İSTİKLAL MARŞI VE
AÇIKLAMASI
Kahraman Ordumuza
Korkma, sönmez bu
şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönemde
Türk ordusu düşmanla savaş hâlindedir. Bu yüzden ordu ve millete cesaret vermek
isteyen şair, şiirine “Korkma…” kelimesiyle başlar. Bu, bir sesleniştir. Şair,
Türk milletine sesleniyor.
İki türlü korku vardır: Adi korku ve
asil korku. İlk korkuda ödleklik anlamı vardır. Ancak, korkmak her zaman ödü
patlamak anlamında değildir. Çoğu zaman da asil bir duygudur, insanî bir
endişedir. İnsanların kaybetmeyi göze alamayacakları değerleri vardır. Mesela,
milletin başına bir şey gelir diye korkmak, istiklalin kaybedileceğinden endişe
etmek, asil bir korkunun ifadesidir.
Şairin “Korkma…” diye seslenmesi, asil
bir endişenin, kaygının ifadesidir. Milletimiz istiklalini kaybetme korkusu
içindedir. Şair, milletin endişe etmemesi gerektiğini; çünkü istiklalin
kaybedilmeyeceğini söylüyor.
Birinci dizedeki şafak, güneş battıktan
sonraki alaca karanlık zamanı anlatır. Şafağın bir anlamı da güneş doğmadan
önceki alaca karanlıktır. İstiklal Marşı, sembolik olarak, iki şafak arasını
anlatır. Akşamın şafağı Millî Mücadele’nin başlangıcı, sabahın şafağı ise
bitişidir. Akşamın şafağından korkulur; çünkü arkasında karanlık bir gece
vardır. Ancak, her gecenin bir sabahı olduğuna göre, içinde bulunulan
karanlığın uzun süreceğini sanarak korkuya kapılmamalıdır. Biraz sonra şafak
sökecek ve karanlık son bulacaktır. Bu benzetme şairin, Türk milletinin,
bağımsızlığına çok kısa sürede kavuşacağı hakkındaki kesin inancını ortaya
koyar.
Birinci dizede yüzmek, dalgalanmak
manasındadır. Şafağın rengi kırmızıdır. Al sancak ise Türk milletinin
sembolüdür. Türk bayrağının al rengi şairde bir alev izlenimi uyandırmıştır. Bu
alev “sönmez”. Zira onun çıktığı kaynak, her Türk ailesinin evinde yanan
ocaktır.
Ocak, ateşin yandığı yerdir; sonradan ev
anlamını kazanmıştır. Ocakta ateşin yanıyor olması canlılığa işarettir. Yurdun
üstünde tüten en son ocak kaldıkça, bu bayrağın alevi bu şafaklarda
dalgalanacaktır; milletimiz istiklalini kaybetmeyecektir. Yeter ki o ocak
tütmeye devam etsin. Şair bu benzetmeyle “bayrak” ile “millet” arasındaki
bağlantıyı ifade ediyor. İkinci dize, aynı zamanda, “Son fert olarak kalsan
bile bayrağı indirtmemek için, istiklali kaybetmemek için mücadele edeceksin.”
demektir.
Üçüncü dizede şair bayrağımızdaki yıldız
ile gökteki yıldızı birleştirir. Gökteki yıldıza kimsenin eli dokunamayacağı
gibi, “Türk milletinin yıldızı” olan bayrağa da kimse el süremez. Ayrıca;
yıldız, beyazdır ve gece parlar. Millî Mücadele gece ise bayrağımızın yıldızı o
gecede parlayacaktır. Yıldızın parlaması bir ışıktır. Işık, karanlıkta ümidi
ifade eder.
Yıldız kelimesi aynı zamanda kader,
talih manalarına da gelir. Bayrak milletin kaderini, talihini temsil eder. O
parlıyorsa, millet de aydınlık günlerini yaşamaktadır. Onun sonu, milletin
sonudur. Şair üçüncü dizeyle Türk milletinin ve istiklalimizin sembolü
bayrağımızın kesin olarak sonsuza kadar yaşayacağını ve dalgalanacağını
belirtir. Bundan zerre kadar şüphesi yoktur. Şairin bu hayallerle belirtmek
istediği Türk milletinin ölmezliği fikridir. O, ordu ve millete “Korkma…”
derken böyle bir inanca dayanır. Millî Mücadele’nin zafere ulaşması işte bu
sarsılmaz imanın sonucudur.
