ALTIN SÖZLER
ALTIN SÖZLER
Aziz
Hocamızdan dinleyip öğrendiğimiz ilmî ve imanî gerçeklerin bir kısmını,
anladığımız ve hatırladığımız şekliyle, başkalarının da istifadesine
sunmayı düşündük. Her birisi, ayrı ayrı levhalar halinde yazılıp
asılması gereken bu "vecize"lerin ve birçok meselenin çözümünde anahtar
vazifesi görecek bu "Altın Sözler" in, sadece kendi hafızamızda ve
hatıra defterimizde hapsedilmesine gönlümüz razı olmadı.
Sözlerime ve yazılarıma güzellik katan ve özellik kazandıran bu sözleri
anlamak, onların sahibini de daha iyi tanımaya yardımcı olacağı ümidiyle
arz ediyorum:
*
"Akıl, bir işin sonunu düşünmektir”. Yani kârını, zararını çok iyi
hesap ederek bir işe girişmektir. Çünkü son pişmanlık para etmeyecektir.
Ve “ah keşke” sözleri, akılsızlığın neticesidir.
*
"Akıl; "şunlar, şunlar doğru ise, şunlar da doğrudur" şeklinde bir
mukayese ve muhakeme (karşılaştırma ve karar verme) kabiliyetidir.
İslamsız akıl, tek başına ilk ve mutlak doğruları bilemez, hayır ve
şerri tayin edemez. İslamsız bütün nimetler ve saadetler eksiktir ve
yetersizdir. Bu nedenle "Bugün dininizi ikmal ettim ve nimetlerimi
tamamladım" ayeti en son indirilmiştir.
* "Akıl, bir temyiz (iyiyi kötüden seçip ayırma) yeteneğidir. "
* " Akıl; imanın ve İslam’ın emrinde en büyük nimet, nefsin ve şeytanın elinde ise, sebebi felâkettir."
* "Düşmanlar ve canavarlarla dolu ıssız ve karanlık bir orman kurtulmak için, nasıl ki;
1- Teh bölgelerini ve güvenlik yollarını gösteren bir haritaya,
2- Doğru yön tayinine yarayan bir pusulaya,
3- Ve de çevremizi aydınlatacak bir ışığa ihtiyaç vardır.
İşte, haksızlık ve şeytanlıklarla kaplı bir dünyada, selamet yolunu
bulmak için de, Kur’an bir harita, akıl bir pusula, iman ise önümüzü
aydınlatan bir fener hükmün-dedir. Bunlar biri birinin tamamlayıcısıdır.
Biri olmadan diğeri işe yaramaz ve kurtuluşa ulaştıramaz."
*
" İslam’ın dışında, hiçbir Hak ve hakikat kaynağı yoktur. Fen ve
hikmet, sanat ve sanayi dahi, İslam’ın içindedir ve onun bir şubesidir.
İlhamını Kur’andan almayan hiçbir ilim ve teknik asla hayr-ı mahz
olamaz, şerden ve zarardan arınmış sayılamaz. Mutlaka yeterli ve yararlı
olduğu savunulamaz.
Felsefelerin ve filozofların birbirini inkârı, ideolojilerin devamlı
çatışması, beşeri kanun ve nazariyelerin eskimesi ve değişmesi, hatta
yapılan ilaçların bile, bir müddet sonra yan tesirlerinin anlaşılması,
hep bu yüzdendir."
*
70 öncesi yıllarda Hocamın Erzurum’daki "İlim ve İslam" konulu
konferansını dinleyen bir müftü efendi, daha sonra özel sohbeti
sırasında Hocamıza dönerek:
- Sizi canu gönülden tebrik ederim. Çok güzel ve önemli konulara temas
ettiniz. Bendeniz de yıllardır vaazlarımda : "Dini ve ahlâki ilimleri
bilmek yetmeyeceğini , Avrupa’nın fennini ve tekniğini de öğrenmek
gerektiğini, hep söylerim" deyince, Hocamız ona:
- Aman Müftü Efendi Herhalde sürçü lisan ederek, yanlış bir ifade
kullandınız. Çünkü "İslami ilimler yetmez, Avrupa’nın fen ve tekniğini
de almamız lazımdır" sözü, bilerek söylense, tecdidi iman gerektiren bir
küfür lafzıdır. Zira bu söz Kur’andaki en son indirilen "Artık dininizi
kemale erdirdim. Hiçbir eksik bırakmadım (maddi ve manevi) nimetlerimi
tamamladım " mealindeki ayete ters düşmektedir. Sizin düşüncenize göre
"İslam’da fen, teknik ve müspet ilimler yok-tur. Bunları Avrupa’dan
almaya ve öğrenmeye ihtiyacımız vardır. Dolayısıyla bu yönüyle İslam
eksiktir " manası anlaşılır ki bu, farkında olmadan "Bugün dininizi
ikmal ettim, maddi ve manevi hiçbir eksiklik ve kusur bırakmadım"
buyuran Cenab-ı Hakkı yalanlamak manasına gelir ve elbette yanlıştır.
Doğrusu ise, maddi ve müspet ilimlerin de kaynağı Kur’an ve bugün
Batılıların elindeki bütün ilimlerin temel esaslarını ortaya koyan İslam
alimleri olmuştur" diyerek düzeltir.
Elbette "Hikmet (fen ve sanat) Müslümanın yitik malı gibidir. Nerede
bulsa alır ve kullanır" Ancak İslam’ın müspet ilimlerle ilgisi ve
bilgisi yok diye düşünmek tamamen yanlıştır ve yanıltıcıdır.
