GARİP AKIMI
Garip Akımı, kendinden önceki edebi hareketlere tepki olarak doğan,
kendisinden önceki tepki karakterli akımlardan daha farklı bir vaziyet
arz eden bir harekettir.
Garip akımı asırlar içinde süzülüp gelen şiirimize karşıdır. Şiirimizin
vezin, kafiye, şekil gibi karizmatik özelliklerine karşıdır. Bu yönüyle
en aşırı tepki hareketidir. Daha sonra gelecek olan ikinci Yeni
Hareketi de Garip akımına tepki olarak doğacaktır.
Eski şiirimizde mazmunlar şiirimizin kültürünü verir. Divan şiiri
hiçbir zaman anlam ve ahengi ikinci derecede ele almamıştır. Şiirin ses
tabakası anlamın taşınması için bir araçtır. Divan edebiyatında önemli
olan anlamdır. Yahya Kemal'de de bu hususiyet görülür. Ahmet Haşim ilk
defa anlamı gölgeleyen bir şiir (Bir Günün Sonunda Arzu) yazar.
"Kitabe-i Seng-i Mezar" 1938 yılında İnsan dergisinde yayımlanır.
Sıradan bir şey olan "nasır" şiire sokulur Bizde sıradan insan ve
unsurların şiire girmesi yenidir. Sıradan insanı nesrimize sokan Sait
Faik, şiirimize sokan Orhan Veli'dir. Orhan Veli'nin bu şiiri
yayımlanınca edebiyat aleminden kendisine tepkiler gelir. Şiirin kabul
edilmeyen yönü sıradan unsurların şiire sokulmuş olmasıdır.
Orhan Veli, Varlık Dergisi'nde Aralık 1939- Ocak 1940 sayılarında Garip
Beyannamesini dört makale halinde yayımlar. 1941 'de çıkan ve üç
kişinin (Orhan Veli-25 şiir, Melih Cevdet-16 şiir, Oktay Rıfat-21 şiir)
şiirleriyle şekillenen Garip kitabında söz konusu makale yayımlanır.
Kitabın logosu olan "Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüphe etmeye
davet edecektir." Şeklindedir.
Cumhuriyet döneminde derli toplu, programlı ve disiplinli ilk poetika
Necip Fazıl'ın şiir kitaplarına koyduğu ve "Poetika" adını verdiği uzun
yazısıdır. Bu poetikadan birkaç yıl evvel Orhan Veli 'nin Garip Önsöz'ü
ortaya çıkmıştır ki, şiir hakkında bir çok meseleleri su üzerine
çıkarmıştır. . .
Orhan Veli'nin Garip adlı kitaba yazdığı ön söz bir reaksiyon
poetikasıdır. Kendi şiir anlayışını açıklamanın yanı sıra, şiirlerine
bilhassa Kitabe-i Seng-i Mezar'a yapılan itirazlara bir cevap gibidir.
Garip bir bütün olarak değerlendirildiğinde 9 bölümden oluşmaktadır.
Bundan sonra Prof. Dr. ORHAN OKAY Hoca'nın Garip Değerlendirmesiyle
devam edelim:
Birinci Bölüm: "Şiir, yani söz söyleme sanatı geçmiş asırlar içinde
birçok değişikliklere uğramış ve sonunda bugünkü noktaya gelmiştir.
Garip telakkisi, öğrendiklerini tabii kabul edişinden gelmektedir. Ona
buradaki izafttiği göstermelidir ki öğrendiklerinden şüphe edebilsin."
Orhan OKA Y (O. O.) Görüldüğü gibi Garip mukaddimesi şiirle ilgili
çeşitli bahisleri ihtiva eden 9 bölüm halindedir. Orhan Veli
poetikasının I. Bahsinde bizi Dekart gibi birtakım peşin fikirlerden
sıyrılmaya ve şiir hakkında bugüne kadar iddia ve tekrar edilen
kaideler üzerinde yeniden düşünerek ve muhakeme ederek, tabii bir şiir
anlayışına davet ediyor.