Dördüncü dizede muhteşem bir bencillik
ve sahiplenme duygusu vardır. Buradaki bencillik gereklidir. Çünkü, bencilce
muhafaza etmek zorunda olduğumuz değerlerimiz vardır. Bayrağımızı ve
istiklalimizi işte böyle bir bencillikle muhafaza etmeliyiz.
Çatma kurban olayım
çehreni, ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir
gül, ne bu şiddet, bu celâl
Sana olmaz dökülen
kanlarımız sonra helâl;
Hakkıdır, Hakk’a tapan
milletimin, istiklâl!
Şair hilale, yani Türk bayrağına hitap ediyor.
Edebiyatımızda sevgilinin kaşı hilale benzetilir. Bayrak nazlı bir sevgili gibi
kabul ediliyor. Bayrak sevgilinin yüzüdür, hilal ise kaşı. Bayrak, bütün bir
milletin sevgilisidir. Çehre, yüz demektir ve kullanımı yerindedir. Çünkü,
yaratılmışlar içinde ruh hâli çehresine yansıyan tek varlık insandır.
Sevgilinin kaşlarını çatışı nasıl âşığı
elemlere sürüklerse istiklalin tehlikede olması da milleti elemlere sürükler.
Çehresi çatık olan aslında millettir. Milletin çehresi istiklal tehlikede
olduğu için çatıktır. Şair, milletin istiklalini kaybetmemesi için canını
vereceğini söylüyor.
İkinci dizede şair, ırkının kahraman
olduğunu belirterek milletiyle ve milliyetiyle övünüyor. Vatanın timsali olan
sevgiliye (hilale) gülmesi için yalvarır. Bayrağın kahraman ırkımıza gülmesi
demek, istiklalin kaybedilmemesi demektir. Bayrak gülmediği, yani istiklal
tehlikede olduğu için şiddet ve celâl vardır. Bayrak kahraman Türk ırkına
gülmediği takdirde, bu millet onun uğruna döktüğü kanları kendisine helâl
etmeyecektir; çünkü bayrak, rengini bu al kanlardan almıştır. Dolayısıyla Türk
milletine borçludur.
Son dizede “Hak” kelimesi iki manada
kullanılmıştır. Birinci manaya göre Hak, Tanrı manasına gelir. Müslüman olan
Türkler ona taparlar. Hak kelimesinin diğer manası adaletle ilgilidir. Hak aynı
zamanda yapılan bir iş, fedakârlık veya durum karşılığı alınması gereken
paydır. Şair bu beyitte istiklal kavramı ile Hak (Tanrı ve adalet) kavramı
arasında münasebet kurmaktadır. Milletler yüksek kıymetlere inandıkları ve
bağlı bulundukları takdirde istiklale hak kazanırlar. Hakk’a tapan bu millet
istiklali hak etmiştir.
Ben ezelden beridir
hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana
zincir vuracakmış, şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim,
bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları,
enginlere sığmam, taşarım.
Bu kıtada “hürriyet” kavramı söz
konusudur. Burada şair “ben” kelimesini kullanmakla beraber kastolunan Türk
milletidir. Şair, burada Tür milletini konuşturmaktadır. Ezel, öncesi olmayan
zamandır. Türk milleti ezelden beri hür yaşamış ve hür yaşamaya alışmıştır. Ona
zincir vurulamaz.
Zincir vurmak, esir etmek manasındadır.
Bizi esir etmek isteyenler çılgın olarak nitelendiriliyor. Ayrıca, Batılılar
Kuva-yı Milliyeciler için “çılgın” kelimesini kullanıyorlar. Çünkü, istiklal
mücadelemizin başarıya ulaşmasını mümkün görmüyorlar. Şair, asıl çılgının onlar
olduğunu demeye getiriyor. Asıl onlar olmayacak işe giriştikleri için, ezelden
beri hür yaşamış Türk milletine zincir vurmak istedikleri için çılgındırlar.