*
" İslam beş temel üzerine bina edilmiş bir hakikat sarayıdır ve hayat
programıdır. Yoksa, sadece bu beş şeyden ibaret zannedilmesi hatadır.
Zira, sadece bir kısmına inanmak ve yaşamak İslam değildir. "
*
" Dünyadan Ay’a gönderilen bir füze nasıl ki hedef açısından bir
milimlik bir sapma bile gösterirse, bu açı giderek büyüyecek ve neticede
o füze Ay’a değil başka bir gezegene çarpıp parçalanacaktır.
Aynen bunun gibi, imani ve itikadi konularda başlayacak çok az bir şüphe
ve sapma bile, insanı giderek İslam’dan uzaklaştıracak ve bu sapıklık,
sonunda sahibini cennete değil, cehenneme taşıyacaktır."
*
" İslam’ı, "ırkçılık" gibi batıl ve bozuk şeylerle karıştırmak esasına
dayanan sentezcilik düşüncesi de, itikadi bir sapıklıktır."
*
" Mezheplerin birleştirilmesi fikri de, ırkçılık gibi, bir siyonist
şeytan şırıngasıdır ve insanlarımızı ibadet disiplininden ve takva
dairesinden koparmayı amaçlamaktadır"
*
" Yanlışın en tehlisi, doğruya en yakın olan yanlıştır. Çünkü,
doğruyla karıştırılması ve insanların daha kolay aldatılması ihtimali
taşımaktadır."
*
Bu konuda görülen diğer bir gaflet ve cehalet örneği de, sadece
Kur’anla hüküm ve amel etmeyi yeterli zannedip, sünnete (hadislere ve
diğer şer’i delillere) itibar etmemektir.
Halbuki Allah’ın belirlediği Kur’anî hükümleri, Resulü Ekrem (SAV)
bizzat yaparak ve yaşayarak bizlere göstermişlerdir. Efendimiz (SAV)
öğretmeseydi ve örnek teşkil etmeseydi, nasıl abdest alınacağını ve ne
şekilde namaz kılınacağını dahi bilemezdik.
*
Bütün Batı hukuku, toplam on bin meseleden ibarettir. Ama sadece İmamı
Azam Hz.’lerinin çözümlediği ve hüküm verdiği mesele yüz binin
üzerindedir.
* "İslâm bize ve zamana uymaya mecbur değildir. Ama herkes ve her zaman, İslâm’a uymak mecburiyetindedir."
* "Şu dünyaya gönderiliş gayemiz olan kulluk imtihanını başarabilmek için, üç tane temel ve birbirini tamamlayan esas vardır:
1-Her şeyden önce İslâmı öğrenmek, İslâmın her konudaki emrini bilmek,
2-Öğrendiğimiz İslâmi esaslara göre yaşamak, Kuranın hükmünü hayatımıza tatbik etmek,
3-Her yerde, her halde ve her meselede, mutlaka İslâm’a göre, yani İslâmca düşünmek."
Yani, itikat ve ilmihal konularını öğrendiği ve bildiği bir kısım
ibadetleri yerine getirdiği halde, ticaret, siyaset ve devlet hayatında
müşrikler gibi düşünen, olayları batılı ve cahili ölçülerle
değerlendiren bir kimse, hakikat nazarında Mümin sayılamaz.
Örneğin, beş vakit namazı imamın arkasında ve tadili erkanıyla kılan bir
insan, içinden “Camiden çıktıktan sonra, sattığım tarlanın parasını
acaba hangi bankaya yatırsam?” diye geçiriyor ve rahatlıkla faiz
yiyorsa, bu kişi islamca düşünmüyor demektir.
Müslümanca düşünmenin üç temel esası vardır:
1- Dünya hayatı, çok önemli bir imtihandır. Ahiret ise, dünya hayatının
hesabı ve imtihandaki artı ve eksi puanların karşılığıdır. Nefeslerimiz
sayılıdır, bunlar Allah yolunda harcanmalıdır. Çünkü ölüm bize, çok
yakındır.
2- İslâm Dini, Allah yapısıdır. Bunun için mükemmeldir ve tastamamdır.
Haşa, zerre kadar noksanı, fazlası ve hatası bulunmamaktadır.
3- İslâm Dini, bir bütündür. Ona bir şey katılamaz ve ondan bir şey
çıkarılamaz. Baştan sona Hak’tır, hayırdır ve hepsi, herkes için ve her
yerde lazımdır. Çünkü İslâm, dünya ve ahiret saadetinin tek ilacıdır.
*
"Ameller, niyetlerle tartılır." Yani yapılan işler ve ibadetler
niyetlere göre değerlendirilir. Neyi elde etmek istediğimiz ve neleri
gaye edindiğimiz önemlidir.
*
"Cenab-ı Hakkın, bizlerin sadece tavır ve davranışlarımızı değil, bu
hareketleri hangi maksat ve niyetlerle yaptığımızı da devamlı kontrol ve
murakabe ettiğini, Hocamız, Kanada da geliştirilen yeni bir “sürücü
ehliyeti alma” sistemiyle şöyle izah etmişti:
"Kanada da, şoför ehliyeti almak isteyenleri imtihan etmek için, özel
bir sistem ve salon hazırlanmıştır. Dışarıda, şoför olarak kendini
yetiştiren ve kazanacağına güve-nen kişi, gelip kimliğini özel bölmeye
yerleştiriyor ve giriş kapısı açılıyor. İçeride tekerleri hariç bütün
aksamı çalışır vaziyette bir araba bulunmaktadır. Sürücü adayı, arabanın
kapısını açıp direksiyona geçtiği ve kontağı açtığı a, tam karşı
duvardaki ekran özel olarak hazırlanmış bir film oynamaya başlıyor.
