• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/halilakpinar
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=05056611119
  • https://www.twitter.com/halilakpinar
  • https://www.instagram.com/halilakpinar1453
  • https://www.youtube.com/channel/UCz-evvQhDvbJLw5bg_A8P1Q
Üyelik Girişi
MUHTEVA
Site Haritası

Custom Search

KUTLU DOĞUM HAFTASI İLE İLGİLİ KOMPOZİSYONLAR

 

KUTLU DOĞUM HAFTASI===

Alemlerin efendisini, günlümüzün sultanı, insanlığın kurtarıcısı, peygamber efendimiz (S.A.V)’i hangi yazıyla, methiyeyle, şiirle, cümleyle, kelimeyle anlatırsak anlatalım yetersiz ve aciz kalır… Ona ne yazılsa az, ne anlatılsa eksik kalır… Üstat Necip Fazıl şöyle diyor:
_Bu eserimde anlatılan bütün eksiklikler benim, bütün iyilikler sizin eseriniz YA RESÜLALLAH…

O usta kalem ki, aciz kalırken ALLAH RESÜLÜNÜ anlatmaktan biz bir hiçiz… Hani sevgiliye anlatamasın ya sevgini, kalbin atar kelimeler düğümlenir seçilen bütün kelimeler yetersiz kalır ya, bu sevgi, bu muhabbet, bu ask ondanda ileri… Kâinatta hiçbir insan onun kadar sevilmedi… Müminlerin çarpan kalbi, gözündeki yaş, yüreğindeki sevdadır onun sevgisi… Kurtuluşun anahtarı, Rabbine yakın olmanın rehberi, huzur ve mutluluğun kaynağıdır onun sevgisi….

Peygamber efendimiz MUHAMMET MUSTAFA(S.A.V)’in sevgisi yaşamımızın ayrılmaz parçası olmalıdır. Peygamber efendimizin(S.A.V) ahlakının esindeyiz kendimizi sorgulamalıyız. Hayatımızı peygamber efendimizin(S..A.V)’in hayatına endekslediğimizde, huzur ve mutluluğu yakalayacağımızdan kimsenin endişesi olmamalı….

O hayat ki, sabrın kalesi…

O hayat ki, sevginin anahtarı…

O hayat ki, adaletin timsali…

O hayat ki, ilmin rehberi…

O hayat ki, karanlığın aydınlığı…

……Ve biz bu hayatın neresindeyiz? Onun muhasebesini yapmamız lazım… Her şeyin muhasebesini yapan biz, hayat muhasebemizin çıkmazındayız… Kendimize gelme vaktimiz gelmedi m? Çıkmaz sokakları bırakma vaktimiz çoktan geçti… Kaldı ki, öyle bir vakitte yok zaten…Peygamber efendimiz(S.A.V) çocukluğunda bile örnek bir insandı. Ona insanlar MUHAMMEDÜN EMİN(En güvenilir insan) diyorlardı… Kardeşin kardeşi dolandırdığı çağımızda biz bu hayatın neresindeyiz? Bu kutlu doğum haftasında peygamber efendimizi(S.A.V)’i tanımaya ve onun sevgisiyle yanmaya ve kendimizi bulmaya çalışalım…

 

 

 

 

 

 

Fatma FİDAN Kompozisyon Yarışması 1. Eser (2)

Dikenli Dallar Gülüne Hasret

 

Varlığın sebebini, içimdeki boşluğun nedenini arıyorum, sıcak kumlara ayağım batıp çıkarken. Gece ayın ışığına, dalgaların hışırtısına, ateşin kızıllığına,  gece karanlığına soruyorum onu. Bembeyaz bir gülün teni üzerinde ışıldayan bir damla yağmur suyu, o sevgilinin varlığını fısıldıyor bana. İbrahim'in ateşini söndürme çabasıyla, ümitle, cesaretle su taşıyan karıncanın mecnun yüreğinde o sevgiliyi görmenin sevdasını buluyorum. Akvaryumda kıvrıla kıvrıla yüzen bir balığın yüreğindeki ateşte, o sevgilinin sevdasını hissediyorum.

 

Düşünüyorum da acaba beyaz güller o sevgiliyi gördükten sonra utancından mı allara boyandı. Bulutlar onu görünce mi ağlamaya başladı. Hayal edemiyorum o sevgilinin çehresini.

 

Bulutlar ağlıyor şimdi benim halime. Rüzgârların çığlıkları yetmiyor. Verilen ümitler, anlatılan azapların korkusu yetmiyor, dağların yüceliği az geliyor beni yolumdan döndürmeye. Küfrün karanlık ormanında sarmaşıklar sarmış yüreğimi, yerinden kıpırdayamıyor. Öyle bir bataklığa adım atmışım ki hiçbir kahraman el uzatmıyor. Ben de bataklığın içinde yaşamaya çalışıyorum. Ben yetiştiğim bataklığın mahsulüyüm orada gül bitmez. Özgürlük diye kendini yırtan bir zavallıyım ben. Sessiz çığlıkların koptuğu bir köle pazarının kölelerinden biriyim. Kendi nefsime satılıyorum çocuk yaşlarda. Çekmediğim çile, girmediğim pislik kalmıyor. En rezil hayatların sefasını sürdüğümü sanıyorum, nefsimin elinde. Belki de beni alıp azat edecek bir yiğit bekliyor yüreğim. Kirpiklerimin uçları o yiğidin ışığına hasret. Her yeni gelen bahara onun kokusunu soruyor yüreğim gizliden gizliye. Kararmış günlümün katranları altında bir kalp atıyor, onun geleceğini heyecanla bekliyor sessiz barakasında ağlıyor şimdi hıçkıra hıçkıra.

 

Hani bir zamanlar pazarlarda satılan, kafaları hiçbir şeye çalışmadığı söylenen kadınlar vardı ya işte o kadınlardan birinin torunuyum ben. Ben de düştüğüm kuyuda yusuf gibi yalnızlığı çekiyorum içime. Beni bu rezil yaşantıdan alıp götürecek bir kervan bekliyorum.

 

Hani bir zamanlar anası, babası ölünce bütün hakları, bütün varlığı elinden alınan yetim bir çocuk vardı ya. İşte ben, o çocuğun kardeşiyim. Şimdi sokaklarda sevgiye aç, şefkate susuz bir halde dolaşıyorum. Günlerdir rüyalarımda gördüğüm bir parça ekmek, alındı elimden. Başımı okşayan, sırtımı sıvazlayan iki çift el vardı ya, işte onlardı bağlanan. Daha sonrada tek lüksüm, yalnızlığımın, çaresiz bekleyişlerimin tek şahidi gözyaşlarım alındı elimden. Gece olduğunda dalgalarla sallanan bir sandala uzanıyorum. Kim bilir belki de yaşayamadığım bebekliğimin, zalim eller tarafından kırılan beşiği yerine koyuyorumdur her an alabora olacak bu sandalı. Her şeye rağmen gökyüzünden bana uzanacak bir el arıyor gözlerim. Bütün gece gökyüzünün en parlak yıldızına beni yanına alacak bir sevgili gibi bakıyorum. Dalgaların hışırtısını annemin ninnisi yerine koyup, rüzgârın koynunda, denizin kokusuyla uyuyorum her gece.

 

Anlayacağınız bir zamanlar kardeşimin hakkını savunan delikanlıyı, gecenin karanlığında, yağmur suyuyla ıslanmış, kimsesiz kaldırımlarda oluşan girdaplarda arıyorum.

