Erbakan Hocamızın en önemli Vasfi sarsılmaz bir imana sahip olmasıydı. Ayni zamanda Hocamız geçen asrın ikinci yarısına damgasını vuran bir ilim, devlet ve siyaset adamı idi.
Temel Karamollaoğlu
Fikirleri ve icraatları ile sadece Türkiye'yi değil hem İslam âlemini hem de bütün dünyayı etkiledi. Çünkü rahmetli Erbakan Hocamız sadece bir fikir adamı değil, ayni zamanda bu fikirlerini icraata koyabilen bir lider olarak da temayüz etti. Çok zeki bir insandı. İlmi derinliği tartışılmazdı. Çok güçlü bir hafızaya sahipti. Meseleleri güzel analiz eder ve herkesin anlayacağı bir üslupla izah ederdi.
Hocamız, farklı görüşlere sahip insanlarla irtibat kurduğunda, konuları ele alırken, daima herkesi kucaklayacak bir üslup sergilemiştir.
Bu sebeple dünya görüşlerinde çok ciddi farklılıklar olan partilerle ittifak yapmayı başarabilmiş, Siyasi hayati boyunca katıldığı Hükümetlerin programları ve icraatları genelde onun fikirleri ve projeleri etrafında şekillenmişti.
İnancından ve temel fikirlerinden hiç taviz vermemekle beraber, ikili ilişkilerinde çok nazik davranır, insanları rencide etmemeye büyük itina gösterir, tenkitlerinde daima ölçüyü gözetirdi. Yeri geldiğinde espri yapar, kolay anlaşılmaları için konuları karikatürize ederek izah etmeyi tercih ederdi.
Hangi şartlarda olursa olsun, söylem ve eylemlerinde hep nihai hedefini gözetir, karsılaştığı güçlükleri ve olumsuzlukları aşmanın bir yolunu bulmaya çalışır, en olumsuz şartlarda bile ümitsizliğe kapılmazdı. Bu tutumunu "Onların dağları yerinden oynatacak kadar güçleri olsa bile sonunda Allah'ın dediği olur" (Sure/ayet 14/46) mealindeki ayeti kerimeyle açıklardı. Ömrünü, Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmaya, ülkemizin, İslam âleminin ve bütün insanlığın saadetini sağlamaya adamıştı.
Dünyada huzur ve barışın önündeki engellerin neler olduğunu, nasıl bir sömürü çarkı kurulduğunu ve bunun nasıl isletildiğini çok iyi biliyordu. Bu düzenin nasıl değiştirilebileceği konusundaki fikirlerini hemen her konuşmasında dile getiriyor, bu zalim düzenin değişmesi için caba sarf ediyor ve insanları uyanık olmaya davet etmeyi en önemli bir vazife olarak görüyordu. TOBB' de bulunduğu yıllarda, yani 1960'larda, iş dünyası ile yakından ilgilenmiş ve genelde muhafazakâr olan Anadolulu iş adamına müteşebbis bir ruh kazandırmaya çalışmış ve onların güvenini kazanmış ve TOBB Başkanlığına seçilmişti.
Bu seçimlerin Demirel Hükümeti tarafından iptal edilmesi üzerine siyasete atılmaya karar vermiş ve 1969 da Konya'dan bağımsız milletvekili seçilmişti. İlk kurduğu parti olan MNP'nin kapatılması üzerine MSP'ni kurdurmuş ve MSP 1973 seçimlerinde 48 milletvekili ile TBMM'ne girmeyi başarmıştı.
Bu dönemde Halk Partisi ile koalisyon kurması herkesimde büyük bir şaşkınlık meydana getirmiş, bu koalisyon ortaklığı bazı çevreler tarafından akıllara durgunluk veren bir hareket olarak görülmüştü. Nasıl olurda mütedeyyin insanların oyu ile Meclis'e giren Erbakan böyle bir koalisyon kurabilirdi?