Üçüncü dizede Millî Mücadele bir sele
benzetiliyor. Fizik kurallarına göre suyu sıkıştırmak ve esir etmek
mümkün değildir. Sıkıştırılamadığı için bent yapılır. O durumda da su, bendi ya
yıkar ya da üstünden aşar. Bent esaret anlamına; kükremiş sel gibi olmak da
esareti kabul etmemek anlamına gelir.
Ezelden beri hür yaşamış Türk milleti,
esir edilmek istendiği takdirde kükremiş sel gibi, bendini çiğneyerek
aşacaktır. Dağları yırtacak, okyanuslara sığmayarak taşacaktır. Hürriyetin
başlıca özelliği sınır tanımamaktır. Hür yaşamak Türk milletinin karakteristik
bir özelliğidir.
Garbın âfâkını
sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim îman dolu göğsüm
gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma, nasıl
böyle bir îmânı boğar,
“Medeniyyet!” dediğin
tek dişi kalmış canavar?
Bu kıtada savaşan iki taraf, Türk
milleti ile Batı dünyası karşılaştırılmaktadır. Garp (Batı) çelik zırhlarını
kuşanmış, silahlarına güvenerek Türkiye’ye saldırmıştır. Düşmanın bu maddî
üstünlüğüne karşın Türk’ün sarsılmayan imanı vardır. İman, insanın taşıdığı
manevi inançların bütünüdür. Batı’nın çelik zırhlı duvarları varsa Mehmetçiğin
de iman dolu göğsü vardır. İnsanı üstün kılan maddî güç değil, imanıdır.
Ordular ne kadar gelişmiş savaş aletleriyle donatılmış olurlarsa olsunlar eğer
güçlü bir imana sahip değillerse başarılı olmaları mümkün değildir.
Serhat, sınır boyu demektir. Sınırları
askerler korur. İman dolu göğüsleriyle askerlerimiz çelik zırhlı duvarların
karşısında duruyorlar.
Canavar, can alıcı mahlûktur. Tek dişi kalmış canavarlar daha vahşîdir.
İhtiyarlığı sembolize eder.
Dördüncü dizede medeniyet, canavara
benzetilmiştir. Saldırgan medeniyet, can çekişmekte olan ve can havliyle son
saldırışlarını yapan, tek dişi kalmış bir canavarı andırır. Tek dişi kalmış
demesinin sebebi, dehşet verici gözükmesine rağmen eski gücünü kaybetmiş ve
ölmek üzere olmasından kaynaklanır. Burada bütün vahşîliğine rağmen, kendisini
medenî diye tanıtan Batı dünyasıyla bir alay da vardır.
Şair medeniyete karşı değildir. O,
medeniyet adı altında yapılan vahşete ve zulme karşıdır. Anadolu’yu işgal edenler,
işgallerini haklı gösterebilmek için Batı Anadolu’da barbar Türkler olduğunu ve
onları medenîleştirmek için geldiklerini söylüyorlar. İşte şair bu tür
medeniyetin düşmanıdır.
Üçüncü dizede “Medeniyet dediğin tek
dişi kalmış canavar, bırak, varsın ulusun, onda artık korkulacak bir taraf
kalmamıştır.” deniyor. Burada millete ümit ve cesaret aşılanmaktadır. Medeniyet
denilen tek dişi kalmış canavarın, ne kadar ulursa ulusun, sonunun geldiği; bu
canavarın Mehmetçiğin göğsündeki imanı boğmaya gücünün yetmeyeceği söyleniyor.
Bu nedenle -yine “korkma” kelimesiyle- o canavarın ulumasından endişe
edilmemesi gerektiği belirtiliyor.
Arkadaş! Yurduma
alçakları uğratma, sakın
Siper et gövdeni,
dursun bu hayâsızca akın;
Doğacaktır sana
vadettiği günler Hakk’ın;
Kim bilir belki yarın,
belki yarından da yakın.
