuvvetleri ile de güneyden
kuzeye saldırı düzenleyerek ve belki de bir kısım kuvvetlerle de
Karadeniz sahillerinden güneye kuvvet kullanarak amaçlarını gerçekleştirmek
isteyeceklerdir.
İşte bu düşünceye dayanarak her türlü önlem alındı
ve İstanbul'daki arkadaşlar Anadolu'ya gelmeye özendirildi.
16 Mart 1920 saat 10'dan önce İstanbul telgrafçılarından (adını
şimdi söylemeyeceğim) vatansever bir kişinin Ankara'da Ziraat Okulundaki
merkezimize gönderdiği telgraf, İstanbul işgalinin kanlı bir biçimde
başladığını bildiriyordu. İstanbul merkezinden, Harbiye telgrafhanesinden
ve telgraf aleti başındaki birçok vatansever memurlardan, birbirini
izleyen çeşitli telgraflar alıyorduk. Saat 11'e kadar toplanan bilgileri
derhal bir genelge ile duyurduk.
Bu saatten sonra artık İstanbul'la görüşme kesilmiş, başkentin beklenen
durumu ve Anadolu'nun hali göz önünde tutularak gerekli önlemlerin
alınmasının sırası gelmişti. Alınan başlıca önemli önlemler aşağıda
belirtilmiştir:
A. İzmir cephesinin arkasını zorlayan Biga yöresindeki
Anzavur'un eylemleri için kuvvetli bir destek oluşturan ve büyük
bir ihtimalle İstanbul'dan Anadolu'ya yapılacak itilâf kuvvetleri
asker taşımacılığını gerçekleştirmek ve korumak görevini üstlenen
Eskişehir ve Afyon Karahisarda'ki İngiliz kuvvetlerinin silâhtan
arındırılması.
A. İstanbul'daki yabancı baskısı karşısında parlayacak olan Anadolu
düşüncesine baskı yapmak ve korkutmak üzere İstanbul ve Kilikya'dan
gönderilebilecek düşman asker sevkiyatına imkân tanınarak ve Anadolu'daki
önemli yerlerin kuvvetli bir işgal ve istilâ tehlikesi ile karşı
karşıya kalmasını önlemek üzere Geyve ve Ulukışla civarlarında demiryolunun
kullanılamaz duruma getirilmesi.
B. Telgraf merkezleri İngilizlerin eline geçtiği
için İstanbul'dan gelebilecek herhangi bir bildirinin meşru bir
makamdan verilmesine imkân kalmadığın'dan, İngiliz bildirileri ile
halkın anlayışının karmakarışık duruma düşürülmesini önlemek amacı
ile, telgraf görüşmelerinin kesilmesi konusunda mülki ve askeri
makama gerekli bildirimin yapılması.
İlk önlemlerimiz içinde mali konuları içeren başlıca noktaları da
ihmal etmedik. Bununla ilgili olarak Anadolu'da bulunan resmi ve
resmi olmayan bütün mali kuruluşların ellerinde bulunan nakit veya
nakit yerine geçecek eşya miktarlarını illerden sorduk ve hiçbir
kurumdan İstanbul'a para gönderilmemesi gerektiğini bildirdik. Diğer
taraftan telgraf görüşmelerinin denetimi, limanlardan ve içten gelecek
kişilerin araştırılması ve şüphelilerin izlenmesi, postahanelerde
şüpheli mektupların açılması gibi gerekli olan önlemler aldık ve
gerekli yerlere bildirdik.
Bu arada, çeşitli haberleşme araçlarının ve Anadolu'ya gönderilmeleri
umulan, amaçları her çeşit yalan haberleri yaymak ve kargaşalık
çıkartmak olan zararlı kişilerin milli dayanışmayı bozacak uğraşlarını
engellemek için elden gelen çaba gösterildi.
İstanbul'da yapılan tutuklamalara karşılık olmak üzere Anadolu'daki
İtilâf devletleri subaylarının tutuklanması gerekiyordu. Göz önünde
bulunanların tutuklanması için gerekli yerlere emir verdik.
