Bu
haftaki hasbihalimize “28 Şubat”tan söz ederek başlamak istiyorduk...
Öyle ya, bugün, Türkiye’nin üzerine bir “kara bulut” bir “kâbus” gibi
çöken “zifiri karanlık 28 Şubat”ın 14. yıldönümüydü... Bu süreç,
Türkiye’nin “siyaset”ini de altüst etmişti, “ekonomi” ve “eğitim”ini
de!..
Kısacası;
28 Şubat süreci, “insan hak ve hürriyeti”nin ayaklar altına alındığı,
“hukuk ve adalet”in tatile çıktığı, “özgürlük”lerin evlerde bile
yaşanamayıp yüreklere hapsolduğu, “baskı ve zulüm”lerin ise at oynattığı
“karanlık bir dönem” oldu!..
Bu dönemde, Sincan sokaklarında “tank”lar yürütüldü; mütedeyyin insanlar
tek tek fişlendi, firmaları “kara liste”ye alındı, bu insanlar
“geceyarısı operasyonları” ile yataklarından kaldırılıp “gözaltı”na
alındı, tutuklandı, “demir parmaklıklar” arkasına atıldı...
BİR “KÂBUS”TU O GÜNLER
O günlerde; “İmam Hatip Liseleri”nin “orta” kısımları kapatıldı,
“başörtüsü” yasaklandı, “hak”larını arayan İHL öğrencilerinin “incecik
bilek”lerine “kelepçe”ler takıldı, “cop”landılar, “tekme”lendiler,
yerlerde sürüklendiler... Bu da yetmedi; “otobüs”lere doldurulup,
“İstanbul’un ücra köşeleri”ne götürülüp, bırakıldılar!..
O da yetmedi;
“Alan sınırlaması” getirilerek “üniversitelere girmeleri” engellendi...
“İkna odaları” kurulup; “başörtü”leriyle okumak isteyen öğrenciler “Ya
başını aç ya da okulu unut” tercihiyle karşı karşıya bırakıldı!..
O günler zulmün, adaletsizliğin kol gezdiği “zifiri karanlık günler”di!..
“Üniversiteler” de farklı değildi.
“İnancım emrettiği için örtünüyorum... Örtümle okumak istiyorum” diyen
öğrenciler; ya okula alınmadılar ya da okuldan atılırken, merdivenlerden
tekme-tokat aşağı yuvarlandılar... Bu arada; “evli” olan, “hamile” olan
öğrenciler, çocuklarını düşürdüler!..
Bir “kâbus”tu o günler!..
O kadar “karanlık”tı ki; Türkiye’yi aydınlatmaya “güneş ışığı” bile yetersiz kalıyordu!..
“Yasadışı baskılar, ceberrut dayatmalar, benzersiz zulümler” ülkenin ve
insanların ufuklarını öyle karartmış, istikballerini öyle katletmişti
ki; hiç kimse “yarın”ları düşünemez olmuştu...
Bırakın “yarın”ları;
Hiçbir insan, “biraz sonra ne olacağı”nı, nereye götürüleceğini bile bilmiyordu!..
ACI HABERLE SARSILDIK
Bugün, işte bu “karanlık süreç”ten söz etmek istiyorduk... “14. yılı”nda
bile “lânetle” anılan bu süreç hakkında uzun uzun yazmak, “despotik
baskı” ve “yasadışı dayatma”lardan örnekler sunmak istiyorduk ki;
Ankara’dan gelen “acı haber”le sarsılıp, üzüntüye garkolduk.
Evet, Erbakan Hoca vefat etmişti!..
85 yıllık ömrünü “İslâm yolu”nda harcayan, “prensip”lerinden hiç taviz
vermeyen, “ilkeli duruş”undan milim sapmayan, “dün”ü unutmayan ama hep
“yarın”lara bakan, Müslümanlara “hedef”ler gösteren ve savunduğu “Millî
Görüş” dâvâsını “iktidar” yapan Erbakan, dün saat 11.40’da Hakk’a
yürüdü.
Cenab-ı Allah ondan razı olsun, rahmetini esirgemesin, mekânını cennet eylesin.
Ümmetin başı sağolsun...
Hepimize sabırlar versin.
Dile kolay!..
İslâm’a adanan 85 yıllık bir ömür!..
Onun hakkında her şey söylenebilir ama onun “katıksız bir Müslüman” ve “tavizsiz bir İslâm mücahidi” olduğu tartışılmaz!..
“İZ”LER BIRAKARAK GİTTİ
O, sadece bir “siyasetçi” değildi.
Aynı zamanda bir “bilim adamı”ydı... Ki, “Gümüş Motor” onun eseridir...
Hattâ, “dış güçler” tarafından sabote edilen “Devrim” otomobillerinin
“fikir babası” da odur!..
“Kıbrıslı Türkler”in baskı ve zulüm altında inlediği, “katliam”lara
maruz kaldığı bir dönemde, “Kıbrıs Barış Harekâtı”na karar veren ve asıl
“Kıbrıs Fatihi” olarak anılması gereken odur!..