Ama Orhan Veli her şairin yaptığı gibi söze şiirin tarifiyle
başlıyor."Şiir söz söyleme sanatıdır" der. Söz anlamlı ifade demek
olduğuna göre "şiir anlamlı söz söyleme sanatı" demektir. O. Veli'ye
göre şiirin malzemesi sözdür. Ancak bunu]1 bir sanat haline getirilmesi
gerekmektedir. Ayrıca O. Veli kendi şiir anlayışının tabiileşme esasına
dayandığını ilere sürmektedir.
17.YY'da Avrupa'da Dekartçı anlayışla insanda şüpheci yaklaşımın tohumu
atmaya başlanır. Batı düşünce hayatında Dekart bir dönemecin
başlangıcıdır. O. Veli bir bakıma; Dekartçı bir yaklaşımla işe başlar,
okuyuculardan okuduklarının üzerinde düşünmelerini ve şüphelenmelerini
ister.
İkinci Bölüm: "Anane, şiiri bir çerçeve içinde (nazm denen bir çerçeve)
muhafaza etmiştir. Nazmın belli başlı unsurları vezinle kafiyedir.
Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın kolay hatırlanmasını temin için
yani sadece ,hafızaya yardımcı olmak maksadıyla kullanmışlardır...
Bugünkü insan öyle zan ve temenni ediyorum ki vezinle kafiyenin
kullanılışında kendini hayrete düşüren bir güçlük, yahut da büyük
heyecanlar temin eden bir güzellik bulamayacaktır. Nitekim bu rahatsız
edici gerçeği görmüş olanlar vezinle kafiyeye "ahenk" denilen yeni bir
şiir unsurunun ebeveyn i nazarıyla bakmışlar ve bu yeni nimete dört
elle sarılmışlardır. Bir şiirde eğer takdir edilmesi lazım gelen bir
ahenk mevcut ise onu temin eden vezin veya kafiye değildir. O ahenk
vezinle kafiyenin haricinde ve vezinle kafiyenin rağmına mevcuttur..."
O. O.: 2. Bahis şiirin nazım zannedilmesine karşıdır. Vezinle kafiyeden
ibaret olan nazım şiir demek değildir. O. Veli kafiyeyi hatırlama
unsuru olarak görür. Onun bu yönüyle haklı olduğunu söyleyemeyiz. O.
Veli isim vermeden "ahenk" unsuruyla Yahya Kemal_ Ahmet Hamdi Tanpınar,
Tevfik Fikret, Necip Fazıl gibi şairleri tenkit eder. O. Veli'ye göre
ahenk "ezin ve kafiye olmadan da, mevcut olabilir. Mesela
"Anlatamıyorum" şiiri bunun en güzel bir örneğidir. O. Veli'ye göre
vezin ve kafiye basit düşmüştür. Ancak Orhan Veli vezin ve kafiyeye
karşı olan görüşlerini iddia etmeden önce vezinli, kafiyeli şiir
dünyasından beslenmiş ve yetişmiştir.
Ancak Garip mukaddimesinde mutlak olarak vezin ve kafiyeye karşı çıkan
O. Veli'nin daha sonraki tavırlarında 'Garip'ten sonraki şiir
devresinde) yumuşama olduğu görülmektedir. O. Veli vezin ve kafiyeyi
zaruret sayanlara karşı çıkar. .
O. Veli'nin Garip mukaddimesinde böyle kesin yargılara varması; şiirde
yapmak istediği ihtilalin başarılı olması için bir metottur. Her şeyden
önce kendisine kadar gelmiş bütün şiir akım ve geleneklerini yıkmak;
ortaya atılan her edebi ve fikri akımın gerçekleştirmek istediği bir
amaçtır. O. Veli Garip'ten sonraki dönemde kafiyeye bol bol yer
verecektir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "Vezinle kafiye birer kayıttır. Bunlar şairin düşünce ve
hassasiyetine hükmettikleri gibi lisanın şeklinde de değişiklikler
meydana getirirler. Nazım dilindeki acayiplikleri vezin ve kafiye
zaruretinden doğmuştur..."