 

Onun varlığını hissetmezse yüreğim, renkte yok hayatımda karanlıkta. Onun hasreti yoksa yüreğimin en ücra köşelerinde bile, aşk da yok nefret de şu divane gönlümde. O yoksa ne gül var ne diken,  ne boşluk var ne içi dolu bir hayat. O yoksa eğer, yoklukta yok. Köşe başında beklenen bir sevgili misali onun aşkı saplandı bir kanca gibi yüreğime, bir ucu da ona bağlı. O uzakları gittikçe kanlar akıyor yüreğimden, acılara boğuluyorum benden uzaklaştığı her adımda. Şairin dediği gibi "yıldızları alınmış geceler gibi ışık değmemiş yüreğim" yüzünü görmeden yüreğine âşık olduğum sevgiliyi bekler oldu.

 

Karanlık odamın en sessiz köşesinde ağlarken, hayaliyle konuşuyorum. "sen olsaydın hayat bu denli zor olur muydu? " diye kızıyorum, sitemli sözler savuruyorum. Kimi zaman da boynuna dolayıp ellerimi, başımı yaslayarak omzuna ağlıyorum kim bilir.

 

Şimdi, pencere kenarında o sevgiliyi bekliyorum. Yüreğimin hırçın dalgalarıyla boğuşan sahipsiz bir sahil kenarında yürüyorum. Yazdığım mektubu bir şişeye koyup, fırlatıyorum denizin bir köşesine ama cevap gelmiyor. Gönlümün limanlarında ona asla layık olamayacağım sevgiliyi bekliyorum, her nefeste.

 

Düşlerde sevdiğim sevgiliyi bekliyorum. Adına şarkılar yazdığım, bana ateşin koynunda serinlik aratan sevgiliyi. Gönlümün gül bahçesinin en nadide köşesini ayırdığım sevgiliyi bekliyorum. Gözyaşlarımı can suyu yapacağıma yemin ediyorum. Yağmurlu bir akşamda, sokak lambasının loş ışıkları altında, bağdaş kurup oturduğum bank üzerinde, yüzümü titrek avuçlarımın içine alıp aşkına ağladığım sevgiliyi bekliyorum.

 

Onun yüceliğini, kendi acizliğimi düşünürken ona kavuşma ümidim külleniyor. "sen kim, o kim?" diyorum, hayallerimi kurutan bir hazan mevsiminde, etrafa feryatlar, figanlar savuran düşünce rüzgârının içinde.

 

Diyorum ki, ona onda olmayan bir şeyi, titrek yüreğimdeki, cesur aşkını sunsam.  Âlemlerden kıymetli yüzünü görebilir miyim, birkaç dakikalığına da olsa?

 

Peygamber Sevgisini Anlatan Güzel Bir Makale


Medine’de bir şirkette elektrik teknisyeni olarak çalışan Allah dostu ve peygamber aşığı bir kardeşimiz işin son günü sabah mesaisinde kendisine verilen teknik görevi tamamlayıp ayrılmak üzere iken Resulullah’ın Ravzasında elektrik çarpması sonucu vefat etti ve Cennetul Bakiye defnedildi. Tabii ailesi mecburi istikamet Türkiyeye döndü. O zaman 7 yaşında olan oğlu Muhammed Nebi Doğanay bugün ortaokul ögrencisi. Kompozisyon dersi ödevi olarak bir makale yazmış ve birincilik almış. İşte o peygamber aşkını en derinden yaşayan bir yüreğin yansımaları..

Biliriz ki dil kalpten geçen her şeyi ifade edemez. Allah bize de bu kardeşimiz gibi Resulullah sevgisi nasip etsin. Amin.

..................................................

Bir seni güneşim, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geldiğim yerde…

Bir ilkbahar gününde güller gibi kokan Medine'de dünyaya gözlerimi açmıştım. Doğduğum hastane senin Ravzanın hemen yanıbaşında olduğu için, duyduğum ilk koku senin bahçenin gül kokuları olmuş. Babam gelip te daha kulağıma ezan okumadan, kulaklarım senin mescidinin ezan sesleriyle şereflenmiş. 40 günlük olduğumda ilk ziyaretimi de senin Hane-i Saadetine yapmışım. İlk adımlarımı senin Ravzandaki mermerlerinde atmış ve Rabbimle ilk buluşmamı, ilk secdemi senin mescidinde yapmışım. Hemen hemen yaptığım her ilkte sen varsın. Daha konuşmasını öğrenmeden seni sevmeyi öğrendim ben. Belki seni çok tanımazdım ama sanki bana çok çok yakınmışsın gibi severdim seni.

Senin evini her ziyarete gelişimizde seni görmesek bile senin varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda hüzünlenirdik. Çocuklar evde sıkılınca babaları parka, eğlence yerlerine götürsün isterler. Biz Medine’de yaşadığımız sürece hiç babamızdan parka götürmesini istemedik. Bizim canımız sıkılmaz mıydı acaba hiç? Sanırım Medine’deki hiçbir çocuğun canı sıkılmazdı. Çünkü orada hiçbir yerde olmayan gül bahçesi ve bahçenin biricik efendisi vardı. Bizim vaktimizin çoğu o bahçede geçerdi.

Senin bahçenin mermerlerine ayakkabı ile basamazdık. Yalınayak dolaşırdık mermerlerin üstünde. Kimbilir, korkardık belki de bahçenin güllerine basıvermekten. Yazın mermerler ayaklarımı yakardı. Olsun bu da bizim hoşumuza giderdi. Babama sormuştum bir seferinde

- Babacığım neden Medine bu kadar sıcak diye. Babam da:

- Evladım Medine’de iki tane güneş varda ondan, derdi.

- Nasıl olur babacığım, güneş bir tane değil mi? derdim. Babam gülerek:

- Bak yavrum doğru, bütün dünyayı ısıtan bir güneş var ama bir de alemleri ısıtan ve aydınlatan güneş var. O güneş de Medine’de olunca sıcaklık iki kat oluyor.

Babamın bu cevabı hoşuma giderdi ve ısınırdım. Gerçekten de ayaklarımızı mermerler ısıtıyordu ama senin güneşinde, sıcaklığında içimizi ısıtıyordu. Medine’den ayrıldığımızdan beri belki ayaklarımız ısınıyor ama içimiz bir türlü ısınamıyor. Çünkü güneşimizin en büyüğünü orada bırakmıştık. Ben güneşimi kaybetmiştim. Onun evine, bahçesine gidemiyordum artık. Gerçi ışığı ta buralarda bizi aydınlatıyordu ama içimi ısıtması için onun Ravzasında yalınayak koşmam lazımdı. Evet, bahçende yürürken ezanlar okunurdu. Öyle güzel okur ki Medine müezzini ezanı, sanki Bilali Habeşi okuyor sanırsınız. Namaz kılmak için Mescide koştururduk, bilir bilmez. Babamın yanında namaz kılardık.

Büyük sütünların altından gelen soğuk havadan saçlarımızı savurturduk. Zemzem bardaklarından güller yapardık. Namaz kılarken yanımıza usulca bir kedi sokulurdu. Babam 'incitmeyin sakın, onlar Ebu Hüreyre’nin kedileri' derdi, biz de inanırdık. Senin Mescidine kediler de girebilirdi. Sen çok iyi bir ev sahibiydin çünkü.