Sürücü, kendisini gerçek bir yol üzerinde seyrettiğini zannediyor. İniş
geliyor, yokuş çıkıyor, çeşitli trafik işâret ve levhalarıyla
karşılaşıyor şoför adayı, bütün bu durumlar karşısında en doğru olanı
yapmak ve kurallara uymak zorundadır. Çünkü, arabanın viteslerinden
frenlerine, gaz pedalından direksiyonuna kadar her şeyi bir otomatik
beyne bağlanmıştır ve özel filmdeki şartlara göre ayarlanmıştır.
Eğer doğru hareket edilmişse, dışarı çıkarken ehliyet kutuda hazır
bekliyor. Yok, yanlış hareket edilmişse, otomatik beyin boş basıyor ve
"çalış, öğren tekrar gel" diye ikaz ediyor.
Trafik komiserinin huzurunda yapılacak bir ehliyet imtihanında, adam
kayırma, rüşvet alma ve hataları imtihan komisyonunun gözünden kaçırma
gibi durumlar olabilir. Ama otomatik beyni aldatmak ve atlatmak mümkün
olmamaktadır.
İşte her hâl ve hareketimizdeki niyetimiz, ciddiyetimiz ve gayretimiz,
devamlı olarak bu otomatik beyinden bin kere hassas İlâhi bir murakabeye
(kontrol ve değerlendirmeye) tabi tutulmaktadır.
Kader ve Külli İrade:
Şimdi, kendimizi, bu ehliyet imtihanı için hazırlanmış özel arabanın ve
ekranın başına geçtiğimizi, bütün bu araçlarında bir TIR kamyonuna veya
tren vagonuna yerleştirildiğini ve Ağrı’ya doğru gittiğini düşünelim.
Biz ise, diyelim ki, Aydın’a varmak istiyoruz. Ve bu amaçla direksiyon başında çabalayıp duruyoruz.
Halbuki, bizim bütün gayretimiz ve dikkatimiz, sadece “ehliyet alabilmek
için puan kazanmamıza” yarayacak, yoksa ne trenin hızını, ne hedefini
ve ne de hareketlerini asla değiştirmeyecektir.
İşte o tren külli iradeyi, bizim ekrandaki filme göre ve trafik
kuralları çerçevesindeki gayretimiz ve gayemiz ise, cüzi iradeyi temsil
etmektedir.
* "Bir insan kendi kusur ve kabahatlerini düşündüğünde, utancından başkasının yüzüne bakmaya mecali kalmayacaktır."
* "Herhangi bir durumun oluşmasında ve gelişmesinde Müslümanların üç ayrı safhada, takınacağı, üç ayrı tavır vardır:
1- Önce emredilen ve yapılması gereken bir konuda, takatımızın sonuna kadar ceht, gayret ve her türlü esbaba tevessül,
2- Olayın meydana gelişi sırasında, korku ve telâşa kapılmadan Allaha teslimiyet ve tevekkül,
3- Sonunda ise, takdire rıza ve ortaya çıkan neticenin hakkımızdaki en hayırlı durum olduğunu kabül..." etmek gereklidir.
* "Biz bütün sebeplere tevessül etsek ve her türlü gayreti göstersek bile, Allah istediğimiz neticeyi vermeye mecbur değildir."
Ancak sebeplere tevessül edilerek ve sünnetullaha uygun hareket edilerek
yapılacak işlerin, genellikle başarıya ulaştırılması da adetullahın
gereğidir.
*
Kader konusunda, Allahın külli iradesi içinde, kulların cüzi
iradelerinin yerini ve mesuliyetini belirten, yukarıdaki doyurucu ve
çarpıcı misalini Hocam, bir de şöyle anlatmıştı:
"Emir ve yasakları içeren, teh bölgelerini gösteren trafik levhalarıyla
donatılmış, inişli, yokuşlu, virajlı bir anayol düşününüz. Siz, "araba
kullanabilir" belgesi olan ehliyetinizi almış olarak, kendinize verilen
bir vasıta ile bu yol üzerinde hareket ediyorsunuz...Trafik kurallarına
ve işaret levhalarına aykırı hareketlerden dolayı bir kaza yaparsanız,
elbette bunun sorumlusu ve suçlusu siz olacaksınız ve
cezalandırılacaksınız. Ancak, üzerinde seyrettiğiniz yolun, çok büyük ve
güçlü, ama görülmeyen muazzam bir lokomotifin üzerinde olduğunu
farzediniz.
O takdirde siz, kendi arzu ettiğiniz yere değil, yolu taşıyan o güçlü
lokomotif nereye götürürse, oraya gitmek zorundasınız ve bu neticeden
sorumlu da olmayacaksınız...
İşte ehliyet alıp, (yani Kelime-i Şehadet getirerek iman edip) yol
üzerinde araba kullanmak irade-i cüz iyeye, o görülmeyen ve her şeyi
üzerinde götüren güçlü lokomotifte irade-i külliyeye örnektir."
*
"Kelime-i şehadet getirip iman etmekle her işimiz bitmiyor, tam
aksine, kulluk imtihanımız yeni başlıyor." Yani kelime-i şehadet, bir
nevi, Kuran programıyla yapılan kulluk imtihanına, giriş belgesidir.
*
"İslâmi tebligatta muhatabımız istisnasız bütün insanlardır. Öyle ise
görüşü ve görüntüsü ne olursa olsun, davamız herkese anlatılmalı, davet
her kesime yapılmalıdır. Tebliğ ve davet bizden, hidayet Allah’tandır."