O. O.: 2. Bölümle 3. Bölüm birbirinin devamı hükmündedir. 3. Bölüm eski
şiire hakim olan cümle yapısının şiirde değişmesi meselesine
ayrılmıştır. Vezin ve kafiye şairin söylemek istediklerini sınırlar.-
Bu sınırlama aruz için eskiden beri söylenen bir husustur. Ayrıca hece
vemi için de bazı mahzurları vardır. O. Veli'ye göre vezin. ve kafiye
dilin sentaksını değiştirmiş, hatta böylece şiirin kendine mahsus bir
dili var zannedilmiştir. Şiirde vezin, kafiye ve sentaks hususiyeti,
mutlak ve değişmez değildir. Bir şiirde bunlar bulunmadığı halde veya
bunlar varken bunların. dışında bir şiir değeri varsa gerçek şiir odur.
Onun da kendine mahsus vezni, kafiyesi ve sentaksı vardır. Ancak bunlar
her şiirdeki ortak veya benzer şekiller değildir. Aksine, belki her
şiirin kendine mahsus bir şekli vardır. Tanpınar'm dediği gibi, ne
olursa olsun şiir bir form meselesidir. Bu form Yahya Kemal, Valery,
Racinne ve Baki'de olduğu gibi kaidelerle veya Cahit Sıtkı ve Orhan
Veli'de olduğu gibi tamamen şahsi tecrübelerle elde edilebilir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "Lafız ve mana sanatları çok kere zekanın tabiat
üzerindeki değiştirici ve tahrip edici hassalarından istifade eder..."
O. O.: Edebi sanatlara ayrılmış olan 4. Bölümde O. Veli edebi
sanatların, insan zekasının, tabiatı olduğundan farklı gösterme
gayretinden doğduğunu ifade eder. O. Veli edebi sanatlara bir noktaya
kadar karşı çıkar.
BEŞİNCİ BÖLÜM: "Edebiyat tarihinde pek çok değişiklikler olmuş. Yeni
şekil her defasında küçük garipsemelerden sonra kolayca kabul
edilmiştir. Güç kabul edilecek değişiklik zevke ait olanıdır. Bu
suretle meydana çıkan edebiyatlarda da her şeye rağmen değişmeyen,
devam eden ve hepsinde müşterek olan bir taraf vardır. Bugüne kadar
burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel
de dinin feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiçbir işe
yaramamış olan şiirde bu değişmeyen taraf; -müreffeh sınıfların zevkine
hitap etmiş olmak- şeklinde tecelli ediyor.
Yeni bir zevke ancak yeni yollarla ve yeni vasıtalarla varılır.
Birtakım ideolojilerin söylediklerini bilinen kalıplar içine
sıkıştırmakta hiçbir yeni ve sanatkarane hamle yoktur. Geçmiş
edebiyatların sıkıcı ve bunaltıcı tesirinden kurtulabilmek için, o
edebiyatların bize öğretmiş olduğu her şeyi atmak mecburiyetindeyiz.
Mümkün olsa da...yaratıcı faaliyetimizi tahdit eden lisanı bile
atabilsek... "
O. O.: Şiirin başlı başına bir bölümü olan muhteva ile ilgili bölümdür.
Beyannamenin ağırlık noktasını taşıyan bölümdür. Bugüne kadar gelen pek
çok değişmelere rağmen değişmeyen ortak bir taraf olmuştur.: Şiirin
hitap ettiği sosyal sınıf. O. Veli'ye göre şiir, büyük sanayi
devriminden önce dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka
hiçbir işe yaramamıştır. Şimdi de burjuvazinin malıdır. 1940'lı
yıllarda Marksist ve Toplumcu şiir hakimdir. Nazım Hikmet o dönemde
bayrağı dalgalanan şairdir. Aslında şair tabiatlı ve hassas bir insan
olan O. Veli Garip'in bu bahsinde adeta kendini zorlayarak şiir
anlayışını Marksist bir mecraya sokar.