Ancak Erbakan Hoca inanıyordu ki, bu ülke hepimizin; sağcısıyla solcusuyla, ilericisiyle gericisiyle, milliyetçisiyle sosyalistiyle.
Biz bu ülkede huzur içinde yaşamak istiyorsak, bütün bu insanlarla iyi münasebet kurarak birlikte yaşamak mecburiyetindeyiz. Herkes karşısındakinin fikrine inancına, saygı duymak mecburiyetinde değildir, ama onun yaşam tarzına müdahale etmemeli, kavga çıkarmamalıdır. Ve Erbakan hoca biliyordu ki tasavvur ettiği devrim mahiyetindeki hamleler en kolay CHP ile birlikte gerçekleştirilebilir.
Bu sebeple en önemli icraatlarını da ilk defa o koalisyonda zamanında yaptı. Ülkede yaşanan gerginlik, Ecevit'in 'Tarihi Yanılgı' ifadesiyle ortadan kalktı. İmam Hatip okullarının orta kısımlarının açılması, İmam Hatip Lisesi mezunlarının Üniversitelere girebilmeleri, karayoluyla hacca izin verilmesi ve benzeri kararlar hiçbir gerginlik olmadan alınabildi.
Daha sonra Demirel ve Türkeş ile kurduğu koalisyonlarda ağır sanayi hamlesini, hızlı ve yaygın sanayileşme programını gerçekleştirdi. Kıbrıs Barış harekâtından sonra uygulanan ambargoya rağmen bu hamlelerin yapılabilmesi herhalde Erbakan Hocanın en önemli başarılarından birisi olarak sayılabilir.
Erbakan Hocanın 1996 yılında DYP ile kurduğu koalisyon, o günkü şartlar dikkate alındığında akıllara durgunluk verecek icraatlara sahne oldu. Bu bun, aradan yıllar geçmesinin ardından hemen herkes kabul ediyor ki, Erbakan Hükümetinin icraatlarının başarısı tartışılmaz. Tabii olarak bu ifade, memuruyla, isçisiyle, emeklisiyle, cifçisiyle yani haklin büyük çoğunluğu için geçerli.
Erbakan Hoca tüm bunların yanı sıra bir inanç ve dava adamıydı. Kendi inancını, davasını her zaman ön planda tutmuştur. Bunu da bir bağnazlık içinde değil, herkese kucak açarak yapmaya çalışmıştır.
Erbakan Hoca için geçen asrın "En Büyük Devlet Adamı" ifadesini kullanmak isabetli olur kanaatindeyim. Zira fikirleri ve icraatlarıyla son elli yıla damgasını vurmuştur ve yokluğu uzun zaman hissedilecektir. Çok farklı bir vizyona sahipti. Hedefi, adalete dayalı "Yeni Bir Dünya" kurmaktı. Bunun da ancak "Yaşanabilir Bir Türkiye"nin öncülüğünde gerçekleştirilebileceğine inanıyor, bu sebeple de "Yeniden Büyük Türkiye"nin inşasını zaruri görüyordu. Büyük Türkiye de diyebilirdi ama "Yeniden Büyük Türkiye" demeye özen gösterir, onun çağrıştırdığı mananın önemine vurgu yapardı. Yani eskiden biz güçlüydük, Dünyada huzurun ve barışın teminatıydık, Dünyada huzur ve barış olsun istiyorsak Yeniden öyle olmamız icap eder diyordu. Yeniden Büyük Türkiye ise ancak ülkemizin yaşanabilir hale gelmesi ile mümkündü. Yani vatandaşlarının haklarının korunduğu, Devlet ve Milletin kaynaştığı, refah seviyesinin yükseldiği, güçlenerek kalkınan bir Türkiye.