*
"Cennete girmek için, mutlaka Müslüman olmak gereklidir. Ancak bu
dünyada, Adil bir düzen’in himayesinde, huzur ve emniyet içinde yaşamak
için, sadece "insan" olmak yeterlidir."
*
"Kabir suali bir nevi kimlik tespitidir. İnsanın gerçek kimliği ve
kişiliği ise, tarafgirliği ile belirlenir. Bir insan Hakkın mı, yoksa
Batılın mı safındadır? Sorusunun cevabı oldukça önemlidir. "
*
"Cenab-ı Hakkın en sevdiği insan, sorumluluğunu bilen ve kendi
görevini en iyi şekilde yerine getiren insandır." Görevini ciddiyet ve
titizlikle yapmak “İhsan” makamıdır.
* "Biz, başkalarının değil, kendi muhasebemizi yapmak ve hesabımızı sağlam tutmakla mükellefiz."
* "Namaz dinin direği, cihat ise zirvesidir."
Cihat, huzur ve hürriyet içinde yaşanacak, temel insan haklarına saygı
duyulacak bir ortamı hazırlama gayretidir. Ülke içerisinde yapılan
ilmi-ahlaki ve siyasi hizmetlerdir. Askeri ve silahlı cihad ise, ancak
dışarıdan saldıracak düşmanlar için geçerlidir.
* "Cihad izzet ve aydınlık, gevşeklik ise zillet ve karanlıktır."
*
"Cihadın önemini şuradan anlayınız ki, meselâ namaz kılarken ateşe
düşmekte olan bir çocuğu korumak, kendisine yaklaşan yılan ve canavardan
sakınmak veya malını çalınmak ve telef olmaktan kurtarmak için, sonra
iade etmek üzere namaz terk ve tehir edilir. Yani can ve mal ile namaz
arasında bir tercih yapmak gerekirse, mal ile can, namaza tercih edilir.
Ancak mal ile canı feda etmek gerekse de, mutlaka cihada devam edilecek, hiçbir bahane ile cephe terk edilmeyecektir."
Her iki halde de, sadece İslam’ın emrine uymuş oluyoruz demektir.
*
"Şeytan, Allahın mevcudiyetini ve kudretini bildiği gibi, siyonist
Yahudi de İslam’ın canının cihat olduğunu bildiği için, bütün gücüyle
Müslümanların cihat ruhunu söndürmeye çalışmaktadır."
*
"İslâm, ancak kendi orijinal kavramlarıyla anlaşılır ve anlatılır.
Cihat; Hakkı hakim kılmak, temel insan hak ve hürriyetlerini sağlamak ve
korumak ve her türlü zulüm ve sömürü düzenlerini ortadan kaldırmak için
yapılacak hizmet ve faaliyetlerin tamamıdır. Batılıların kullandığı
manada "harp" ve "savaş" gibi kelimeler cihadı ifade edemez.
Nasıl ki "Allah" lafza-i Celâlin hiçbir dilde karşılığı
yoktur,"Tanrı-İlah" yerine kullanılan kelimelerin de, cemi (çoğulu)
vardır. Çünkü Batılılar hâla teslis (üçleme=Baba-Oğul-Meryem Ana)
seviyesinden tevhid akidesine ulaşamamışlardır.
Ve yine nasıl ki "Bereket" kavramı; artma, çoğalma gibi kelimelerle ifade etmek mümkün değildir.
Bunun gibi "Allah" CC. "Fisebilillah" (Allah yolunda, Allah için) gibi
"cihat" kelimesi de, İslâmi bir kavramdır ve cihadı başka kelimelerle
izah etmek yanlış-tır."
*
"İslâmi cihat ise, yine İslâm’a göre olmak ve bir teşkilat düzeniyle
yapılmak zorundadır. Bu da bir karargâha bağlılık ve itaati gerekli
kılmaktadır.
"Ordu demek, yapılacak işlerin belirlendiği, her işe göre münasip
görevlilerin tayin edildiği ve eğitildiği, emir-komuta disiplini ve
sorumluluk düşüncesi içerisinde, herkesin görevini en iyi şekilde yerine
getirdiği cemaat ve teşkilât demektir."
* "Acaba bu manevi ve siyasi cihat hareketi hangisidir? Elbette ki Milli Görüş cemaatidir..
Bu konuda bize itimat etmiyorsanız, Kartırdan, Moşe Dayan (Bush’tan ve
Şaron’dan) sorunuz. Onlar bu hizmet ve hareketin hangisi olduğunu size
söyleyeceklerdir."
*
"Allahın rızası, ordu içindeki zahiri rütbe ve rağbete göre değil,
üstlendiği görevi üstün bir gayret ve samimiyetle, canla-başla yapmaya
bağlıdır."
Burada ki " Ordu" dan maksat, silahlı ve askeri birlik değil, disiplinli teşkilat demektir.
*
"Batıl tarafına ve düşmanlarımıza, bizden daha çok imkân ve fırsat
verilmesi ve çok çeşitli cephelerden bize hücuma geçilmesi Müslümanlar
için bir rahmet ve fazilet sebebidir."
*
"Cüneydi Bağdadi Hazretleri ibadet ve hizmet yolunda, çeşitli zahmet
ve zorluklarla karşılaştığında seviniyor ve Allah’a şükrediyordu."
- "Rabbım’ın, işlerimi zorlaştırmasını, daha çok gayret ve metanet
göstererek, mükâfâtımın kat kat artmasını murad ettiğine işaret sayıyor
ve teselli bulu-yorum" diyordu.
*
"Asıl marifet, yük altında ve hizmet esnasında sadık ve sağlam
kalabilmektir. Yoksa, çay sohbetlerinde ve edebiyat kürsülerinde
kahramanlık satmak kolaydır."