Karl Marks'ın Batı toplumları için ileri sürdüğü kilise ve aristokrasi
hakimiyeti daha sonra büyük sanayi devrimi ile burjuva cemiyetlerinin
teşekkülü bizim toplumumuz için tatbik olmayan bir faraziyeden
ibarettir,. Türk cemiyet yapısında feodal bir rejim hiçbir zaman
olmadığı için bu sınıf hakkında yazılmış şiir de bahis konusu olamaz.
Şiirimize dinin tesiri, bir hayat felsefesinin, bir dünya görüşünün
günlük hayata, sanata aksedişi demektir ki, kölelik kavramıyla
açıklanması mümkün değildir.
Bu hatalı görüş ve sakat teşhisin üzerine bugünkü şiirin artık müreffeh
sınıfların değil, çalışan insanların hakkı olduğunu ileri süren O.
Veli, şiirde bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmadığını
belirtirken tezada düşüyor. Onun, şiiri bir sınıfın tahakkümünden
kurtarıp, başka bir sınıfın hükmü altına alması, onun için bir tezattır.
O. Veli'nin Marksist görüşleri, birkaç şiir haricinde şiirine yansımaz.
Bu şiirler Kuyruklu Şiir, Cevap, Ahmetler, Ben Orhan Veli gibi yarı
mizahi, siyasi ve Marksist tavırlı şiirlerdir. Oysa O. Veli Garip'ten
önce sosyal muhtevalı şiirler yazmamış ve şöhretini bunlarla
yapmamıştır: Anlatamıyorum, Vazgeçemediğim, Yolculuk, İstanbul Türküsü,
Değil, Yenisi, Kapalıçarşı, Karşı, Gün Olur, İstanbul'u Dinliyorum,
Birdenbire gibi şiirlerinde daha çok ferdiyetçidir.
ALTINCI BÖLÜM: "Tarihin beğenerek aldığı insanlar daima dönüm
noktalarında bulunanlardır. Onlar bir ananeyi yıkıp yeni bir anane
kurarlar. Sanatkar kitapların öğrettiğinden daha fazlasını arayan,
sanata yeni kayıtlar sokmaya çalışan adamdır... Bir şeyin ya lüzumunu
ya da lüzumsuzluğunu hissetmeli, fakat her halde hissetmelidir. Lüzumu
hissedenler kurucu, lüzumsuzluğu hissedenler yıkıcılardır. Her ikisi de
cemiyetlerin fikir hayatı için devam ettirici insanlardan daha
faydalıdırlar. Bu çeşit insanlar belki her zaman muvaffak olamazlar...
Bir insan kurduğunu mükemmelleştirmeyebilir. Fakat kendisini takip
edecek olana kıymetli bir temel tevdi eder..."
O. O. : Bu bahiste her devirde çığır açan büyük sanatkarların,
başlangıçta anlaşılamayacaklarını, fakat zamanla onların yeni bir
mektebin kurucusu olarak değerlendirileceklerini anlatır. Burada O.
Veli daima sanatın, yenileşme yolunda olması gerektiğini ileri
sürmektedir.
YEDİNCİ BÖLÜM: Ben sanatlarda tedahüle taraftar değilim. Şiiri şiir,
resmi resim, müziği müzik olarak kabul etmelidir. Her sanatın kendine
ait hususiyetleri ve ifade vasıtaları vardır... Şiirde müzik, müzikte
resim ve resimde edebiyat sanatta hakiki kıymetleri bulmada ceht ve
emek güçlüğünü yenemeyen insanların müracaat ettikleri bir hileden
başka bir şey değildir... Şiir bütün hususiyetleri kendi edasında olan
bir söz sanatıdır. Yani tamamen manadan ibarettir. Mana insanın beş
duyusuna değil ruhiyatına hitap eder..."