İstanbul'da telgraf görüşmeleri konusunda alınan
önlemlerin gerekli olduğunu gösteren İngiliz girişiminin ortaya
çıkması gecikmedi. 16 Mart 1920 saat 11'den sonra İstanbul telgrafhanesi
Ankara merkezine bir resmi bildiri vermek istiyordu. İstanbul merkezinde
telgraf başında bir İngiliz subayı bulunuyor ve bütün Anadolu'ya
bu bildiriyi yayımlamaya çalışıyordu.
Bu bildirinin, milli teşkilât kurucularını halk önünde ittifakçılıkla
suçlayarak Anadolu'da bir anlaşmazlık ve ikilik yaratmak ve İstanbul'un
fiili işgalini geçici göstererek, hilâfet hakları ve saltanata indirilen
darbenin feci durumunu saklamak ve sonuç olarak bütün saldırıyı
milletimize olağan olarak kabul ettirmek amacı ile düzenlendiği
anlaşılıyordu. Bu bildirinin imzası, itilâf devletleri temsilcileri
olarak verildi. Memleketimizdeki düzen ve birliği bozacak, zayıf
karakterli bazı insanları kandıracak ve korkutacak nitelikteki bu
resmi bildirinin Anadolu telgraf merkezlerince kaydedilmemesi için
mümkün olan önlem alındı. Bunun ardından, şüphesiz İngilizlerin
baskısıyla hükümetin yazdığı İstanbul işgalindeki geçici durumun
devamına neden olmamak için ülke içindeki sükünetin korunması gerekliliğini
belirten bir resmi bildirinin de İstanbul'dan Anadolu'ya geçirilmesi
için girişimler tespit edildi ve yine aynı sakınca nedeniyle bunun
gerçekleştirilmesi önlendi. İngilizler, Anadolu halkının fikrini
bulandırmak için giriştikleri işbu resmi bildiri oyununda başarılı
olamadıklarını görünce, Anadolu'nun İstanbul faciası karşısındaki
ağır başlı ve ölçülü kararlılığını ve kahramanlığını bozarak, zararlı
kötü düşüncelerinin yayımlanmasını sağlamak için tren, telgraf hatlarını
aracı yapmayı denediler. Ankara istasyonundaki telgraf merkezinde
çalışan bir İtalyan, İngiliz resmi bildirisinin Fransızca bir kopyasını
aldığının duyulması üzerine yakalandı ve elindeki telgraf geçersiz
sayıldı.
Anadolu'da yerleşmiş Ermenilerin ve Rumların
hükümet emirlerine ve milli amaçlara karşı gelmedikçe her türlü
saldırıdan korunmaları ve tam anlamı ile mutlu ve rahat bir hayat
yaşamaları öteden beri kabul edilmiş bir ana konu idi. Kilikya ve
dolaylarında ve doğu hududumuz dışındaki resmi ve resmi olmayan
Ermeni kuvvetlerinin dindaş ve ırkdaşlarımıza karşı yapılan cinayete
varan saldırıları karşısında bile, ülkemizde yaşayan Ermenilerin
her türlü taarruzdan korunmasını sağlamayı pek önemli bir medeni
görev kabul ettik ve Anadolu'nun dış dünya ile ilişkisinin kesik
olduğu bu günler de yüce vatan çıkarlarını amaçlayan önlemler içinde
Ermeni halkının esenliğinin korunması gerekliliğini bütün makamlara
bildirdik.
İşte, İstanbul'un yabancı kuvvetlerce işgalinden
bu güne kadar geçen acı günlerinde hiçbir dış ülkenin fiili korumasına
erişemeyen Anadolu Ermenilerinden hiçbir kişinin, en küçük bir anlamda
bile, saldırıya uğramamış olması, bize her nedenle cinayet yükleyen
ve duyarlılığı kendi tekelinde sanan entrikacı Avrupalıların yüzlerini
kızartacak ve milletimizin yaradılışından sahibi bulunduğu insanlık
törelerinin yücelik derecesini ispat edecek çok önemli bir konudur.
İstanbul işgalinin bu gün memlekette neden olacağı durum, aldığımız
geçici önlemler ile geçiştirilecek bir nitelikte olmayıp, bu durumun
devamı halinde ülkedeki yönetimin sağlam bir esasa bağlanması gerekiyordu.