Çarşamba günleri hep Uhud'a giderdik. Senin çok sevdiğin amcanı ziyaret etmeye, o bizim de amcamızdı. Kardeşlerimle Ayneyn tepesine çıkar oradan Uhudda yatan 70 şehide selam verirdik. Uhud dağına her baktığımızda sanki orada seni görür gibi olurduk. Uhud da senin Ravzanın kokusu gibi gül kokardı. Orası da ayrı bir gül bahçesi idi sanki.

İşte benim yedi senem ki en değerli en güzel yıllarım senin köyünde, senin gül bahçende, senin savaştığın yerlerde sanki yanımda sen varmışsın gibi seninle dopdolu geçti. Seni görmesem de seninle yaşamaya o kadar alışmıştım ki senin yanından ayrılırken sanki bir yanım, bir canım, bir parçam orada kalmıştı.

Buraları bana gurbet oluverdi. Elimde olsa hemen yanına koşar gelirim ama hep büyüyünce gidersin diyorlar. Ben sırf senin yanına gelebilmek için büyümek istiyorum. Senin yanına geldiğim zaman büyümüş bile olsam bahçendeki mermerlerde yalınayak dolaşacağım. Ta ki güneşin içimi ısıtana kadar.

Senin hasretinden içim üşüyor. Belki hasretin herkesi yakar, beni de üşütüyor işte. Çünkü benim ruhum doğduğumdan beri senin sevginle ısınmaya alışkın.

Senin sıcaklığına o kadar muhtacım ki. Ne olur ben sana gelemesem bile sen beni hiç bırakma. Işığınla gecelerimize nur ol. Sıcaklığınla bütün zerrelerimizi ısıtıver. Hani sana Medineyken komşuyduk ya, evlerimiz birbirine çok yakındı. Senin varlığın bize güven verirdi hep. Yine öyle ol, arasıra da olsa evimizi şereflendiriver.

Hem benim adım Nebi, aynen seninki gibi. Bu ismi bana seni çok seven bir dostun koymuş. Diğer adım da Muhammed, yine senin gibi. Bu ismi de
canım babacığım koymuş. Buraya gelirken senin köyünde bıraktığımız babacığım.

Sana benzeyen bir yanım daha var. Ben de senin gibi babasız büyüyorum. Ben çok şanslıyım, sen bize asla yetimliğimizi hissettirmedin. Medine’den ayrıldığımızdan beri sanki sen hep yanıbaşımızdaymışsın gibi hissediyorum.

Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum hep. Seni tanıdığım ve seni sevdiğim için Rabbime binlerce kez teşekkür ederim.

Babam senin köyünde kalmıştı. Biz babamın cenazesini gömerken abimin terlikleri babamın kabrine düştü ve orada kaldı. Ben o terlikleri çok kıskandım. Çünkü abimin terlikleri hep babamla kalacaktı. Babamı son
ziyaret edişimizde ben de kimse görmeden terliğimi babamın kabri üstüne gömüverdim. İşte şimdi benim terliğim de hep babamla kalacaktı.

Evet demiştim ya bir güneşimi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride. Babam ve terliklerim hep oradaydı, gelemezlerdi. Ama güneşim hep yanımızdaydı. Yetimlerin efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mı? Dünyanın bir ucuna gitmiş olsaydık bizi bırakmayacağını biliyordum.

Gözümüz gönlümüz seninle aydınlanır efendim. Ruhumuz, içimiz sıcaklığınla ısınır. Birgün sana gelişim geç bile olsa bana, Gül bahçesinin mermerlerinde yalın ayak koşmak nasip et. Taki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp kavrulsun. Terliklerimi bıraktığım o güzel mabed son durağım olsun.

Münibe Hatun EROL -Kompozisyon Yarışması 2. Eser

Bir Dilim Sevgi

yazmak  hissetmekle başlar. Yazarken hissedersin sevgiliye duyduğun aşkı. Ben yazmadan başladım efendime beslediğim aşkı yüreğimde hissetmeye.

 

okuma yazma bilmiyordum o zamanlar küçüktüm. 5-6 yaşlarında daha hayatın farkında olmayan bi kız çocuğu. Dünya bana göre kocaman çikolatalı bi pastaydı. Ona kavuştuğumda bitecekti hasretim.

 

Hasret diyorum da aslında hasret duyduğum sadece o çikolatalı pasta değildi. Henüz daha kokusuna doyamadan kaybettiğim, unutmaya çalışıp ta bir türlü unutamadığım annemdi. Hatırlamıyorum nasıl öldüğünü bi de anlam veremiyordum nasıl bir anne yavrusunu yapayalnız bırakıp ta gidebilir başka yerlere? O zamanlar ölümü bir ülkeden başka bir ülkeye gitmek gibi birşey olarak düşünürdüm. Düşünürdüm ama kimseye soramazdım. Sessizliğine boğulmuş sadece hayallerle yaşayan bir kız çocuğu..

 

o sene babaannemle babam mekke'ye gideceklerdi.beni bırakacakları bir yakınımız da yoktu. Mecburen beni de götüreceklerdi. İçim kıpır kıpırdı. Belki annem de o ülkeye gitmiştir, oralardadır diye düşündüm bir an. Düşünmek bile bir başka güzeldi. Babaannemle babam bütün hazırlıkları yapmıştı. Sabak erkenden gidecektik. Annemin yüzünü unutmamak için defallarca bakmıştım fotoğrafına. Zaten bu fotoğraflar da olmasa nasıl kurabilirdim onun saçlarımı okşayıp yanaklarımdan öptüğü hayallerimi? Hayallerle dolu bir gecenin ardından yine sabah olmuştu. Ama bu sabah diğerleri gibi gece hayalini kurduğum, sabah kalktığımda yanımda bulamayıp kimse duymasın diye yastığa sarılıp hıçkıra hıçkıra ağladığım sabahlardan değildi. Belki yetim kaldığım son sabahımdı.

 

sanki uçak uçmuyor havada ben uçuyordum. Uçaktaki herkesin yüzüne dikkatlice bakmıştım. Belki annem de buralarda bir yerdedir diye. Bişey dikkatimi çekmişti. Herkes niye bembeyaz giyinmişti? Nedendi herkesin yüzündeki bu hüzün? Yoksa onlar damı kaybetmişti annelerini? Yine düşündüm sadece soramadım kimseye.

 

neyse dedim yine annemli hayallere döndüm yine. Yolculuğumuz sona ermişti. Gelmiştik mekke'ye. Uçaktan inerken faltaşı gibi açmıştım gözlerimi, her yere bakıyordum. Nerdeydin anne? Yoksa unutmuş muydun beni? Hatırlamıyor muydun? Amam ben seni hiç unutmamıştım anne. Orası çok kalabalıktı bi de çok hızlı gidiyorduk. Ne kadar da çok insan vardı burda. Kesin diye düşündüm, kesin annem de burda. Biliyorum o da beni arıyor. Ama daha burdayız çok kalacağız diyor babaannem. Nasıl olsa bulacağım onu. Kaldığımız otel çok güzel. Sabahları babaannemle babam bi yere gidiyor ben de otelde kalıyorum. Bazen balkona çıkıp etrafa bakıyorum. Buralar ne kadar değişik yerler, hiç bizim oralara benzemiyor. İlk başlarda ürpertici geliyordu beyaz giysiler, siyah insanlar. Ama artık alıştım  onlara. Bi gün buralardan gidecekmişiz. Keşke hep burda kalsak.en azından annemle aynı ülkede olurdum. Bi gün babaannem elimden tuttu ve beni bi yere götürdü. Bizim oralardaki camiler gibiydi içerisi. Ordayken de giderdik camiye. En sevdiğim şeydi. Namaz kılmıştık yine. Sonra dua ettik. Ben içimden ' ne olur allah'ım annemi bulayım.ne olur allah'ım annemi bulayım.' diye dua etmiştim. Akşam olduğunda kaldığımız otele doğru yola çıktık. Ben yine etrafa annemi arar gözlerle bakıyordum. Ama nedendi onu bulamamam? Günlerdir burdaydık ama hala bulamamıştım annemi. Gece yatarken ellerimi açtım rabbime ve gözyaşları içinde istedim annemi. Ağlarken uyuyakalmışım..