Dünyada huzur ve barışın Batı mantalitesi ile kurulamayacağını anlamıştı. Çünkü Batı da menfaatlerin her zaman kuralların önüne geçtiğine şahit olmuş, Batıdaki Hak ve Adalet anlayışındaki sakatlığı misalleriyle anlatmıştı. O görüyordu ki, sömürü, çifte standart, tekebbür Bati zihniyetinin değişmeyen özellikleri idi. Dünyadaki sadece son 50 yıllık olaylara göz attığımızda bunu açıkça görebiliyoruz. Hiçbir yerde de huzuru sağlamamışlardır, nereye girdilerse orada kan ve gözyaşı bırakmışlardır. Sömürü ve tahakküm kimliklerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bu tahakküm ve sömürü çarkını yürüten G-7'leri dengelemek için, kalkınmakta olan ülkelerden oluşan D-8'lerin kurulmasını önemsemiş ve onbir ay gibi kısa bir zamanda bu oluşumu gerçekleştirmiştir.
İkinci Dünya harbinden sonra 'Yafta Konferansı' ile oluşturulan baskıcı Dünya düzeninin ancak bu yolla yeni bir temele oturtulabileceğine inanıyordu. İşte böylece kurulacak "Yeni Bir Dünya" ideali onun vizyonu idi.
Erbakan Hoca 'Şahsiyetli Bir Dış Politika' izlemeyi şiar edinmiş ve en zor şartlar altında dahi bu tutumunu değiştirmemiştir. Şahsiyetli bir dış politikanın ancak güçlü olarak ve bağımsız kalarak yürütülebileceğine inanıyordu. Bu konuda tarihin Türkiye'ye bir misyon yüklediğine inanıyor ve bu misyonun gereklerini yerine getirmek için çaba sarf ediyordu. Bu misyonun temelinde başta Müslüman ülkeler olmak üzere bütün ezilen ve sömürülen ülkelerin bir araya getirilmesi ve ayni prensipleri benimsemeleri yatıyordu. Bu ideallerin Hükümetler tarafından benimsenmeden önce çeşitli topluluklar tarafından benimsenmesinin yönetimleri olumlu yönde etkileyeceğini düşündüğü için de, çeşitli vesilelerle bu toplulukların temsilcilerini Türkiye'de topluyor ve görüşlerini onlarla paylaşıyordu. 1970'lerdeki Kudüs mitinglerini, 1980'lerde Afganistan işgalini protesto toplantılarını, 1990'lardaki Bosna-Hersek'e yardım kampanyalarını ve 2000'lerde Müslüman Topluluklar Buluşmalarını ihdas etmiş ve her toplantıya bizzat katılarak hedef belirlemişti. Böylece herkese nasip olmayacak icraatlara imza attı ve özellikle bütün İslam âleminde insanların kalplerinde taht kurdu.
Kanaatimce Kıbrıs Barış Harekâtını Şahsiyetli dış politika istikametinde atılan ilk adim olarak görmek mümkün. Bir Türk Hükümeti ilk defa ABD'ye rağmen askeri harekât kararı alıyor ve Kıbrıs'a müdahale ediyordu. O günler için bu akıllara durgunluk veren bir tavırdı. Zira Kıbrıs'ta Türklere karşı yapılan benzer katliamlar geçmişte de olmuş, ama zamanın Başbakanları olan ne İnönü ne de Demirel Amerika'ya rağmen böyle bir harekâta girişememişler, gemilere binen askerlerimiz geri indirilmişti. Erbakan Hoca için bu harekât yapılması gerekendi ve yapıldı. Bazıları buna Özgüven diyorlar ama Erbakan Hoca için bu Cenab-ı Hakk'a olan güvenin bir işaretiydi. İnandığımız zaman her işi başaracağımıza inancı tamdı. Bunun için "İnanç tekeden süt çıkarır' deyimini sık kullanırdı.
