( يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ - اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلأَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاۤءَ بِنَاۤءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَكُمْ فَلاَ تَجْعَلُوا ِاللهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ) 1 Yani, “Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takvâ mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki, arzı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semâdan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyleyse, Allah’a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka mâbud ve hâlıkınız yoktur.” MUKADDEME Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir. Evet, Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hale, âlem-i İslâmın hâl-i hazırdaki vaziyeti şahittir. Ve keza, ibadet, dünya ve âhiret saadetlerine vesile olduğu gibi, maaş ve maâde, yani dünya ve âhiret işlerini tanzime sebeptir ve şahsî ve nev’î kemâlâta vasıtadır ve Hâlık ile abd arasında pek yüksek bir nisbet ve şerefli bir rabıtadır. İbadetin dünya saadetine vesile olduğunu izah eden cihetler: Birisi: İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve lâtif bir mizaç ile yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ, insan, en müntehap şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister. Şu meyillerin iktizası üzerine, yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini istediği gibi, güzel bir şekilde tedarikinde çok san’atlara ihtiyacı vardır. O san’atlara vukufu olmadığından, ebnâ-yı cinsiyle teşrik-i mesai etmeye mecbur olur ki, herbirisi, semere-i sa’yiyle arkadaşına mübadele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler. Fakat insandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye Sâni tarafından tahdit edilmediğinden ve insanın cüz-ü ihtiyarîsiyle terakkîsini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelâtta zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-i insaniye, çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır. Lâkin her ferdin aklı, adaleti idrakten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler, o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır. Sonra, o şeriatın tesirini, icrasını, tatbikini temin edecek bir merci, bir sahip lâzımdır. O merci ve o sahip de ancak peygamberdir. Peygamber olan zâtın da, zahiren ve bâtınen halka olan hâkimiyetini devam ettirmek için, maddî ve manevî bir ulviyete ve bir imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi, Hâlık ile olan derece-i münasebet ve alâkasını göstermek için de bir delile ihtiyacı vardır. Böyle bir delil de ancak mu’cizelerdir. Sonra, Cenâb-ı Hakkın emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkıyadı tesis ve temin etmek için, Sâniin azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır. Bu tesbit de, ancak akaid ile, yani ahkâm-ı imaniyenin tecellîsiyle olur. İmanî hükümlerin takviye ve inkişaf ettirilmesi, ancak tekrar ile teceddüd eden ibadetle olur. İkincisi: İbadet, fikirleri Sâni-i Hakîme çevirttirmek içindir. Abdin Sâni-i Hakîme olan teveccühü, itaat ve inkıyadını intaç eder. İtaat ve inkıyad ise, abdi intizam-ı ekmel altına idhal eder. Abdin intizam altına girmesiyle ve nizama ittibâ etmesiyle, hikmetin sırrı tahakkuk eder. Hikmet ise, kâinat sahifelerinde parlayan san’at nakışlarıyla tebarüz eder. Üçüncüsü: İnsan, santral gibi, bütün hilkatın nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevâmis-i İlâhiyenin şualarına bir merkezdir. Binaenaleyh, insanın, o kanunlara intisap ve irtibat etmesi ve o namusların eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, umumî cereyanı temin etsin. Ve tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da, ancak o emir ve nevâhîden ibaret olan ibadetle olur. Dördüncüsü: Emirleri