 

Derken birden kapı açıldı. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki sonunda dedim sonunda rabbim dualarımı kabul etti. Biliyorum bu gelen annemdi. Kapı açıldı ve içeri giren annem değildi. Ama kimdi bu? Hayatımda bu kadar güzel, bu kadar sevgi dolu birini görmemiştim. Yanıma geldi, elimi tuttu ve başımı okşadı. Kalbim titriyordu ve birden akşamdan açık bıraktığım pencerenin çarpmasıyla uyandım. Bu bir rüya mıydı yoksa gerçek mi? Elinin yumuşaklığını , sevgi dolu bakışlarını hala unutamıyorum. Birden unutmuştum annemi , herşeyi. Neydi bu, nedendi? Sabah olduğunda ilk olarak babaanneme sordum aklımda sakladığım soruları. Gözyaşları içinde anlattı bana o gelenin kim olduğunu. Meğer dün gece yanıma gelip, saçlarımı okşayan peygamber efendimiz (s.a.v)'miş o da benim gibi annesiz büyümüş. Peki dedim babaanneme o da buraya annesini mi aramaya gelmiş? Gülümsedi babaannem; 'hayır ' dedi. O buralara rabbini kaybetmiş insanlara onu anlatmaya gelmişti. Nasıl yani ölüm benim düşündüğüm şey değil miydi? Neydi ölüm anlayabiliyordum artık.

 

Bugün buradaki son günüm. Buralara kaybettiğim annemi bulmak için gelmiştim. Onu bulamamıştım ama daha güzel bir şeyi peygamber efendimizi bulmuştum. Onun o güzel yüzünü hiçbir zaman çıkarmadım aklımdan. Çıkarmayacağımda.

 

İlk önce çikolatalı bir pastaya verdiğim, daha sonra anne hasretinde bulduğum sevgiyi artık o'nunla paylaşıyorum.

Kutlu Doğum: GÜL PEYGAMBER
http://www.habertaraf.com/yazarlar/1059.html
Ali SEDAT
alisedat@hotmail.com 


 

Ey Kararan Dünyamızı Aydınlatan Işık İnsan!

Ey Bütün Elçilerin ve Habercilerin Sonuncusu!

Ey İki Cihanın Efendisi!

Yeryüzü hasretle bekledi o günü. Sıcaktan kavrulan toprağın suyu beklediği gibi biz de seni bekledik Ey Gül Çocuk. Çoraklaşan gönüllerimizi güldürmeni bekledik… Bir geldin, pir geldin… Bizlere şereflerin en yücesini getirdin. Sevgiliden gelen armağanların en kıymetlisiydin. İnsanlık seninle yeniden dirildi ve anlam kazandı. Gülü de bülbülü de senden öğrendik Gül Peygamberim!

Sen aklın, ilmin, imanın, ahlakın, sabır ve vefanın, güçlü iken müşfik olmanın, haklı iken özveride bulunmanın, haksızlığa karşı gür sedanın adı oldun. Sen okunacak ve yaşanacak “Kitap” oldun bizlere. Sen kolaylaştırdın, zorlaştırmadın; müjdeledin, nefret ettirmedin. Elimizi ve dilimizi emin kılmayı seninle bildik. Sevgiliyle, insanla, tabiatla nasıl dost olunduğunu sen de gördük. Sevgiliyi seninle sevdik. Kendimizi bilmenin ve bulmanın sevincini bizlere tattırdın. Hayat iksiri ilahi mesajları senin dilinden dinledik.

Yetimliğimizi hatırlattın yetim kalarak. Yetim kaldık, sen bu âlemden göçtükten sonra… Manevi rehberliğini o kadar çok özlüyoruz ki şimdi… İnsanlığın başına gelen her türlü şiddet ve felaketin ardından, senin yokluğun kendini o kadar çok hissettiriyor ki…

Yunus Emre’nin dilindeki aşk peygamberini, Mevlana’nın dilindeki rahmet peygamberini, Ahmet Yesevi’nin dilindeki hikmet peygamberini, Hacı Bektaş-ı Veli’nin dilindeki sevgi ve şefkat peygamberini gönüllerimizde duyamaz olduk. Seni yeniden keşfetmeye ne kadar çok ihtiyacımız var. Tabiatı hoyratça kullanıyoruz. Senin tabiat sevgine ve tasavvuruna ihtiyacımız var. Toplumsal dokularımız çözülmeye başladı. Senin toplumu gergef gergef ören sevgi ve rahmet eline ihtiyacımız var. Aile yapımız sarsılmaya başladı. Senin Ehl-i Beytine gösterdiğin sevgi, ilgi ve bilgine ihtiyacımız var. İnsan ilişkilerimiz bozulmaya başladı. Senin komşu, dost ve arkadaş ilişkilerini satır satır okumaya ihtiyacımız var. Çocuklarımız ve gençlerimiz bataklığa sürüklenmeye başladı. Senin kılavuzluğuna ihtiyacımız var. İş yerlerimizde çalıştırdıklarımıza yediğimizden yedirmez, giydiğimizden giydirmez olduk. Çalışanlarımızın alın terleri üzerinden sırça saraylar inşa ettik. Kan, terör, intihar ve savaşlarla dolu bir dünyadayız. Senin Medine’ne ve medeniyetine ihtiyacımız var. Her biri bir yıldız olan sahabeni tanımaya ihtiyacımız var. Hz. Ebu Bekir’in dostluğunu ve sadakatini; Hz. Ömer’in hikmet ve adaletini; Hz. Osman’ın iffet ve hayâsını; Hz. Ali’nin ilim ve cesaretini günümüze taşımaya ihtiyacımız var. Yolunu şaşıran bütün yüreklerin senin kılavuzluğuna ihtiyacı var Ey Gül Peygamber!

Ey Allah’ın Sevilisi! Biz seni çok sevdik. Sevgililerin sevgilisi kıldık. Sende gönlümüz gerçek sevgiyi ve sevgiliyi buldu. İlk günden beri özlenen ve her daim özlenen Hz. Muhammed (s.a.v)! Dudaklarımızda ismin; duvarlarımızda Mescid-i Nebi resmin var; ama sen yoksun hayatımızda. İsmin levhalarla duvarlarımızı süsler oldu; ama hanelerimizde seni misafir edemez olduk.