* "İslâmi cihatta aslolan şekil değil, mana ve maksattır. Zira Bedir Harbi de, müşriklerin usül ve metodlarıyla yapılmıştır."
"Şimdi "oy ve seçim" meselesi de inananlar için, haklı davasını en uzak
köylere ve en ücra köşelere kadar ulaştırmak, devlet imkânlarını Hakkın
ve halkın hizmetinde kullanmak için bir vasıta ve fırsattır ve
değerlendirilmesi gereken bir ruhsattır."
*
"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek için mahlukatı yarattım"
mealindeki Hadis-i Kutsi’de dahi, cihadın temeli olan tebliğ ve tanıtma
esasına işaret edilmektedir."
*
"İslâmı ise, bütünüyle (tüm kurum ve kurallarıyla) tebliğe memur ve
mecburuz. Zira, İslamın bir kısmı İslâm değildir. İslam “silm” kökünden
bütün insanlık için barış dini ve bereket düzeni demektir."
*
"İmanla küfür bir kalpte birleşmez ve barışmaz. Her gece en son
kıldığımız vitir namazındaki kunut duasını okurken, Allah’a şu sözü
vermeden başımızı yastığa koymuyoruz:
"Ya Rabbi, facir ve fasık kimselerle bütün bağlarımızı kestik ve Senin dinini yıkmak isteyenleri terk ettik." diyoruz...
Facir; itikâdı bozuk, görüşü batıl olan kişilerdir,
Fasık ise, ameli bozuk, ahlâkı berbat kimseler demektir.
Acaba biz müslümanlar, Allah’a verdiğimiz bu sözü tutuyormuyuz?
*
"Faraza, bir zaman tünelinden geçirilip, asrı saadet dönemine ve Bedir
tepesine bırakılan kimse, bir tarafta Aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz,
arkasında iman ordusu, karşı tarafta ise, Ebu Cehil lain ve küfür
ordusu olduğu halde, Bedir harbinin yapıldığını görse;
1-Hangi bahane ile olursa olsun, Ebu Cehil’in safına katılsa, ona arka çıksa ve alkışlasa küfrünü izhar etmiş olur.
2-Veya, "Allah, Hakka yardım etsin" deyip, hiçbir tarafa tabi ve taraf
olmadan yerinde otursa, o zaman da münafıklığını ispat etmiş sayılır.
Zira, bu söz "Hangi taraf haklı, pek bilemiyorum, Hz. Muhammed’in
haklılığından da şüphe ediyorum" anlamına gelir.
3-Şayet bu manzara karşısında "Ya Rabbi, Resulüne ve ashabına yardım et"
şeklinde dua etmekle yetiniyor ve yerinde duruyorsa, bu halde de fasık
(günahkâr ve gayretsiz) bir Müslüman olduğu ortaya çıkar.
4-Yok eğer, bu durumu görür görmez "Resulüllah’ın ayağına diken
bata-cağına benim gözüme ok saplansın" diyerek yerinden fırlıyor ve
bağırsakları çalı-lara takılsa bile İslam’ın safına katılmak ve Allah
yolunda vuruşmak üzere koşuyorsa, o takdirde gerçek bir mümin olduğunu
kanıtlamış olur."
*
" Hak bir olduğu gibi, küfür de görünüşte dağınık ve çeşitli olsa da
ger-çekte o da tek bir karargâha, yani Siyonizme bağlıdır." Bizde "Baş
başa, baş Allaha" bağlı Siyonizmde ise "baş başa, baş şeytana bağlı"
prensibi geçerli olmaktadır.
* "Bazı sapık Yahudilerin dünyaya hakim olma plan ve politikalarına Siyonizm denir."
"Siyonizm’i bir timsaha benzetirsek, bu timsahın üst çenesi Kominizm,
alt çenesi Kapitalizm’dir. (Bütün hayvanların alt çenesi hareket ettiği
halde, timsahın ise üst çenesi hareketli olduğu için, onu misal
veriyorum) Bu iki çenenin (Komünizm ve Kapitalizmin) çarpışır
görünmeleri düşmanlıklarından değil, aralarına giren avlarını ezmek ve
gövdeyi (Siyonizmi) beslemek içindir."
"Bugün artık Kominizm tamamen iflas etmiş ve çökmüş, Kapitalizm de
içinden çürümüş ve yakında çökmeye ve çözülmeye mahkûm hale gelmiştir."
* "Nato ve Varşova Paktları İslam’a karşı yeni bir Haçlı orduları şeklinde birleşmiştir."
* "Dünyayı ezen sömürü canavarının beyni Siyonizm, kalbi Haçlı Avrupa, sağ kolu Amerika, sol kolu Rusya’dır."
* "Asrımızdaki zulümlerin baş sorumlusu olan Siyonizm ve küfür cephesi de gelişmiş ve güçlenmiştir."
Çünkü Allah-u Teala yalnız müminlerin değil, cümle alemlerin ve bütün
in-sanların Rabbidir. Cenab-ı Hak, Penisilinin bulunmasıyla mikropların
kabuğunu kalınlaştırdığı gibi, yaptıkları zulüm ve melanetlere karşılık
haklı olarak bütün insanlığın nefretini kazanan, toplu hakaretlere maruz
kalan ve her yerden kovulan mel’un Siyonistlere de, binlerce yıllık
sabır, gayret ve azimlerinin karşılığını vermiş ve geçici bile olsa,
dünyada gizli sömürü saltanatını kurmalarına müsaade etmiştir."