O güne kadar, “siyasî parti”lerin bünyelerinde bir “sığıntı”, bir
“yanaşma” gibi duran, onların tanıdığı “hak”larla yetinmeye mecbur kalan
“Müslüman”ların gündemine “siyasî iktidar” kavramını yerleştiren ve
1969’da “bağımsız” olarak girdiği seçimde “Konya Milletvekili” seçilen,
24 Ocak 1970’de kurduğu Millî Nizam Partisi ile partileşen, 11 Ekim
1972’de kurduğu Millî Selâmet Partisi’ni 1973’te “iktidar ortağı” yapan
Erbakan, “uzun ve çileli bir mücadele”nin sonunda, 28 Haziran 1996’da
DYP ile kurduğu Refahyol Hükümeti’nde “Başbakan” oldu!..
Dile kolay...
1969’da başladığı “siyasî yolculuk”tan; zaman zaman “siyasî yasaklı”
olmasına, “demir parmaklıklar” arkasına atılmasına rağmen, tam 27 yıl
sonra “Başbakan” oldu... “Başbakanlık” döneminde, “enflasyon” düştü,
memurlar “görülmedik zam” aldı, ekonomi şahlandı!..
O güne kadar “rantiye”ye akan paraları “havuz”da toplayıp, ülkenin bir “şantiye”ye dönmesini sağladı.
Bununla da yetinmeyip, Türkiye’nin “İslâm ülkelerine açılması”nı sağladı, bu amaçla D-8’i kurdu!..
SONUN BAŞLANGICI 28 ŞUBAT
Ne var ki;
Onun bu “Tam Bağımsız Türkiye” sevdası, “maddî ve manevî kalkınma”
hamleleri özellikle İsrail’in ve onun yerli işbirlikçisi olan “odak ve
mahfil”lerin işine gelmiyordu...
27 Şubat günü İsrail’i ziyaret edenler, 28 Şubat günü Türkiye’ye dönüp,
“9 saat” süren, “tarihin en uzun MGK’sı”nda, Erbakan’a “ecel terleri”
döktürdüler!..
Hükümet’e “18 maddelik bir dayatma”da bulundular ki; bunlardan biri “8
Yıllık Kesintisiz Eğitim”, biri de “İmam-Hatiplerin orta kısımlarının
kapatılması”ydı!..
Erbakan, bu metni imzalamamak için 5 gün direndi... Ama sonunda,
imzalamak zorunda kaldı... Çünkü, bu “dayatma”nın “Meclis’ten
geçmeyeceğini” umuyordu!..
Ne var ki;
“Bakanları Kızılay Meydanı’nda yağlı kazığa oturtmak”la, “muhalif
gazeteci”leri ise, “makatlarına süngü takıp, cephe cephe dolaştırmak”la
tehdit eden, muhalif gazeteleri “andıç” ve “tazminat linci”yle boğmak
isteyen, “yargı”yı derseniz “brifing”lerle hizaya getiren “28 Şubat
Cuntası”nın generalleri, alttan alta “siyaset”i de “dizayn” ediyordu!..
“DYP’nin altını oyuyor”lar, istifa ettirdikleri milletvekillerine “ayrı
parti” kurdurup, “Refahyol Hükümeti’ni düşürmeye” çalışıyorlardı.
Çirkin emellerine de;
18 Haziran 1997’de ulaştılar!..
Yıktılar Refahyol Hükümeti’ni...
Ardından Refah Partisi kapatıldı... Onun yerine kurulan Fazilet Partisi de kapatıldı...
Hoca, yine yılmadı!..
Bu defa Saadet Partisi’ni kurdurdu. Bir süre önce de, “Saadet Partisi
Genel Başkanı” seçildi... 12 Haziran seçimleri için “start” vermişti ki,
rahatsızlandı, hastaneye kaldırıldı... Hastalığına rağmen,
“kurmay”larını hastaneye çağırıp, onlara “hedefler” gösterdi...
ÇOK ÇEKTİ 28 ŞUBAT’TAN
Kimbilir, belki de içine doğmuştu “vefat” edeceği... Dolayısıyla; “tavsiye”de bulunmuyor, belki de “vasiyet”te bulunuyordu...
Evet, “vasiyet”te bulunuyordu...
Çünkü, “resmî tören” istemiyordu...
Bir “vasiyet”ti bu!..
İçine doğmuştu Hakk’a yürüyeceği...
Ne garip bir tecellidir ki;
Tam da “28 Şubat’ın arefesinde” vefat etti... Kimbilir, belki de “yeni bir 28 Şubat yaşamaya tahammülü yok”tu!..
Çok çekmişti 28 Şubat’tan!.. Yeni bir 28 Şubat görmeden, 27 Şubat’ta yumdu gözlerini.
Allah, gani gani rahmet eylesin...
Ümmetin başı sağolsun...
Selâm, saygı ve hürmetlerimizle... |