Seni sevmek, anmak, hatırlamak, daha önemlisi anlamak; temsil ettiğin aşkın değerleri hayatımıza yansıtabilmek için bize basiret, cesaret, feraset vermesi için Rabbimize bizim için dua et! Ümmetin olmaktan utanır olduk. Zillet içinde bir hayat kurduk. Biz de seni davet etsek şehrimize ensar kardeşlerin gibi… Çağlar ötesinden gelsen şehrimize ve seslensen yine rabbinden aldığın ilahi terbiye ile. Ümmetin olarak toplansak ve bir olsak manevi huzurunda.

Manen şöyle mi derdin bize:

Ey Şehrimin İnsanları!

Büyük bir “ÇAĞRI” ile geldim size,

Dönmenizi istiyorum, sizi “Yaratan Rab”binize.

O cennet vaat ediyor, yapacağınız iyiliklerinize,

Dönün artık, yitirdiğiniz “Öz Benlik”lerinize.

Kıskanarak baksın düşmanlarınız, “Kardeşlik”lerinize.

Aksın yüreğinizden sevginiz, iliklerinize…

Dikkat edin, başkalarına ait söylediklerinize.

Ey Şehrimin İnsanları!

Büyük bir “DAVET” ile geldim size,

Vermenizi istiyorum, yüreğinizdekini sahibinize.

Bir bakın önce, haksızca elde ettiklerinize.

Vermemişken mallarınızdan bir kısmını fakirlerinize.

Utanın artık, insanlıktan çıkan fikirlerinize.

Dönün ve bir bakın önce, özgürlük isteyen esirlerinize.

Sevinebilir misiniz bilmem, çocuklarınıza miras kalan eserlerinize?

Ey Şehrimin İnsanları!

Büyük bir “UYARI” ile geldim size,

Sığınmanızı istiyorum Ona, azap gelmeden şehrinize.

Bir bakın! Kirletip delikler açtığınız göklerinize.

Bir bakın! Atık ve pisliklerinizi saldığınız denizlerinize.

Bir bakın! Bir dağ gibi patlamaya hazır çöplüklerinize.

Bir bakın! İçinde mikropların barındığı içeceklerinize.

Bir bakın! Hormonlaşan ve sunileşen yiyeceklerinize.

Ey Şehrimin İnsanları!

Büyük bir “MÜJDE” ile geldim size,

Girmenizi istiyorum, size hazırlanan cennetinize.

Şükredin artık, Ondan gelen nimetlerinize.

Değer verin, akıl ve kalp gibi kıymetlerinize.

Uyun Ondan size rahmet olarak seçilen Elçilerinize.

Okuyup anlayarak bakın, size sunulan ayetlerinize.

Kavuşmuş olacaksınız böylece, bütün dilediklerinize.

Ey Şehrimin İnsanları!

Büyük bir “ÖĞÜT” ile geldim size,

Yaklaşmanızı istiyorum, öğüt dolu Kitabınıza.

Çok fazla güvenmeyin, size ait olmayan bilgilerinize.

Gururla yaslanıp durmayın, elektronik aletlerinize.

Bir makinenin gözyaşı döküp dökmediğini, sorun yüreklerinize.

Bir girin bakalım, robotlarla doldurduğunuz evlerinize.

Ulaşabilir misiniz artık, Ona ait hayallerinize?

Ey Şehrimin İnsanları!

Büyük bir “AŞK” ile geldim size,

İçirmenizi istiyorum, Aşk Şarabını kalbinize.

Dönün artık, duygu dolu derin hislerinize.

Ona olan aşkınızı, yazın ölümsüz şiirlerinize.

Ona ait nameleri götürün, gül bahçelerinize.

Ona olan hasretinizi, söyletin bülbüllerinize.

Dönün artık kalp bahçesindeki güllerinize.

Ey Şehrimin İnsanları!

Büyük bir “BİLGİ” ile geldim size,

Kazımanızı istiyorum, çalışan beyninize.

Düşünün ve dönün, Ona ait hakikatlerinize.

Bakacak olursanız eğer, ilahi niteliklerinize.

Giriniz sizde, bilgi ve hikmetle dolu denizlerinize.

Kavuşunuz, sizi ebedi kılacak özlerinize.

Bu son sözlerim olsun, düşünen idraklerinize…

Ey şehrimin insanları!

Duyun size ait feryatları.

Bırakın bayatlaşan hayatları.

Ey Şehrimin İnsanları!...

Ne mutlu son ve kutlu ize uyanlara…

Ne mutlu hayatımızı aydınlatacak ışığı O’nda bulanlara…

Bu şehrin insanından…

 Leyla YOLDAŞ- Kompozisyon Yarışması 3. Eser

Hakka Giden Yol

 

İnsanların kendilerine örnek aldıkları kişiler ahlak, kişilik ve tavır yönünden pek çok zaaf sahibi olabilirler. Bu nedenle bir insanın kendine örnek   alacağı kişiyi çok büyük bir titizlikle seçmesi gerekmektedir. Eğer insan kendine ideal bir örnek seçerse, geçen her gün  lehine sonuçlanacak. Kendisine ahlak, kişilik, görünüm, kültür gibi  pek çok açıdan  süratle geliştirebilme imkânı  elde edecektir. Bu imkân ancak ve ancak kusursuz bir insanda var olmuştur. Sevgili peygamber  hz. Muhammed (s.a.v) kusursuz, güzel ahlakı sayesinde insanları islam diniyle şereflendiren  insani vasıfları, değerleri aşılayan  bir peygamber olarak  çok güze ve tek örnektir.

 

efendimiz hz. Muhammed (s.a.v) bir zamanlar azınlık durumunda  yaşarken zülüm altında  şiddetli saldırılara maruz kalmıştır. Fakat her şeye rağmen  sabır ve tevekkül göstermiş, insanlar arasında islam dinini yaymaya çalışıp bunu ihlâs ve azmi  sayesinde başarmıştır.

 

Hayırda da, şerde de hayrı aramayı, gerçek sevginin lezzetini, sonsuzluğu ve sonsuzlukta varılacak en güzel yeri ve o yere varmanın nasıl bir imanla olduğunu ifade ediyor. Bana bende olması gerekeni ve benim ruhumun mukaddes güzelliğini benliğime kazandırdığı ilahi güzelliği ifade ediyor. Kelimelerin bitiği yerde sükûta dalmayı, sükûta daldığım her anda yanımda birinin olmasının mutluluğunu veriyor.

 

Gerçek dostu  ''ey kul kendin gibi aciz kuldan değil, benden; kâinatın gerçek sahibinden iste'' diyeni hatırlatan bir resul. Bütün ilahi düğümleri çözmenin sırrını veren bir peygamber,  gerçekten ve sonsuz güzellikten başka neyi ifade edebilir.

 

güzel ahlak sahibi mübarek bir insandı bizim hiç umursamadıklarımızı bile ince ince akıl süzgecinden geçirirdi. Öyle bir nur  ki öyle bir şefkat ötesi şefkat ki aklıma geldiği her anda zere miktarı kötülük kalmıyor bedenimde, ruhumda, nefsimde ve  kalbimde.

 

İblis ve insanların içindeki nefisle savaşan bir peygamberdi. Nur üstüne nurdu. Küfürlü sözler  duyarken mübarek kulakları, karşısındakilere ses çıkarmayan bir peygamberdi. Sükutun edepten geldiğini benliğime her yönüyle aşılayan bir peygamberdi. Ümmetini  kendine tercih eden ''ümmetim ümmetim ''diye ağlayan bir peygamberdi. O, Bana en güzel davayı, İslam davasını  ifade  ediyor.