Karşımızda, hiçbir antlaşma ve hak tanımayan ve kendi özel yararlarından
başka, insanlıkla ilgili hak ve davranışlara yer vermeyen bir itilâf
heyeti; başımızda, vatan haklarını korumak, imzaladığımız antlaşma
şartlarını uygulanarak, yabancı saldırılarını sınırlamak için her
türlü araçtan tümüyle yoksun, esir bir hükümet vardır. Bunların
birincisinin sonsuz baskısı, ikincisinin de tutsaklığı karşısında,
başvuracak yeri olmayan şaşırmış ve çırpınıp duran bir millet !...
İstanbul faciasıyla Anadolu'dan yansıyan durum
böyle idi ve bu durumun sürmesi halinde vatanımızda çok büyük ve
korkunç bir anarşinin başlaması doğaldı. işte bu düşünce sonucunda
kesin bir karar vermek gerekti. Derhal gerekli mülki ve askeri makamlarla
görüşerek ülkenin idaresini anarşiden kurtarmak üzere az önce anılan
yerlerin başlarının bizimle birlikte hareket etmesi önerildi. Bu
öneri samimi bir olgunlukla her kesimde iyi karşılandı.
İşgal sonucunda ortaya çıkan olağanüstü durumun öncelikli gereğini
ayrıntılarıyla düşünüp bunları uygulamaya çalışmakla birlikte, İstanbul
işgalinden dolayı üzüntü ve elemimiz bütün dünyanın aydın insanlığına
ve bütün islâm dünyasına özel bir bildiri ile duyuruldu. İtilâf
devletleri temsilcileri ve tarafsız hükümet önünde kınandı. Bütün
millet de bu kınamaya katıldı.
İstanbul durumu ile ilgili bilgi alınacak inanılır kaynaklardan
yoksun bulunuyorduk.
18-19 Mart 1920 gecesi ilk kez ilişki kurulabildi
ve hepiniz tarafından bilinen gerçekler öğrenildi. Bu arada Meclis-i
Mebusan'ımızın bu saldırılar karşısında tatili görüştüğü anlaşıldı.
Bunun üzerine 19 Mart 1920 tarihinde:
Hilâfet makamının ve saltanatın bağımsızlığının dokunulmazlığını,
milli bağımsızlığımızı ve milli sınırlarımız içinde yaşama imkân
verecek bir barışı sağlayacak önerileri ayrıntıları ile tespit edip
uygulayabilmek için, millet tarafından olağanüstü yetkiye sahip
bir meclisin Ankara'da toplanması gereğini millete duyurmakla ilgili
milli görevimizi ve vatan borcumuzu da yerine getirdik.
İstanbul'un işgali, şekil ve niteliği bakımından, Osmanlı devletinin
egemenliğini kökünden kaldırnıak ve milletin esir alınmasını ve
hor görülmesini bir oldu bittiye getirme amacına yönelik bir harekettir.
Çünkü istanbul'da doğrudan doğruya Devlet kuvvetlerine el konmuştur.
Şöyle ki: önce Meclis-i Mebusan zorla susturulınuştur. Bu durumda
yasama kudreti bulunmamaktadır.
İkinci olarak, yürütme kudreti siyasi kısıtlamalara
uğramıştır. Suçlu kim olursa olsun yabancı kanunlara göre yargılanacağı
ilân edilmiştir. Bütün görüşmeler ve ulaşım denetim altına alınmış,
insanın kendini koruma ilkesi tümüyle kaldırılmış ve saldırganların
uyruğu altına alınmıştır. Bundan dolayı, bu aşağılık durumu destekleyen
ve kabul etmiş olan Ferit Paşa Hükümeti, bağımsızlığına çok sıkı
ve çok içtenlikle bağlı olan milletle arasındaki her türlü bağlantı
ve ilişkiyi doğal olarak kaybetmiş ve milleti karşısına alarak,
düşmanla iş birliği içinde hareket etmeye başlamıştır.