Şairin “arkadaş” diye hitap ettiği
düşmanla savaşan askerimizdir. Türk yurdunu işgal hareketi hayâsız bir akın,
işgale gelenler ise alçak olarak nitelendiriliyor. Şair, Türk askerinden
yurdumuza alçakları uğratmamasını, bu hayâsız akını, göğsünü siper ederek
durdurmasını istiyor; çünkü alçakları durdurmanın tek yolu, Mehmetçiğin iman
dolu göğsünü siper etmesidir.
Son iki dizede imanın karşılığı olan
“zafer” müjdelenir. Allah, kitabında inananlara zafer vadetmiştir. Zaferin
yakınlığı inananların gayretine ve kahramanlığına bağlıdır. Şair geleceğe büyük
bir inançla bakarak zaferin çok yakın olduğunu belirtiyor.
Bastığın yerleri
“toprak!” diyerek geçme tanı:
Düşün altındaki
binlerce kefensiz yatanı!
Sen şehîd oğlusun,
incitme yazıktır atanı:
Verme, dünyâları alsan
da, bu cennet vatanı.
Bu kıtada “vatan” söz konusu ediliyor.
Dış görünüşü bakımından vatan bir toprak parçasıdır. Fakat bu toprak parçası,
milletin tarih ve hayatına sımsıkı bağlıdır. Onu kutsal kılan maddî yönü değil,
millet ve tarih ile olan münasebetidir. Bu vatan, binlerce şehit tarafından
kazanılmış ve korunmuştur. Bundan dolayı, ona bakarken toprağı değil, onda
gömülü olan şehitleri görmelidir.
Toprağın altında kefensiz yatanlar,
şehitlerdir. Şehitler kefensiz gömülürler. Toprağı vatan yapan, şehitlerin
kanıdır. Vatan toprağının her karışında şehitlerimiz yatmaktadır.
Şair, cennet vatanımızın dünyalara
değişilemeyeceğini söylüyor. Eğer her karışında binlerce şehidin yattığı bu
topraklar üzerinde düşman gezerse o zaman atalarımız incinecektir. “Şehit oğlu”
sözüyle vatan uğrunda canlar veren bir ecdada sahip olduğumuz anlatılmak
isteniyor. Uğrunda canlar verilen vatanımıza sahip çıkmak ve onu muhafaza
etmek, şehitlerin (atalarımızın) hatırasına olan saygının gereğidir.
Cennet, inanan insanların gideceği
yerdir. Her Müslüman cennete gitmek ister. Dünya, cennete değişilmez. Vatan,
cennete benzetilmiştir. Bu nedenle değişilmezdir.
Kim bu cennet vatanın
uğruna olmaz ki fedâ,
Şühedâ fışkıracak toprağı
sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün
varımı alsın da Hudâ
Etmesin tek vatanımdan
beni dünyâda cüdâ.
Bu kıtada da “vatan” söz konusu
edilmiştir. Bu cennet vatanın uğruna feda olmayacak kimsenin olmadığı
söyleniyor. İnancımıza göre şehitler cennete giderler. Bağrında bu kadar çok
şehit barındıran toprağın cennetten farkı yoktur. Çünkü, toprak sıkılsa
şehitler fışkıracak kadar şehit verilmiştir.
Vatanını seven bir insan için en büyük
yoksulluk, vatandan uzak kalmaktır. Şair, vatanın candan ve sevgiliden daha üstün bir değer taşıdığına inanıyor.
Allah’tan tek istediği vatanından ayrı düşmemektir. Bunun için canını, cananını
kaybetmeyi göze alıyor. Her şeyini kaybetse bile vatan toprağında yatmak onun
için yetecektir. İnsan, böyle bir inanca sahip olmazsa vatanı için ölümü göze
alamaz.
Rûhumun senden, İlâhî,
şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin
göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu ezanlar -ki
şehâdetleri dînin temeli –
Ebedî, yurdumun üstünde
benim inlemeli.