 

''hırsızlık yapan kızım fatıma  bile olsa elini keserim '' diyen bir peygamber, adaleti simgeleyen en güzel örnektir.''sana zulüm edeni sen affet. Sana  küsene  sen git. Sana kötülük yapana sen iyilik yap. Aleyhinde de olsa doğruyu söyle ''diyen bir peygamber, insanlara cennete giden yolu   gösteren, insanlara en güzel davranışı öğretmekten   başka daha neyi ifade etmeli.

 

Her şeyde ümitsizliği aklımıza getirmemeye çalışmamıza rağmen, tahammülsüzlük sınırını aşmamak için çaba sarf etmemize rağmen, öfkemize yenik düşmemeye çalışıp, husumeti içimizde beslememeye çalışmamıza rağmen yine de hepimizin kalbimde şeytana ait bir kara leke var; fakat o öyle bir peygamber ki içinde, yüreğinde, nefsinde iblise ait tek bir kara leke yok. İşte böyle tertemiz bir resul, cennetin kabul  göreceği  en güzel insan örneğinden başka  daha neyi ifade edebilir.

 

sevenlerin kendine en derin hislerle teveccüh etiği  peygamberimiz  manevi bir mevkide olmasına  rağmen  bir çocukla dahi  sohbet edebilecek kadar  mütevazi idi ve yine son derece cömertti.

 

İyiliği emreden,  en değerli  varlığın   insan olduğunu izah eden, gerçek insani duyguları, islam nuruyla hayatımızı aydınlatan bir peygamber. Sevmenin cennetten  bir nefes almak olduğunu bana hissettiren    bir peygamber, daha  hangi güzelliği ifade etmelidir.

baştan aşağı şefkat ..

baştan aşağı merhamet ..

baştan aşağı sonsuz nur ..

 

Nuruyla faniyi verip  bakiyi kazanmam gerektiğini  hatırlatan bir peygamber.

ey insanlar açın kalp gözünüzü! Sizler aklınızı;  savaşlarla, kinlerle, nefretlerle, düşmanlıklarla, insan öldürmekle değil gerçek var edeni bulmakla ve hak yoluna  varmakla yorun. Hakikati mükemmel varlığı ile ifade eden  peygamber efendimizin  üstün şahsiyetini bulmakla yorun. Peygamberimiz din adına da olsa zulme karşıdır. Kardeşin kardeş kanı dökmesine karşıdır. Allah rızası için yaptığı her savaştan önce her zaman   üstün ahlakıyla, hoşgörüsüyle insanları İslam  dinine  davet etmiştir. Gerçek dost allah' tır ve gerçek dostun yolunu gösteren gerçek rehberde hz. Muhammed (s.a.v)'dir.

 

Mehmet Ali DOĞRAMACI - Mektup Yarışması 2. Eser

Güller Gülü Peygamberim

 

Sana selam olsun gül peygamberim

Gül peygamberim, biliyor musun senin ümmetinden olduğum için çok mutluyum. Çünkü gül peygamberim sen evrendeki en şerefli, en dürüst, en merhametli kısaca en iyi insansın. Gül peygamberim, benim ismim de muhammed. Bu ismi bana babam vermiş, seni çok sevdiği için. Annem bu isme birde ali eklemiş. Evliya'nın şahı imiş hz ali. Senin evladın gibi, senin hanende, senin kucağında büyüyen ali. Akşamları bende kendimi senin kucağında hissederim uykuya dalarken. Hicret ettiğinde yatağına yatmayı göze almış ali. Senin kucağına, senin yatağına alışan başka nerede rahat edebilir ki gül peygamberim?

 

Kardeşlerimin adı da senin sevginle konmuş. Ortancamız abdullah furkan. Abdullah senin baban hani? Sen onu hiç görmemişsin. Sen doğmadan ölmüş. Kim bilir babanın yokluğunu nasıl hissettin yüreğinde? Furkan, senin en büyük mucizen olan kur'an-ı kerim. Onun bize ebedi hayat rehberi olarak armağan ettin. Ona tutundukça, onu okudukça hem dünyamız hem de ahretimiz mutlu olacak diye bildirdin. İnandık, iman ettik gül peygamberim.

 

En küçük kardeşimin adı ahmet burak. Ahmetsin sen, çok övülen, çok sevilensin. Adını meleklerden cinlere, bitkilerden hayvanlara, atomlardan gezegenlere, bilmeyen mi var gül peygamberim? Burak miraca çıkarken bindiğin binekmiş. Füze mi desek yoksa kanatlı at mı? Miraca onunla çıkmışsın. Bize hediyeler getirmişsin ötelerden. "ben mirac ettim siz de namaza devam ederseniz, namazlarınız mirac olur" demişsin. Ben hep namazda bu dediklerini düşünür, kuş gibi hafifler, göklere çıktığımı hissederim.

 

Annem ve babam bizim isimlerimizi seni çok sevdikleri için koymuşlar. Gül peygamberim biz seni ailece çok seviyoruz. Gül peygamberin keşke senin komşun olan müslümanlardan olabilseydim. Keşke okulum senin yakınında olabilseydi.

 

Allah sana ilk olarak "ikra" ayetini yani "oku" ayetini indirmişti. Ben anladım ki ilim çok önemli. Okulumdan sonra diğer müslümanlar gibi mescid-i nebevi'nin yapımına az da olsa yardım ederdim. Sen ki en iyi imamsın. O yüzden senin imam olduğun o mübarek cemaate katılır, namazımı kılardım. Gül peygamberim, sen benim için en büyük öğretmensin. Ben diğer müslüman arkadaşlarım gibi senden islam hakkında bilgiler alırdım. Büyüdüğümde senin komutanlık yaptığın savaşlarda tıpkı hz. Hamza gibi seni korumak için kendimi siper ederdim. Ve her gün senin o gül kokunu çekerdim içime.


Gül peygamberim ben seni çok seviyorum. Peygamberim, sana neden gül peygamberim diyorum biliyor musun? Senin terin gül kokarmış ve bana göre gül çiçeklerin en güzeli. Sen de insanların en güzelisin gül peygamberim. İnşallah cennette senin komşularından olurum. Ben seni çok özledim biliyor musun? Hemen cennete girmek istiyorum bunun için. Sen bize o kadar çok yakınsın ki; bir salavat ile hemen seninle konuşuyoruz. Ama yine de medine'yi, ravzanı, o kutlu toprakları özlüyorum.


Senin mescidinde ben 3,5 yaşımda namaza durdum hatırlıyorsun değil mi? Yeşil kubbeden yansıyan ışıkta, senin gülümseyen gözlerini gördüm. Annem babamla umre yaparken ramazan ayında geldik sana. Tıpkı senin ensarın gibi medineliler ramazan günü iftar verdiler bize mescidinde. Sofralar açtılar. Senin gönlün gibi genişti o sofralar. Adım muhammed deyince arap-türk-ingiliz-pakistanlı amcalar öptüler beni. Hurma verdiler, zemzem içirdiler.

 

Babama sordum; "bu yemeği kim veriyor?" babam; "peygamberimiz veriyor oğlum, o bize iftar veriyor" demişti. Babamı ağlarken gördüm bunu derken. Seni sevenler adın geçince hep duygulanıp ağlıyor gül peygamberim. Seni çok seviyorlar. Gül peygamberim, senin aşkınla yanıp tutuşanlar inşallah cennette senin komşun olurlar.