1969'da TBMM'ne ilk girdiğinde, bugünkü AB'nin başlangıcı olan "Avrupa Ortak Pazarı"na Türkiye'nin üye olmasına karşı çıkmıştı. Bu konuda TBMM' inde yaptığı konuşma çok takdir toplamış ve etkili olmuştu. Bu üyelik Onları ortak ama bizi Pazar yapar diyor, bu girişimin bizim sanayileşmemizin onunu keseceğini ve bizi Avrupa'ya mahkûm edeceğini görüyordu.
Bizim İslam ülkeleri ile bir araya gelmemizin ve kendi aramızda bir Ortak Pazar kurmamızın daha doğru olacağına inanıyordu. Böyle bir birliktelik bizi hem güçlendirir hem de zenginleştirirdi. İslam ülkeleri arasındaki bir ekonomik birlikteliği bu sebeple önemsiyordu. Bunun bir neticesi olarak da kendi para birimimizi oluşturmamızın gereğine işaret ediyordu. Zira karşılıksız olarak basılan ve kullanılan ABD doları bir sömürü aracıydı. İKÖ'nun de İslam Ülkeleri arasında ortak politika üretecek bir yapıya dönüştürülmesini arzuluyordu. Bu birlikteliğin oluşturulması ve güçlenmesi için de İslam ülkeleri arasında bir "Savunma Paktı" ve bir de "Kültürel İşbirliği Teşkilatı"nın gerekli olduğunu ifade ediyordu. İslam Ülkelerindeki dağınıklığa işaret ederek bunları gerçekleştirmenin kolay olmadığını ileri surenler elbette olacaktır. Ancak bu birlikteliğin gerekliliğinin son zamanlarda yasadıklarımızla biraz daha anlaşıldığı kanaatindeyim. Güç olduğu da doğrudur. İşte bu sebeple Erbakan Hoca gibi Liderlere ihtiyaç vardır. Erbakan Hocayı hayalcilikle itham edenler olmuştur. Ancak İş başına geldiğine bütün bu söz ettiklerimizi hayata geçirdiği de bir gerçektir.
Türkiye'de meydana gelen bütün ihtilallerin, parti kapatmaların ve Siyasete müdahalenin arkasında dış güçlerle irtibatlı menfaat şebekeleri vardır. Son kırk kusur yıldır da Erbakan ve Milli Görüş. D-8 bu bakımdan büyük önem arz ediyor. Batı'nın karşısına yeni bir güç çıkarmaya teşebbüs ediyorsunuz. Dünyanın en zengin enerji ve diğer tabii kaynaklarına, büyük bir insan gücüne ve büyük bir Pazara sahip sekiz ülke bir araya geliyor. Maalesef bu girişimi Bati âlemi kendisi için bir tehdit olarak algıladı ve düğmeye bastı. Öyle ümit ediyorum ki insanımız inşallah Erbakan Hoca'nın son zamanlarda televizyonlarda yaptığı konuşmalarla, ne kast ettiğini anlamıştır.
84 yaşında bir insan Milli Görüş İdeali ile kurulan partisinin başına geçiyor ve siyasi arenada ben de varım diyor. Sebebi sorulduğunda cevap sade fakat etkili: "Toprak ayağımızın altından kayıyor". Bu badireli dönemde Milleti uyarmak, üzerine düşen görevi yerine getirmek, misyonunu tamamlamak için rahatsızlığına bakmadan, bütün sıkıntıları göze alarak vazifeyi kabulleniyor. Vefat ettiği zaman gördüğümüz o muhteşem manzara, Hocalarına karşı son vazifelerini yerine getirmek için koşup gelen milyonların, O'nun bu güne kadar vurguladığı fikirlerinde ve icraatlarında neden ısrarlı olduğunu anlamaya başladıklarının işareti olarak kabullenmek istiyorum.
Daha önce de ifade ettiğim gibi Erbakan Hoca çok zeki olduğu kadar çok nazik de bir insandı. İnsanlar bunu bir türlü kavrayamadılar. Erbakan Hocanın başbakan olduğunda, Genelkurmay Başkanı'nı Başbakanlığın giriş kapısında karşılaması garipsenmiş, hatta tenkit edilmişti. Hâlbuki bu sadece bir nezaket gösterisiydi.