"Mikroplara karşı, antibiyotik olarak ilk bulunduğu dönemde, 5 -10 ünite
yazılan penisilin, mikropları öldürmeye yetiyordu. Ancak mikroplar da
belli maksatları icra etmek için vazifeli yaratıldıklarından, insanoğlu
penisilini bulunca, bu sefer Cenab-ı Hak mikropların kabuğunu
kalınlaştırdı ve penisiline karşı direncini artırdı. Bunun üzerine
penisilinin dozu giderek artırılarak yüz, bin, on bin... derken bugün
milyonlarca üniteye ulaşmıştır. Yani penisilinin bulunmasından sonra,
mikropların kabuğu öylesine kalınlaşmış ve direnci öylesine artmıştır
ki, 60-70 yıl önce 10 vuruşla ölen bir mikrobu, bugün öldürmek için bir
milyon kere vurmak gerekmektedir.
İşte dünya Siyonizmi ve küfür dahi, geçen zaman içinde öylesine gelişmiş
ve güçlenmiştir ki bu iman ve insanlık mikroplarını tesirsiz hale
getirmek için de, o nispette gayret, ciddiyet ve kuvvet gerekmektedir."
* Peki, " Neden şu an siyonistler hakim, biz mahkûmuz?"
1- Siyonistlerin batıl da olsa, kendi davalarına inancı bizden fazla olduğu için..
2- Onların şeytani gayeleri uğrunda ki gayreti ve cihadı, bizden üstün olduğu için.."
Siyonist emeller taşımayan, ülkemiz aleyhindeki faaliyetlere karışmayan,
başkalarını ezmeyi ve sömürmeyi amaçlamayan, dürüst ve sade yahudilere
karşı hiçbir düşmanlığımız söz konusu değildir. Biz, temel insan
haklarına saygı çerçevesinde, herkesle birlikte ve barış içersinde
yaşamaya hazırız ve razıyız.
"Evet, hayat; iman ve cihattır" Bu iki değer ve dinanizme, kim sahip olursa, zaferi onlar kazanacak ve üste çıkacaktır.
*
" İstanbul’un fethini müjdeleyen, Sultan Fatih’i ve askerini öven
hadis-i şerif, bize cihatla ilgili şu esasları ders vermektedir.
1- İstanbul’un mutlaka ve kesinlikle fethedileceğini haber vererek,
he-defe varmak ve zafere ulaşmak için, tam bir iman, azim ve ümit sahibi
olmamız hususuna,
2- Fetih ve zafer için, mutlaka ehil ve emin bir komutanın lüzumuna,
3- O komutanın da, askersiz olamayacağına, ordu düzeni ve disiplinine
girmeyen kalabalıkların zafere ulaşamayacağına işaret etmektedir."
Sonuç: "Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin filleri, sahiplerini ezdiği
gibi, bugün zalim devletlerin uçak, gemi ve tank filoları da yakında
biri birini ezecek ve kendi sahiplerini yiyecektir."
Ve artık vakit tamamdır.
*
Biz Refah Partisi olarak, sadece Türkiye’deki 60 milyon memleket
evladının değil, birbuçuk milyar İslam Aleminin ve yeryüzündeki 6 milyar
insanın hepsinin saadeti bakımından ne kadar büyük bir sorumluluk
taşıdığımızı biliyoruz. Kazakistan’daki insan da saadetini Refah
Partisi’nin iktidara gelmesinden bekliyor. Cezayir’deki insan da
saadetini Refah Partisinin iktidara gelmesinde bekliyor.
* D-8’lerin bayrağında 6 temel ilkeyi sembolize eden altı yıldızın anlamlan şunlardır:
1. Savaş değil, barış
2. Çatışma değil, diyalog
3. Çifte standart değil, adalet
4. Üstünlük değil, eşitlik
5. Sömürü değil, işbirliği
6. Baskı ve tahakküm değil, insan haklan hürriyet ve demokrasi
Bu prensipler sadece D-8’lerin kendi prensipleri değil, Yeni Bir Dünyanın kurulmasının da temel esaslarıdır.
*
«Sizin kökünüzde ne yatar» deni-yor. İşte bizim kökümüzde ne
yattığının açık cevabını veriyorum. Bizim kökümüzde bu Cumhuriyetin
kökünde yatan yatıyor, bizim kökümüzde Seyit Çavuşun imanı yatıyor. (MSP
ve AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.) Bizim kökümüzde
Sakarya’nın imanı, bizim kökümüzde bin yıllık tarihin 50 milyon şehidin
inancı yatıyor
Bizim kökümüzde şehidi şehit yapan, gaziyi gazi yapan manâ yatıyor Ya
sizin kökünüzde ne yatıyor? (MSP ve AP sıralarından «Bravo» sesleri,
alkışlar.)
* Türkye’de farmasonluk, siyonistlik, komünistlik ve şahsiyetsizlik saltanatı mutlaka yıkılacaktır.
* Siyasi ve iktisadi sömürüye, rüşvete ve adam kayırmaya, milli kültür düşmanlığına, zümre saltanatına, anarşiye son vereceğiz.
*
Avrupa kültürü ile er yada geç hesaplaşacağız. Bundan kurtuluş yok. Biz
kararımızı bu hesaplaşmaya göre vermek durumundayız. Biz batılı
değiliz. Biz avrupalı değiliz. O zaman hesabımızı ve çalışmalarımızı bu
farklılık üzerine yoğunlaştırmak durumundayız.
*
Yeryüzünün en ideal insanlar, en aydın en ilerici insanlar şüphesiz
müslümanlardır. Müslüman olmak zaten bu dünyadaki en büyük ayrıcalıktır.