 

Sen çocukları çok severmişsin. Bir gün çocuklardan birinin kuşu ölmüş medine'de. Sen kalkıp ona baş sağlığına gitmişsin. "kuşun ölmüş, ben de çok üzüldüm" demişsin o çocuğa. Sen geldin diye sevinmiş çocuk. Sen öylesine zengin bir yüreğin sahibi imişsin. Şimdi hangi büyük, bir çocuğun kuşu ölse ziyaret eder ki? Bunu sen düşünmüşsün. Seni görmeyi arzu edenlerin rüyasına da gelirmişsin. Ben de çok istedim ama henüz gelmedin. Bir gün benim de rüyama misafir olur, başımı okşar mısın? Beni de hasan ve hüseyin gibi dizine alır mısın? Biz seni çok seviyoruz.

Selam sana güller gülü peygamberim.

 

Hande ÜNVER- Mektup Yarışması 3. Eser

İçimde Yaşayan Gerçek

 

Sevgili peygamberim; şimdi tenin gibi bembeyaz bu kağıdın üzerine resmini çizeceğim. Resmin için inan sahip olduğum en iyi malzemeleri kullanacağım. Kelimelerimi gözyaşlarımla sulayıp seni bu kuru kağıtta yeşerteceğim. Aslında kelimeler seni anlatmaya yetmez biliyorum. Ne desem yaşatamam senin yaşadıklarını,canlandıramam o muhteşem anılarını, geçen o büyülü zamanlarını...

 

Ne zorluklar yaşadın bizim için, yanlışların olduğu bir yerde, doğruları söyledin. Çünkü sen cesaretliydin. Doğruları söylemenin ne kadar zor olduğunu kendimden biliyorum, bazen ben de arkadaşlarımı uyarıyorum. Karşılaştıklarım, senin yaşadıkların karşısında bir hiç kalsa da senin cesaretin ve çalışkanlığın hakkında bana fikir veriyor. Çünkü benim karşımda bir sınıf senin karşında bir dünya vardı... Kazandığın başarılara hazır konmadın. Ortaya tek başına çıkmana rağmen tarihte benzeri görülmemiş başarılar kazandın; çünkü sen iyi bir önderdin. Kendini diğer insanlardan üstün görmezdin, çünkü sen alçakgönüllüydün. Çocukları sever onlarla ilgilenirdin, çünkü sen merhametliydin. Elindekileri herkesle paylaşırdın, çünkü sen cömerttin. İnsanların hatalarıyla dalga geçmez aksine onları düzeltmeye çalışırdın, çünkü sen hoşgörülüydün. Kısacası sen ahlakın her çeşidinin zirvesindeydin.

 

Sen övülesi ahlakınla herkese örnek olacak bir kişiydin. Çünkü sen hiç batmayacak bir güneştin, sen allah'ın elçisi, müslümanların efendisiydin. Herkes gibi ben de seni tanımak isterdim. Senin o merhametini tatmak isterdim.  Gözlerim ismini ancak kitaplarda görebiliyor. Halbuki seni karşımda görmeyi çok isterdim. Dilim, "sevgili peygamberim" diye seslenmek ve kulaklarım sesinin huzuruyla dünyadaki bütün güzellikleri somutlaştırmak isterdi. Ama ne yazık ki ne yaparsam yapayım o somutluğu yaşayamam. Ama yine de seni içimde canlandırıyorum: işte bir yüz var karşımda: şimdi üzerine kaşlarını yerleştirdim, ama öyle kaşlar ki hiçbir zaman "v" şeklini almıyorlar. Ardından gözler geldi. Baktığımda içinde gerçeğin, gerçekle gelen tüm güzelliklerin ve umudun dans ettiği gözler... Burnun ve ağzın ise güzelliğini tamamlıyorlar. Gülümseyen dudaklar aydınlık yüzüne ne kadar yakışıyor. Görenleri serinleten bir ışıltı yayıyor çehren. Ama en önemlisi de dilin diyorum, o tatlı mı tatlı dilin. İnsanlara tüm gerçekleri anlatan, öğüt veren, cahillikleri düzelten, karanlıklara onunla ışık tuttuğun dilin. Ağzından çıkan her kelime aslında tarihe yazılacak bir destandır. Senin dilinden çıkanlar taa gönlüme ulaşıyor, içime siniyor. Sözlerin bana yabancı gelmiyor. Çünkü kendimi dinlediğimde vicdanım da aynı şeyleri söylüyor. Sanki, masum vicdanımın dili olmuş konuşuyorsun. Seni dinlemeyenlerin ya vicdanları dilsiz, veya kulakları sağırdır.

 

Seni böyle düşündüm ve "işte oldu" dedim içimden. "o muhteşem insanı oluşturdum." "kendi içimde onu ortaya çıkardım." şimdi ise yapmam gereken tek şey senin yaşamanı, hayatta kalmanı sağlamak. Ama nasıl? Yemek versem, su versem yiyemez içemezsin ki. Ama biliyorum senin nasıl hayatta kalacağını; senin gibi yaşayarak yaşatacağım seni! Bende yaşayacaksın. Ben seni hayalimde değil hayatımda yaşatacağım. Çünkü sen hayalde kalırsan ne bana ne başkasına bir şey veremezsin. Ama hayatıma girersen, hem bana hem beni gören herkese hayat verirsin. İnsanlar senin hatıralarını anlatmak yerine ahlakını yaşatsalardı dünya bu günkünden çok daha farklı olurdu. Ama ben seni yaşatacağım. En azından kendi dünyamı seninle güzelleştireceğim. Ve sanırım bunu, senin bize hediye ettiğin kitabına uyarak yapacağım. Ayrıca senin yaptığın gibi, bu güzellikleri insanlara anlatacağım. Çünkü insanlar fark etmeli seni, fark ettirmeliyim seni herkese...

 

Ey allah'ın son hediyesi! Sanki bir kitapsın; her satırın erdem dolu. Dokunduğu her yeri, her zamanı, herkesi nakışlarla süsleyen bir kalem gibisin. Adeta hem kitapsın, hem kalemsin, hem öğretmen... Her güzelliği öğreten, en güzeli (allah'ı) öğreten bir öğretmen... Seni nasıl anlatsam bilemiyorum ki? Sahi seni övmek bana mı kalmış, seni allah övmüş. Benim seni övmem ve sevmem mahrum olmamam içindir. Çünkü seni sevmek her kalbe nasip olmaz. Ben de sevginle nasiplenmek istiyorum.

 

Ey muhammed! Sana "gül" diyorlar. Ama sana "gül" demeye benim dilim varmıyor. Çünkü sen insanların halini görsen sanırım gülmez ağlardın. Ama sana "gül yüzlü" demekten kendimi alamıyorum. Ben seni çok seviyorum. İnsanların seni niye sevmediklerini ise bir türlü anlayamıyorum. Belki çok tuhafına gidecek ama bugün seni sevenleri bile sevmiyorlar. Sevgiden bahsediyorlar ama, sevginin kaynağından habersiz yaşıyorlar. Ama ben seni çok seviyorum.