Hoca'yı tanıyanlar bilir. Hocamız, evine gelen misafirler kim olursa olsun, ayrılacaklarında evinin kapısına kadar uğurlamayı bir vazife olarak görürdü. Bunu elbette herkes bilmez. Son zamanlarındaki rahatsızlığına rağmen bu alışkanlığından hiç vazgeçmedi. Ben şahsen vefatından sonra Genelkurmay Başkanlığı'nın taziye mesajlarını ve 1'inci Ordu Komutanı'nın erkânı ile cenazeye katılmasını önemsiyorum. Bunu geç de olsa bir hakkin teslimi olarak görüyorum.
Erbakan Hoca'yı tanımam ancak 1960'larin sonuna doğru oldu. Tahsilimi yurt dışında yapmam sebebiyle 1960 ihtilalini ve sonrasını yakinen takip etme imkânım olmamıştı ve şahısları tanımıyordum. 1967 yılında Türkiye'ye döndüğüm zaman Erbakan Hoca'yı ilk defa Odalar Birliği'nde iken tanıdım. Meselelere yaklaşımı, Türkiye'nin geleceği ile ilgili fikirleri beni ciddi manada etkilemişti.
O zamanlar Cuma namazlarını ya Maltepe Camii'nde veya Esat'da kılardık. Hocamız Maltepe Camii'ne geldiğinde namaz sonrası bir yere gider pide yerdik. O zamanlar pide revaçda idi. Maltepe veya Sıhhiye tarafında. Yemek esnasında Türkiye'nin meseleleri gündeme gelir ve herkes Hoca'yı dinlerdi.
1968 yılında unutamadığım bir olay yaşamıştık. O yıllarda döviz imkânları kısıtlı olduğundan devlet tarafından karşılanır, özel sektörün döviz taleplerini Odalar Birliği inceler ve dağıtımı yapardı. O sene, Hocamız bu dağıtımın benim gibi DPT'de çalışan ve konularında uzman arkadaşlara yaptırılmasını istemişti. Döviz tahsisi itina ile yapıldı ve dövizin çoğu İstanbul yerine Anadolu esnafına tahsis edildi. Bunun üzerine Ticaret Bakanlığı Odalar Birliğine verilen bu yetkiyi iptal etti. Tarafgirliğin bu kadarına pes demiştik. Tanıştığım ilk günden itibaren Hocamızın İnancının gereğini titizlikle yerine getirdiğine şahit oldum. İbadetlerinde çok dikkatliydi. Hangi şartlarda olursa olsun, mutlaka ibadetini yerine getirmeye çalışırdı. Bunları gösteriş için yapmazdı. O zamanlar Devlet Erkânının namaz kılması nadirattandı. Havaalanlarında namaz kılacak bir yer bulmak ciddi bir meseleydi. Bütün bu zorluklara rağmen Hoca ile yaptığım seyahatlerde ibadetini ihmal ettiğine hiç şahit olmadım. Konulara espirili bir şekilde yaklaşmaktan hoşlanırdı.
Saman dolu kuşla canlısının mukayesesi, Kadayıfın altının kızarması, hasmın şahadetinin en güçlü şahadet olduğu ifadesi bunlardan sadece birkaçı. Bunu ağız dalaşı için değil, meselenin daha kolay anlaşılması için yapardı. Bu sebeple sözleri hep gündemde oluştururdu.