imtisal, nehiylerden içtinap etmek sayesinde, bir fert, heyet-i içtimaiyede çok mertebelerle nisbet peyda eder ve alâkadar olur. Bilhassa ahkâm-ı diniye ve mesalih-i umumiye hususunda, bir fert, bir nevi hükmüne geçer. Yani, pek çok hukuklar, haysiyetler, irşadlar, tâlimler, ıslahlar gibi vazifeler, bir şahsa yüklenir. Eğer o emri imtisal, nevâhîden içtinap eden o şahıs olmasa, o vazifeler tamamen pâyimâl olur. Beşincisi: İnsan, İslâmiyet sayesinde, ibadet saikasıyla bütün Müslümanlara karşı sabit bir münasebet peyda eder ve kavî bir irtibat ve bağlılık elde eder. Bunlar ise, sarsılmaz bir uhuvvete, hakikî bir muhabbete sebep olur. Zaten heyet-i içtimaiyenin kemâline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir. İbadetin şahsî kemâlâta sebep olduğunun izahı: İnsan, cismen küçük, zayıf ve âciz olmakla beraber, hayvanattan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor. Ve pek büyük bir istidada mâliktir. Ve hasredilmeyecek derecede meyilleri vardır. Ve gayr-ı mütenahi emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardır. Ve gayr-ı mahdud şeheviye ve gadabiye gibi kuvveleri vardır. Ve öyle acaip bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün envâ ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır. İşte, böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir. İstidatlarını inkişaf ettiren, ibadettir. Meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir. Emellerini tahakkuk ettiren, ibadettir. Fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibadettir. Şeheviye ve gadabiye kuvvelerini had altına alan, ibadettir. Zahirî ve bâtınî uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir. İnsanı, mukadder olan kemâlâtına yetiştiren, ibadettir. Abd ile Mâbud arasında en yüksek ve en lâtif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemâlât-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münasebettir. İhtar: İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar. Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :1 : Bakara Sûresi, 2:21-22. | Lügatler : abd : köle, kul âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen adalet : hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırma addetmek : saymak âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat ahkâm-ı diniye : dinin hükümleri, esasları ahkâm-ı imaniye : iman esasları akaid : inanç; iman esasları akaidî : inançla ilgili, iman esaslarıyla ilgili alâkadar : alâkalı, ilgili âlem-i İslâm : İslâm âlemi, dünyası arz : dünya azamet : büyüklük, yücelik bâtıl : boş, faydasız bâtınen : içte (kalplerde ve gönüllerde) bâtınî : görünmeyen, iç binaenaleyh : bundan dolayı burhan : sarsılmaz, mantıkî delil cemaat-i insaniye : insan toplulukları Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah cereyan : akım, gidişat cihet : taraf, yön cüz-ü ihtiyarî : insandaki seçim gücü, irade delil : işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen gayeye ulaştıran şey derece-i münasebet ve alâka : ilgi ve irtibat derecesi deveran etme : dönme ebna-yı cins : aynı cinsten olanlar, insanlar emel : arzu, istek envâ : çeşitler, türler fıtrat : yaratılış fihriste : özet, öz gadabiye : öfkeye ait gayr-ı mahdud : sınırsız gayr-ı mütenahi : sonu olmayan, nihayetsiz hacet : ihtiyaç had altına alma : sınırlama, sınır içine alma hakikî : gerçek hâkimiyet : yöneticilik, hükümranlık Hâlık : her şeyi yaratan Allah hâl-i hazır : şimdiki hal hasretmek : sınırlandırmak, ait kılmak; bir hükmü yalnızca bir şeye, veya bir şahsa vermek haysiyet : itibar, özellik hayvânât : hayvanlar heyet-i içtimâiye : toplumsal yapı, sosyal toplum hikmet : fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve san’atlı yaratılması hilkat : yaratılış ıslah : düzeltme, iyileştirme icra : yürütme, yerine getirme içtinap etmek : kaçınmak idrak : anlamak, bilmek ihlâs : içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme ihtar : hatırlatma, ikaz iktiza : gerektirme illet : asıl sebep, maksat imtisal : emre uyma, boyun eğme imtiyaz : üstünlük, farklılık, ayrıcalık inbisat : genişleme, yayılma inkıyad : boyun eğme, itaat etme inkişaf ettirme : geliştirme intaç etmek : sonuç vermek intisap : bağlanma, mensup olma intizam : düzen, tertip intizam-ı ekmel : çok mükemmel düzen, disiplin irşad : doğru yolu gösterme irtibat etme : bağlı olma, bağlanma istidad : kabiliyet, yetenek istifade : faydalanma, yararlanma ithal etme : içine dahil etme, katma, sokma ittiba etmek : tabi olmak, uymak izah etmek : açıklamak izale etmek : gidermek, ortadan kaldırmak kavî : güçlü, kuvvetli kemâl : mükemmellik, olgunluk kemâlât : mükemellikler, faziletler, iyilikler kemâlât-ı beşeriye : insana ait mükemmellikler, faziletler, iyilikler keza : bunun gibi kuvve : duygu kuvve-i akliye : akıl duygusu; zararlı ve yararlı şeyleri ayırt etme duygusu kuvve-i gadabiye : öfke duygusu; zararlı şeyleri defetme, uzaklaştırma duygusu kuvve-i şeheviye : şehvet duygusu; yararlı şeyleri elde etme duygusu küllî : büyük, kapsamlı, fertleri içine alan lâkin : fakat, ama lâtif : ince, hoş, güzel lisan-ı hal : hâl dili maâd : dönüş, varış yeri, âhiret maaş : kazanma yeri ve zamanı; dünya hayatı mâbud : kendisine kulluk edilen maişet : geçim, yaşayış mâlik : sahip meleke : alışkanlık, kabiliyet merci : başvurulacak yetkili makam mesalih-i umumiye : genele ait menfaatlar, yararlar meyil : eğilim, istek, arzu misil : eş, benzer mizaç : huy, tabiat, yaratılış mu’cize : Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey muamelât : karşılıklı davranışlar, ilişkiler muhabbet : sevgi muhalefet : aykırılık, zıtlık mukaddeme : başlangıç, giriş mukadder : takdir olunmuş; belirlenmiş mübadele : karşılıklı değiştirme, değişim mümtaz : seçkin, üstün münasebet : bağlantı, ilişki müntehap : seçilmiş, seçkin müreccih : tercih ettiren sebep müstesnâ : seçkin, benzeri olmayan nehiy : yasaklama nevâhî : yasaklar nevâmis-i İlâhiye : Allah’ın kanunları nevi : çeşit, tür nev'î kemâlât : mükemelliklerin, faziletlerin türü, çeşiti nisbet : bağ nizam : düzen, kanun pâyimâl : çiğnenmiş, ayak altına alınmış peyda etmek : meydana gelmek. oluşmak Rab : her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah rabıta : bağ saadet : mutluluk saika : sebep, sevk etme sair : diğer, başka Sâni : herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah Sâni-i Hakîm : her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah sema : gök semere : meyve; netice, sonuç semere-i sa’y : çalışmanın meyvesi, emek ürünü, neticesi şeheviye : şehvete ait şeriat : Allah tarafından bildirilen İlâhî hükümlerin hepsi, İslâmiyet şerîk : ortak şua : ışık, parıltı tabakat-ı âlem : âlem tabakaları tahakkuk : gerçekleşme tahdit : sınırlama takvâ : Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma takviye : güçlendirme talim : öğretme, eğitme tanzim : düzenleme tatbik : uygulama tebarüz etmek : ortaya çıkmak, görünmek teceddüd : yenilenme, tazelenme tecellî : görünme, yansıma tedarik : elde etme temessük etmek : tutunmak, yapışmak temin etmek : sağlamak temyiz : ayırıp üstün kılma tenzih etmek : temizlemek, arındırmak terakki : ilerleme, yükselme terbiye : belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma tesviye etme : ihtiyacı giderme, düzenleme, halletme teşrik-i mesai : ortak çalışma, işbirliği teveccüh : yönelme tevsi’ : genişletme, yayma uhuvvet : kardeşlik ulviyet : yücelik umumî : genel uzuv : organ, cihaz vakta ki : ne vakit ki…, ne zaman ki vâsıl olmak : ulaşmak vasıta : araç, sebep vuku : meydana gelme, olma vukuf : birşeyi etraflıca bilme, öğrenme vücud-u vahdet : Allah’ın varlığı ve birliği zahiren : dışta (insanlar üzerinde) zahirî : dış görünüşe ait ziynetli : süslü |