 

Uzun zamandır sana bu mektubu yazmakla meşgulüm. Daha da fazla yazmak isterdim. Beni dinlemekten bıkmayacağını da biliyorum. Fakat senin daha okuyacak çok mektubun vardır. Dilerim hiçbir zaman mektupsuz kalmazsın. Şimdilik hoşça kal. Sana, bize hediye ettiğin her şey için ve beni dinlediğin için çok teşekkür ederim.

Bilge GEDİK- Mektup Yarışması Birincisi

 

Cennetin zirvesinde en güzel kokan gül: "sevgili peygamberim"

 

O gül yüzünü hiç göremedim. Gördüm ama bir perdenin arkasından. Sisli bir odada yüzün ay gibi parlıyordu. Yanındakilerin kim olduğunu anlayamadım. Ama nurdan olduklarına göre herhalde meleklerdi. Sabahleyin bir güle düşen çiğ damlası gibi seni tutup gönlüme misafir edecekken akıp gittin düşümden. Ama şuna karar verdim; senin için, senin istediğin için, her çiçeğe usanmadan konup bal toplayan arı gibi çalışacağım. Senin gönlüne giden yolun bu olduğunu kavradım.

 

Yerin göğün nuru, Allah'ın kulu; insanlar uçuşurken rüzgarın önündeki yaprak misali hayat yolunda, sen hayata ve en sıkı dala allah'a tutundun. O rüzgarın seni alıp götürmesine izin vermedin. Seninle beraber sana inananları da korudun.

 

Sevgili peygamberim senin için en yüksekte uçan bir kuşu yakalayıp sana hediye edeyim isterdim. Çünkü en yüksekler sana layık, en yüksektesin hep. Ama sen kesin o kuşu alıp gökyüzüne salıverirdin. Anlarlardı o zaman hürriyeti insanlar, anlarlardı o zaman merhameti.

 

Bir yağmurla gelsen efendim. Çorak dünyaya yağsan yeniden. Yağmur rahmet sen rahmetsin. Yeryüzünde muhammed, gökyüzünde ahmet'sin. Sen gelmeyeceksen eğer, zaman sel olsa. Beni alıp sana aksa. Keşke ben de senin döneminde yaşasam, dinini yaymana yardım etseydim. Sıcak günde alnından damlayan ter olmaya da razıyım. Yeter ki sana dokunabileyim. Yeter ki yüzünü görebileyim. Yeter ki berrak billur sesinden öğüt dinleyebileyim.

 

Hani yalnız kalıyor insan, hani bilmeden bir şeye özlem duyuyor ya; işte öyleyim. Sesimi bir ben, bir akıp giden zaman, bir de Allah duyuyor. Ama sonra anlıyorum ki özlem duyduğum şey sensin efendim.

 

Alnın ıssız gecede parlardı gökteki kandil gibi. Göz görmedi senden daha güzelini. Dolunay sana benzer, sen ondan aksın. Enes bin malik efendimiz der ki: "o'nun cildine dokunur, sonra ellerimi günlerce koklar, koklardım." işte o zümrüt tenine dokunmayı öyle çok istiyorum ki!

 

Beni en çok üzen bu mektubumun, benim yazımla yazılanın sana ulaşamayacak olması. Ama inşallah melekler mektubumun sözlerini sana fısıldarlar. Senin için öten bülbüller mektubumu sana şakırlar.

 

Gece kayan yıldıza binip yanına gelmeyi diliyorum efendim.

Peygamberimizin (sav) Doğumunun 1433. yıldönümü anısına Ayancık'ta düzenlenen

kompozisyon yarışmasında birinci olan yazı;  

RESÛLULLAH’A MEKTUP

 

Muhammed’e mektup yazdım dostlarım

Salat meleğiyle elden yolladım

Kalemim gözyaşı, kağıdım hicran

Gönüldeki gizli yoldan yolladım

 

Herkesin dünyada var ya yari

Ben de sana meftun ezelden beri

Diyorlar Muhammed Resûl’ün teri

Yürekteki kızıl gülden yolladım

                                                                  Ayşe ÇAKIR (Emek. Edb. Öğr.)

 

Allah’ın selamı üzerine olsun YA RESÛLULLAH. Sana aşık olanların, sana aşkla yananların sevdası var yüreğimde. Her birinin gözlerinde Mekke, her birinin yüreğinde SEN…

 

Yoksun kaldık Ya Resûlallah, senden ve senin gül yüzlü cemâlinden. Sen gelince aklıma, tüm güzellikler yığılıverir önüme. Unuturum yanlışları hemen. Yağmur serinliği dolar içime, dertlerime merhem olur sevgin…

 

Gelişinle başladı kardeşlik, gelişinle bitti huzursuzluklar. Sen " EMİNSİN " Ya Resûlallah!  İsmin "Muhammed’ül Emin"; yani güvenilir insan, dosdoğru insan… Senden öğrendim dostluğu, kardeşliği, kulluğu, senden öğrendim duayı, merhameti, senden öğrendim öğrenmeyi ve yine senden öğrendim, şu evrenin, muhteşem kainatın basit bir tesadüften oluşmadığını. "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" sözün, seni anlatmaya yeter, değil mi Efendim! Merhamet sahibiydin sen, mütevaziydin. Yolda yürürken üzerine kasten dökülen külün, hesabını bile sormayandın. Aksine dökülmediği bir gün; "Bu gün üzerime kül dökmediniz, bir rahatsızlığınız mı var! Yardımcı olabilir miyim!" diyecek kadar incelik gösterdin.

 

Ne çekmiştin Ebu Leheb’den, Ebu Cehil’den; ama sendin onlara sabreden, tatlı dilini onlara karşı bile kullanandın. Ne işkenceler çekmiştin bizim için, ümmetin için… Dikenler üstünde yürüyen, aç kalıp karnına taş bağlayandın… Rabbin sormuştu sana "Melek bir peygamber mi, yoksa  kul bir peygamber mi olmak istersin diye. Sen Melek bir peygamber  olmayı kabul edebilirdin; ama etmedin Ya Resûlallah, bizi kabul ettin, hep göz yaşı  döktün bizim için… bizlere olan sevgin uğruna katlandın işkencelere…!

 

Ve sen gittin… Öyle bir gidişle gittin ki, ardında göz yaşlarıyla dolu gözler bıraktın, günler aya, aylar senelere dönüştü yokluğunda! ama sen bırakmazsın bizleri, sen sadıksın Ya RESÛLALLAH !

 

Utanıyorum! Adını koruyamadığım, seni savunamadığım için! Utanıyorum! Ama bende ne Ebu Bekir’in dostluğu, sadakati, ne Bilal’in sabrı, ne de Nesibe’nin cesareti var. Ömer kadar adilde olamıyorum… Senin yolunda taş taşımak isterdim ben de. Ama şimdi gül dikmek istiyorum gönüllere…

 

Milyonlarca Salat-ü Selam feda olsun sana, kalemim sana feda olsun Ya Resûlallah! Efendim duyar mısın sesimizi! Sevgili, sen aşk ikliminde sultan, mehtapta dolunay, biz ise senin bir bakışına dilenci! Boş geçmezsin değil mi Efendim! Sana muhtacız, senin bir bakışına muhtacız!   

  

                                                                                                          Rukiye ARSLAN

                                                                                                Ayancık Anadolu Lisesi

                                                                                                            (11.Mayıs.2004)

 


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi20
Bugün Toplam465
Toplam Ziyaret3773830
VİDEOLAR
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.413134.5510
Euro36.357136.5028
Takvim