Erbakan Hoca, MSP-CHP koalisyonu kurulduktan sonra ilk seyahatini Suudi Arabistan'a yapmıştı. O dönemde petrol krizi yaşanıyordu. En zengin petrol yatakları Suudi Arabistan'da ve petrol fiyatlarındaki artıştan dolayı Suudi Arabistan zenginleşmiş. Türkiye'nin sıkıntısı var. Turkiye'deki bir kesim bu seyahati küçümsüyor ve Hoca'nın seyahati esnasında umre yapmak için ihrama girmesini garipseyenler ve alay edenler oluyor, ama o aldırış etmiyor. Bunların hepsi onu rencide etmek için kullanıldı ama Hoca hiç yılmadı. İslam ülkeleri arsındaki ticaretin gelişmesine büyük önem atfediyordu. Bu sebeple ilk koalisyon esnasında, daha pahalı olmasına rağmen, Türkiye'nin ihtiyacı olan pirinç ithalatını Pakistan'dan yapmayı tercih etmişti.
Bütün bu çalışmalar esnasında manevi değerlerin ihyasını hiç aklından çıkarmıyordu. Bu sebeple 5 Yıllık Kalkınma Planına ilk defa manevi kalkınma ile ilgili bir bölüm koydurttu. Bir ülkenin kalkınmasının ve güçlenmesinin temelinde Ahlaki ve Manevi değerlerin çok önemli rol oynadığına inanıyordu. Ben de inanıyorum ki Hocamızın fikirleri ve düşünceleri zaman içinde çok daha iyi bir şekilde kavranacak ve itibar edilecektir. Vefatı vesilesiyle gördük ki, düne kadar Erbakan Hoca'ya muhalefet edenler, bu gün ona ve onun düşüncelerine ehemmiyet vermeye, O'nu takdir etmeye başladılar.
1980 Askeri müdahalesinden önceki altı ay boyunca TBMM Cumhurbaşkanını bir türlü seçememişti. Partiler arasında İttifak sağlanamıyordu. Erbakan Hoca'nın, üç seanslık görüşme sonunda, şartlarımızı kabul eden CHP'nin adayı Batur'u desteklemeye karar verilmesine rağmen, yine CHP'nin fire vermesi üzerine secim neticelendirilememişti. Hocamızın bu tutumu da bazı çevrelerce eleştirilmişti. Hâlbuki Erbakan Hocanın bu tavrı, insanlara ön yargısız yaklaşımının en açık delili idi ve kuvvetli bir ikna yeteneğine sahipti. Batur ikna olmuş ve belli prensiplere riayet edeceği konusunda teminat vermişti.
Bu arada MSP tarafından verilen bir gensoru ile İsrail'le ilişkileri kesmediği için, Dış İşleri Bakanı Hayrettin Erkmen düşürüldü. Bu gensoru aslında Hükümete verilen bir ihtardı.
Bilahare Konya'da aynı konu ile ilgili Kudüs mitingi yapılmış ve bu miting sonradan ihtilalin gerekçesi olarak gösterilmişti.
Bütün bunların arkasından Erbakan Hoca ile birlikte Londra'ya gitmiş, Avrupa İslam Konseyinin bir istişare toplantısına katılmıştık. Dönüşü İsviçre üzerinden yapacaktık.. Tam bu sırada Meclisteki Gurubumuzdan gelen bir Çağrı ile, Cumhurbaşkanı seçiminde anlaşma sağlandığı için acele Türkiye'ye dönmemiz isteniyordu. Bunun üzerine Erbakan Hocam ile Çarşamba akşamı alelacele döndük ve Perşembe günü meclisteki oylamaya katıldık. Değişen bir şey olmadı, yine bir netice alınamadı. Hocam her zaman olduğu gibi gazetecilerle bir sohbet yaptı, gelişmeleri değerlendirdi ve o gece ihtilal oldu. Sonradan anlaşıldığı kadarıyla ihtilal yapılması için Hoca'nın yurtdışından dönmesi beklenmişti. Erbakan Hoca bütün şayialara rağmen ihtilal olabileceğini düşünmüyordu. Zira Temel felsefesi meselelere müspet yaklaşmak, olumsuzluklarla uğraşmamaktı. Zannımca bu düşünce tarzı onun her zaman motive olmasını ve hedefe odaklanmasını sağladı.