*
İster batı, ister doğu, yani ister kapitalizm ister komünizm; hangi
sistem olursa olsun artık ahir ömürlerini yaşamaktadırlar. Bizim meşhur
misalimizle heryerde söylediğimiz gibi ne yaparsa yapsınlar; hangi
oyunları oynarlarsa oynasınlar hepsi yok olup gideceklerdir. Ve Allah
nurunu onlar istesede istemesede tamamlayacaklardır.
* Ben kesinlikle inanıyorum ki önümüzdeki yıllarda bütün dünyada en gür sada hakkın ve hakka inananların olacaktır.
*
Zaman üzerine faizle alınan bir borcun nasıl ödeneceğinin eğrisi
çizildiği takdirde, bu eğrinin bir üstel fonksiyon olduğu görülür. Bu
eğriyi çizerseniz ilk başta hafif hafif gittiği ama belli bir noktaya
geldikten sonra birden bire yukarıya fırladığını görürsünüz. Bu durum
her üstel fonksionun tabii halidir. Mesela; motorlardaki patlama bu
espiriye uygun bir olaydır. Bir motor oksijenle yakıt molekülleri
arasındaki kimyasal reaksiyon önce yavaş yavaş başlar. Fakat bir süre
sonra patlama meydana gelir. Sosyal olayların yapısıda üstsel fonksiyona
uygundur. Faiz olayı da böyledir.
* Bugün İslam’ın evrenselliğini ve herkes için saadet nizamı olduğu hemen hemen bilmeyen kalmamış gibidir.
* Bizlerin yapması gereken yalanla ve çirkinlikle uğraşmak değil, doğru ve güzel olanla uğraşmaktır.
*
İslam en yücedir ve ondan yüce hiçbir şey yoktur. Bu geçek peygamber
hadisiyle ve Allahın kitabıyla hükümleşmiştir. Bunda tartışma olmaz. Bu
tür iddia ve ithamlarda bulunanları ben iki kısma ayırıyorum. Biri,
kendilerine İslami tebliğin ulaşmadığı insanlar, diğeri ise İslam’ın
yüceliğini bildikleri halde ona dil uzatan ve onu bilerek gericilikle eş
gören kalpleri mühürlü insanlar.
*
İçeride irtica, dışarıda fundamantalist gelişmeler denilerek işte bu
insanlığı kurtarıcı SAADET NİZAMINDAN insanımız uzaklaştırılmak
istenmiştir.
Ey Milli Görüşçüler..
Bizim yaptığımız cihattır, onun için bir kenarda duramayız.
Zor bir yolda yürümek mecburiyetinde olan
insanlar, yolda yürümeye başlamadan önce, gönüllerinde ve zihinlerinde
yürümek ve yol almak zorundadırlar. Evvela, `Bu yolu ben nasıl aşarım?`
korkusundan kurtularak yola çıktıklarında görürler ki, yol zor da olsa
bir müddet sonra aşılmış yürünmüş ve hedeflenen yere gidilmiştir İşte o
zaman, insanların yüreklerinde, aslında yolun zannedildiği kadar
zahmetli olmadığına ve bütün sıkıntılı yolların aşılabileceğine dair bir
iman doğar.
"Sadık Milli Görüşçüleri ayakta tutan, maruz
kaldıkları her türlü haksızlık ve saldırılara rağmen mücadele yolundan
alıkoymayan; onların hesap gününe olan sağlam imanları, ahireti ve
Rıza-i İlahiyi öne almaları ve ilahi adalete olan sarsılmaz güven
duygularıdır."
"Dünya Siyonizm`in eline bırakılamaz ve insanlığı bu siyonistlerin elinden kurtarmak vazifesi de Milli Görüş`e düşmektedir"
"Siz bir davaya inanmışsanız kenarda durmak nasıl
olur? Herkes namaz kılacak siz seyredeceksiniz öyle mi?.. Bizim
yaptığımız cihattır ve bir insanlık vazifesidir, onun için bir kenarda
duramayız..."
"Canla Başla çalışacağız. 75 milyona gerçeği
anlatacağız ve tatlı bir şekilde, şefkatle bu işi beceremeyenlerin
elinden devletin ve milletin idaresini Milli Görüş`e intikal ettirmek
suretiyle tarihteki şerefli yerimizi alacağız. Buna nasıl İstiklal
savaşını yaptıysak bugünde ihtiyacımız var."
"Bizim hedefimiz tüm insanlığın saadeti.
Bu sebepten bizim niyetimiz önemli, eğer Allah`ın rızası için çalışıyorsak o zaman sorun yok, ecrini ahirette alacağız
Allah`ın izniyle... Bu yüzden Milli Görüşçüler her zaman kazanıyor ama bu dünyada ama ahrette. "
"Herhangi bir durumun oluşmasında ve gelişmesinde Müslümanların üç ayrı safhada, takınacağı, üç ayrı tavır vardır:
1- Önce emredilen ve yapılması gereken bir konuda, takatımızın sonuna kadar ceht, gayret ve her türlü esbaba tevessül,
2- Olayın meydana gelişi sırasında, korku ve telâşa kapılmadan Allah`a teslimiyet ve tevekkül,
3- Sonunda ise, takdire rıza ve ortaya çıkan neticenin hakkımızdaki en hayırlı durum olduğunu kabul etmek gereklidir."
Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan diyor ki...
Milli Görüşçü asla vazgeçmez *Fırtınalara yön veren kelebeklerin kanat çırpışıdır.
*Bizim davamızda kimse kendi için yaşamaz, Herkes kardeşi için yaşar. Menfaati Öldürmenin en kolay yolu budur.
*Namaz dinin direği cihad ise zirvesidir. Biz siyaset değil cihad yapıyoruz.
*Müslüman Hakkın hâkimiyeti için `motor`, Şerrin yok olması için `fren` olma görevlisidir.