Üçüncü olarak, devlet şeklinde oluşmuş bir topluluğun
Anayasasında, yargı yetkisi bağımsızlığın önemi, açıklama istemeyen
bir konudur. Milletlerin yargı yetkisi, ıbağımsızlıklarının birinci
şartıdır. Yargı yetikisi bağımsız olmayan bir milletin devlet oluşu
kabul edilemez. Bununla birlikte, İstanbul halkından yüzlerce kişinin
hiçbir kanuni suçları olmamasına karşılık sanık sayılarak tutuklanmalarına
devam edilmesi, itilâf devletlerinin görüşüne aykını söz söylenmesi
bile suç sayılarak, Orta Çağ davranışları içinde onlara karşı saldırıda
bulunulması yargı yetkisinin kaldırıldığını göstermektedir.
Bu durumda millet, bu gün yedi yüz yıldan bu
yana gerçek bir onur ve yücelikle koruduğu ve savunduğu bağımsızlığını
ve var oluşunun devamı için İstanbul olaylarının oluşturduğu hukuki
durumu onarmak zorundadır. Bunun için acele gereklidir. Sürüp gidecek
olan egemenliğe ara verilmesi konusu, tanrı korusun da bir dağılma
nedeni olarak düşmanlarımızın düşündüklerini fiilen gerçekleştirmalerine
imkân sağlamasın. Bundan dolayı milletimizin her şeyden önce haklarını
koruması ve var olmaya yetenekli bir millet olarak, uluslararası
hukuk ve yetkilerine saygı gösterilmesini isteyebilmesi, medeni
kuruluş ve anayasası ile, henüz yaşamakta olduğunu bütün dünyaya
bu kez daha büyük bir kuvvet ve sağlamlılıkla duyurması gereğine
inanıyorum. Bunun için. de kaldırılan Anayasamızın bıraktığı boşluğu
derhal doldurmak zorundayız.
İşte, anayasal durum ve hukukumuzun neden olduğu
bu gereklilik ve zorunluluk dolayısıyla ve milli egemenliğin her
şeyden önce sağlanması amacıyla Büyük Meclisimiz olağanüstü yetki
ile toplanmıştır. Seçimlerin tam bir ivedilikle ve sıcak bir ilgi
ile yapılması hukuki duruınumuzun bütün milletçe de aynı görüş içinde
anlaşıldığını ve kavrandığını göstermektedir. Ayrıca, Büyük Meclisimizin
kuruluş şekli ve esasları, milli iradeye içtenlikle ve büyük bir
güçle dayandığını göstermektedir .
Meclisimizde oluşan ve beliren milli kudretimiz, Hilâfet makamı
ve saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı devletini
dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır. Tam bağımsızlığa
sahip, hilâfet makamına vicdani bağlılığı ile övünen, islâm dünyası
içinde yaşama anlayışını kendinde gören bir milletin tutsak olamayacağı
inancıyla, davranışlarımızı adım adım izleyen bütün medeni dünya
ve insanlık sizlere yardımcı olacaktır. (Sıcak alkışlar) İstanbul
faciasını izleyen günlerden şu ana kadar Temsil Heyetimiz milletler
arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Osmanlı kanunlarının yürürlüğünü
sağladı.
Çalışmalarından alıkonulan devlet gücünün yokluğunu
hissetirmemeye çalıştı. Bundan dolayı genel güvenliği korumuş ve
savunmuş olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan
itibaren, yedi yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir yaşam sürdükten
sonra yok olma uçurumunun kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı
Milletinin geleceğinin sorumluluğu, sayın Meclisinizin çalışma gücünü
artıran bir neden olacaktır.
Davamızın yasalara uygunluğu ve bütün millet ve ulusların, insanlık
hak ve hukukundan paylarını almış olduğuna inandığımız yüreklerinin,
bizimle birlik ve bize daima yardımcı ve destek olduğuna güvenimiz
tamdır. Başarı ümitlerimizin kalplerimizde bir an bile karamsarlığa
düşmemesini sağlayacak olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle büyük
tanrı her zaman bizimledir. (Amin, amin sesleri)
Vermek istediğim bilgiler ve ayrıntılar bu kadardır.