İhtilal gecesi Hocam evinden alınarak Uzunada'ya, diğer arkadaşlar da Kirazlıdere tutuk evine götürülmüşlerdi. Erbakan Hoca Kirazlıdere'ye ihtilalden üç hafta sonra getirilmişti. Kendisini mahkemeye götürülmemizden önce, ilk defa kaldığı odanın penceresinde görmüş ve adeta kafese konulmuş bir aslana benzetmiştim.
Kirazlıdere tutuk evinde Hocamla uzun bir süre (on aydan fazla) beraber olduk. Bu sürede savunmamızla ilgili layihalar bizzat kendisinin riyasetinde hazırlanmıştır. Erbakan Hocamız iki kişilik bir odada kalıyordu. Lütfü Doğan ve kısa bir zaman önce Rahmeti- Rahman'a kavuşan Tahir Büyükkörükçü Hocalarımız da tutukevindeydiler. Hoca'nın Savunmanın hazırlanmasındaki titizliği yanında, gösterdiği tevekkül ve sükûnet takdire yaşandı. Bu süre esnasında davranışlarını ve nezaketini daha yakından tanıma fırsatı buldum. Anladım ki, Erbakan Hoca gibi bir insani tutuklamak, hürriyetinden mahrum etmek, mahkemelerle meşgul etmek ülkemiz için büyük bir kayıp ve akla ziyan bir iştir. Tutukluluk esnasında Hoca'nın moralinin bozulduğuna, öfkelendiğine hiç şahit olmadım.
Tutuklu kaldığımız günlerde Lütfü Doğan Hocamız sabah namazından sonra mutlaka ayeti-kerime ve dualardan derlenmiş bir evrad okurdu. Bu okuma işrak vaktine kadar devam ederdi. Erbakan Hoca bu derslere hiç aksatmadan, tutukluluk boyunca devam etmişti.
Kahvaltıdan sonra da tefsir ve hadis dersleri yapılır ve bu dersler öğlen namazına kadar devam ederdi. Bu arada Hoca ve avukatlar savunmayı hazırlarlardı.
Hayati boyunca Hocamızın gözettiği en önemli hedef ülkemizde ve bütün dünyada Hakk'ın hâkimiyetinin tesis edilmesiydi. Bu onun hayat düsturu, hayat felsefesiydi. Bu mücadeleyi cihat olarak tanımlar ve en önemli görev olarak kabul ederdi. Batinin izlediği sömürgeci ve tahakkümcü politikalarının yanlış Hak anlayışından kaynakladığına ve bunun temelinde Siyonizm'in yattığına kanaat getirmiş ve bunu her fırsatta dile getirmeyi adeta bir görev bilmişti. Bir keresinde, 1970'lerde, Avrupa İslam Konseyi'nin daveti üzerine Avrupa'ya gitmiştik. Eski NATO komutanlarının da katıldığı o toplantıda bir konuşma yapmış ve dünyada barış ve huzurun neden sağlanamadığını, bunun temelinde Bati'nin sahip olduğu yanlış hak anlayışının yattığını delilleriyle ortaya koymuştu. Bu zihniyet değişmeden dünyada huzur olamayacağına dikkatleri çekmişti.
Erbakan Hocamız şimdi aramızdan ayrıldı. Bize büyük bir miras bıraktı. Bu mirası yarım asırdır yaptığı konuşmalarda, verdiği tebliğlerde ve gösterdiği mücadele azminde bulabiliriz.
Bu mirası aslında bir sorumluluk ve görev olarak görmeliyiz. Hocamızın Türkiye, İslam Âlemi ve Dünya siyasetine etkisinin bundan sonra daha fazla olacağına inanıyorum.
Cenab-ı Hak Mekânını Cennet,
Makamını âli etsin.
http://www.milligazete.com.tr/haber/zek%C3%AE-oldugu-kadar-nazik-bir-insandi-231191.htm