O. O.: Bu bölüm sanatların tedahülüne yani birbiri içine girmesi
meselesine aittir. O. Veli bu konuda tedahülün tamamen karşısında
olduğunu söyler. Bilhassa şiirde resme veya musikiye yer vermeyi,
onlardan faydalanmayı asıl şiir değerini ortadan kaldıran bir hile
olarak kabul eder. Bu, bölümde Sembolistlere ve Türk edebiyatında
şiirde tedahülü gerçekleştiren şairlere (Recaizade Mahmut Ekrem, Tevfik
Fikret, Cenab Şahabettin, Ahmet Haşim gibi şairler) karşı çıkar. O.
Veli aliterasyonlarla da sağlanan ahenge karşıdır.
SEKİZİNCİ BÖLÜM: "Edebiyat tarihide her yeni cereyan şiire yeni bir
hudut getirmiştir. Bu hududu azami derecede genişletmek daha doğrusu
şiiri huduttan kurtarmak bize nasip oldu..."
O. O. : Bu bahiste edebiyatta sınırlayıcı bir mektep fikrine karşı
çıkar. O. Veli'ye göre her sistemi yıkan başka bir sistem olacaktır.
Öyle ise en kestirme yol mektepsizlik yani kaidesizliktir. Bu görüş de
yanlıştır Çünkü O. Veli eski şiirin kaidelerine karşı itiraz etmekle,
onların yerine yeni birtakım kaideler getirmektedir. Vezin olmaması,
edebi sanatların bulunmaması, kafiye olmaması, mananın ve edanın
bulunması gibi kaideler...
Bu bölümde O. Veli şuuraltı alemini keşfetmiş bir durumdadır. Çok
komplike bir düşünce sistemi olan tecritten sıyrılarak şuur altında
bulabildikleri şey, iptidailik, basitlik bunun tabii neticesi olarak da
çocukluk oluyor. Şahsiyet olarak Garipçiler iki dünya savaşı arasındaki
sıkıntıları yaşayan bir nesle mensupturlar. Bunlar basit, sathi ve
idealsiz bir hayat özlerler... Bu düşüncede olan bir neslin şuuraltında
bulabileceği şey çocukluk duyguları olur... Ayrıca yine bu bahiste O.
Veli "sanatın senelerce çilesini çekmiş ve namütenahi merhalelerden
geçmiş bir şairi bir gün acemi bir eda ile görürseniz..." diyerek
gerçekte kendi şairlik macerasını anlatır. O. Veli gerçekten de
kendisinden önce gelen bütün şiir anlayışlarına vakıf ve bu şiir
anlayışlarına uygun güzel eserler verebilecek düzeyde kültüre sahip
olan bir sanatçıdır. Hem Klasik şiir anlayışını hem de hececi şiir
anlayışını bilen ve gerçekleştirebilecek bir sanatçıdır.
DOKUZUNCU BÖLÜM:"Şiirde hücum edilmesi lazım geldiğine inandığım zihniyetlerden biri de mısracı zihniyettir..."
O. O.: Bu bölümde şiirin mısra düzenine göre yazılmasında ısrar
edenlere karşı çıkar. Şiirde anlamı mısralarla sınırlayan şiir
bütünlüğüne değil de mısra bütünlüğüne önem verenleri eleştirir.
Garip hareketinin en önemli yanı, şiiri adeta günlük tartışmalar
arasına getirmesidir. Bir süre toplumda, şiir herkesin konuştuğu ortak
bir konu olur. Ancak böyle sığ bir şiir anlayışının sürekli olması ve
birkaç istisna ile ölümsüz eserler vermesi mümkün değildi.
Edebiyat tenkitçilerinin değişik yorumlarına uğrayan Garip akımını
Nurullah Ataç ve Sabahattin Eyüboğlu'nun desteklemesine karşı, Ahmet
Hamdi Tanpınar ve Behcet Necatigil bu hareketi şiirden uzaklaşmak
olarak görür. Attila İlhan ise, baştan itibaren bu akıma karşı
çıkmıştır.