*Hakk`ı üstün tutmak her zaman saadet getirir.
*Milli Görüş; bu milletin inancıdır, tarihidir, kimliğidir, ruh köküdür.
*İman varsa imkânda vardır, Milli Görüşçü asla vazgeçmez.
*Bir çiçekle bahar olmaz. Ama Her bahar bir çiçekle başlar...
*Kelime-i şahadet getirip iman etmekle her işimiz
bitmiyor, tam aksine, kulluk imtihanımız yeni başlıyor. Yani kelime-i
şahadet, bir nev`i, Kur`an programıyla yapılan kulluk imtihanına, giriş
belgesidir.
*İslâmi tebligatta muhatabımız istisnasız bütün
insanlardır. Öyle ise görüşü ve görüntüsü ne olursa olsun, davamız
herkese anlatılmalı, davet her kesime yapılmalıdır. Tebliğ ve davet
bizden, hidayet Allah`tandır.
ALLAH`A KUL OLMAYAN DAVASINA ER OLAMAZ
*Aşk, azim ve Millî Görüş tekeden bile süt çıkarır.
*CİHAD: Kur`an nizamını kurmak ve yürütmek için var gücümüzle çalışmaktır.
*Biz seçimler için değil, gelecek nesiller için çalışıyoruz.
*Biz mantar zihniyetli değiliz, biz çınar ağacıyız.
*Herkes Milli Görüşçü`dür ama farkında değildir.
*Allah`ına kul olmayan davasına er olamaz.
*Hak`kın tesisi için çalışmamakla Batıl`ın hâkimiyeti için çalışmak arasında fark yoktur...
* Akıl; `şunlar, şunlar doğru ise, şunlar da
doğrudur` şeklinde bir mukayese ve muhakeme (karşılaştırma ve karar
verme) kabiliyetidir. İslamsız akıl, tek başına ilk ve mutlak doğruları
bilemez, hayır ve şerri tayin edemez.
İslamsız bütün nimetler ve saadetler eksiktir ve
yetersizdir. Bu nedenle "Bugün dininizi ikmal ettim ve nimetlerimi
tamamladım" ayeti en son indirilmiştir.
* Akıl, bir temyiz (iyiyi kötüden seçip ayırma) yeteneğidir.
* Akıl; imanın ve İslam`ın emrinde en büyük nimet, nefsin ve şeytanın elinde ise, sebebi felâkettir.
Hırsız en çok kimden korkar?
Hırsız en çok ev sahibinden korkar.
Herhangi bir durumun oluşmasında ve gelişmesinde Müslümanların üç ayrı safhada, takınacağı, üç ayrı tavır vardır:
1- Önce emredilen ve yapılması gereken bir konuda, takatimizin sonuna kadar ceht, gayret ve her türlü esbaba tevessül,
2- Olayın meydana gelişi sırasında, korku ve telâşa kapılmadan Allah`a teslimiyet ve tevekkül,
3- Sonunda ise, takdire rıza ve ortaya çıkan neticenin hakkımızdaki en hayırlı durum olduğunu kabul etmek gereklidir.
* Müslümanca düşünmenin üç temel esası vardır:
1- Dünya hayatı, çok önemli bir imtihandır. Ahiret
ise, dünya hayatının hesabı ve imtihandaki artı ve eksi puanların
karşılığıdır.
Nefeslerimiz sayılıdır, bunlar Allah yolunda harcanmalıdır. Çünkü ölüm bize, çok yakındır.
2- İslâm Dini, Allah yapısıdır. Bunun için
mükemmeldir ve tastamamdır. Hâşâ, zerre kadar noksanı, fazlası ve hatası
bulunmamaktadır.
3- İslâm Dini, bir bütündür. Ona bir şey katılamaz
ve ondan bir şey çıkarılamaz. Baştan sona Hak`tır, hayırdır ve hepsi,
herkes için ve her yerde lazımdır.
Çünkü İslâm, dünya ve ahiret saadetinin tek ilacıdır.
* Şu dünyaya gönderiliş gayemiz olan kulluk imtihanını başarabilmek için, üç tane temel ve birbirini tamamlayan esas vardır:
1- Her şeyden önce İslâmı öğrenmek, İslâmın her konudaki emrini bilmek,
2- Öğrendiğimiz İslâmi esaslara göre yaşamak, Kuranın hükmünü hayatımıza tatbik etmek,
3- Her yerde, her halde ve her meselede, mutlaka İslâm`a göre, yani İslâmca düşünmek.
Yani, itikat ve ilmihal konularını öğrendiği ve
bildiği bir kısım ibadetleri yerine getirdiği halde, ticaret, siyaset ve
devlet hayatında müşrikler gibi düşünen, olayları batılı ve cahili
ölçülerle değerlendiren bir kimse, hakikat nazarında Mümin sayılamaz.
* Milli Görüş çağdaş bir medeniyet projesidir.
Milletimizin kendi görüşüdür. Sultan Fatih`in İstanbul`u feth ederken
kalbindeki inanç ne ise Milli Görüş odur.
Bizim milletimiz bin yıl Milli Görüş ile dünyaya hâkim oldu. Bugün de bütün dertlerimizin ilacı MİLLİ GÖRÜŞ`TEDİR.
Bütün gücüyle ve tüm imkanıyla inandığı Hak
yolunda çalışarak manen ve maddeten kalkınmış `Yeniden Büyük
Türkiye`nin` kurtulmasında insanlığın özlediği medeniyetin tesisinde ve
bütün insanların Refah, Saadet ve Selamete ulaşması yolunda hizmeti
geçenlere NE MUTLU
Yorumlar -
Yorum Yaz