Şair ve vatanları uğrunda çarpışarak
hayatlarını veren Mehmetçiklerin, hatta Millî Mücadele’ye katılanların
dilekleri, kendileri öldükten sonra da aynıdır. Şairin bir Müslüman olarak
Allah’tan tek isteği, mabedine yabancı elinin değmemesi ve dinin temeli olan
kıymetlere şahadet eden ezanların yurdun üzerinde ebedî olarak işitilmesidir.
Yani, vatanımızın sonsuza kadar hür olmasını istiyor. Mabet, ibadet edilen yer
demektir.
Üçüncü dizedeki “şehadet” kelimesi
şahitlik manasına geldiği gibi ezanda geçen “Eşhedü en lâ ilâhe illallah”,
“Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah” cümlelerine karşılı gelir. Bunlardan
birincisi “Şüphesiz bilirim, bildiririm Allah’tan başka tapacak yoktur.”,
ikincisi “Şüphesiz bilirim, bildiririm Muhammed Allah’ın elçisidir.” manalarına
gelir. Bir kimsenin Müslüman olabilmesi için kelime-i şehadet denilen bu
cümleleri tekrarlaması ve bunlara inanması lazımdır. Müslüman ülkelerde günde
beş vakit okunan ezan ile İslamiyet’in temelini oluşturan bu cümleler tekrarlanır.
O zaman vecd ile bin
secde eder -varsa - taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî,
boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-ı
mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek
arşa değer belki başım!
Şair, önceki kıtada ruhunun Allah’tan
tek isteğinin mabedine yabancı elinin değmemesi ve şehadetleri dinin temeli
olan ezanların yurdumuzun üstünde sonsuza kadar işitilmesi olduğunu söylemişti.
Bu kıtada ise emeli gerçekleştiği takdirde ne kadar sevineceğini anlatıyor.
Şair -önceki kıtada olduğu gibi- burada da şehitler adına konuşuyor.
Emeline kavuştuğu takdirde şehidin eğer
varsa mezar taşı coşkuyla Cenab-ı Hakk’a bin secde edecektir. Yaralarından
kanlı yaşlar aka aka, her şeyden soyunmuş bir ruh gibi naaşı yerden
fışkıracaktır. Ve o zaman başı yükselerek belki de arşa değecektir. Arş, göğün
en yukarısıdır. Tüm bunlar emele ulaşmanın sevinciyle olacaktır.
Şair dokuz kıta boyunca, inancını bir an
olsun kaybetmeden, bir an bile ümitsizliğe düşmeden, derece derece zaferi
yakalar. Artık bayrak ve millet istiklale kavuşmuştur.
Dalgalan sen de
şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen
kanlarımın hepsi helâl!
Ebediyyen sana yok,
ırkıma yok izmihlâl.
Hakkıdır hür yaşamış
bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan
milletimin istiklâl!
Bu kıtada artık istiklal kazanılmış
olarak düşünülüyor. Birinci kıtadaki “şafak” kelimesi, güneş battıktan sonraki
alaca karanlığı ifade ediyordu. Bu kıtadaki “şafak” ise güneş doğmadan önceki
alaca karanlığı ifade eder. Bu vakit gündüzün, aydınlığın özetle zaferin
müjdecisidir.
Birinci kıtadaki “nazlı hilal”, son
kıtada “şanlı hilal”e dönmüştür. Yeni, aydınlık ve hür ufuklar, şanlı hilalin
dalgalanışıyla süslenecektir. Bayrak artık şafaklar gibi şanlı,
dalgalanacaktır. İstiklal kazanıldığı için bayrak uğruna dökülen bütün kanlar
ona helaldir. Zira bundan sonra sonsuza kadar bayrağa ve Türk milletine yok
olma, yere düşme, yeryüzünden silinme şeklinde bir tehlike yoktur. Türk bayrağı
ezelden beri hür yaşamıştır, bundan sonra da hür yaşamak hakkıdır. Hakk’a tapan
Türk milleti de istiklali hak etmiştir.
Not: Bu açıklamalar,
Mehmet KAPLAN ve İsa KOCAKAPLAN’ ın tahlillerinin birleştirilmesiyle ve bazı
ilavelerle oluşturulmuştur.
Hazırlayan: Ahmet KAVAKLIYAZI (Türkçe Öğretmeni)