Çok kısa bir süre sonra, ikinci kitaplarını yayımlarken bu üç arkadaş,
Garip hareketinden uzaklaşmışlardır. Ona en çok bağlı kalan Orhan
Veli'nin sonraki eserleri, onun vaktiyle tenkit ettiği halk geleneğine
dönüşünü gösterir: Vazgeçemediğim, Karşı. 1950 yılında Orhan Veli'nin
ölümünden sonra, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet'te de önceden başlayan
Garip'ten uzaklaşma artar. Bundan sonra Garip akımı taklitçilerinin
elinde kalır ve yozlaşır. .
Orhan Veli'nin şiirlerinde duyularla yaşanan hayat, bin bir
ayrıntısıyla, bir bütün olarak okuyucuya aktarılır. Hayat güzel ve
yaşanmaya değer olarak gösterilir.. Bu şiirlerle hayat arasında çok
kuvvetli bir bağ kurulmuştur. Fark etmediğimiz veya hiç dile
getirmediğimiz ufacık bir ayrıntı, birdenbire saadetimizin bütünü olur.
O. Veli, sahteliklerin üstündeki örtüyü de şairanelikten sıyırarak
atar. Kuvvetli ironisi (istihza) sosyal hayatın kalıp haline getirdiği
birçok şeyi yıkar.
Garip'in ikinci baskısında yalnız O. Veli'nin şiirleri yer alır.
Kendisi de daha sonra halk şiiri geleneğine kapılacaktır. Faruk
Nafiz'in "Han Duvarları" şiirini izleyen "Yol Türküleri’ni yazacaktır.
Garip akımı şiiri günlük hayatın gündemine getirmiş, her yerde geniş
olarak tartışılmasını sağlamış ve görevini yaparak dağılmıştır. Akım
halinde kalışı yalnız O. Veli'nin taklitleriyle sınırlı kalmıştır.
Garip akımı, şiirin sadece kalıplara bağlı bir şekilden ve belirli bir
kelime kadrosundan ibaret olmadığını, belirli kalıp düşüncelerin
şekillerinin ve ifade tarzının dışında şiirin bulunabileceğini ve
fantezi dünyasının mutlaka imajlara dayanmadan en saf şekilde dile
getirilerek kurulabileceğini göstermiştir. Bu özelliği ile İKİNCİ YENİ
HAREKETİ'ne yol açmıştır.
Garip hareketinin ikinci şahsı olan Oktay Rıfat Horozcu (1914-1989)
1950'den sonra İkinci Yeni hareketinde yer alır. Şiire önce hece
vezniyle başlar. Garip hareketinden sonra halk edebiyatı kaynaklarına
döner ve sosyalizme kayar. Şiirlerinde kelimecilik diye
vasıflandırılacak bir oyuna da düşer. Şuuraltı akımıyla gerçekçiliği
birleştirme temayülü onu sürekli bir arayışa iter. çoğu zaman kelimeler
arası kurduğu münasebette masala yaklaşır. Serbest şekilleri denedikten
sonra klasik şekillere döner.
Şiir kitaplarından bazıları; Perçemli Sokak, Yaşayıp Ölmek, Aşk ve
Avarelik, Karga ile Tilki, Elleri Var Özgürlüğün, Yeni Şiirler, Çobanıl
Şiirler, Bir Cigara İçimi, Aşık Merdiveni, Aşağı Yukarı...
Grubun üçüncü bir şahsiyeti olan Melih Cevdet (1915), Garip
hareketinden sonra son derece zihni bir gelişme göstermiştir. Yunan
mitolojisinden geniş alıntılarla, çağdaş ilimlerin formülleriyle
şiirini duygudan alabildiğine uzaklaştırmıştır. Bu zihnilik son
şiirlerinde onu vecize söylemeye veya nüktelerden ibaret çarpıcı kısa
şiirler yazmaya itmiştir.Yorumlar - Yorum Yaz