14 Ağustos 2009 14:51
SERGÜL VURAL : 1964 de Kayseri’de doğdu. İlköğrenimini Bilecik’te, liseyi Erzincan’da bitirdi.
1995 yılında Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi lisans
bölümünden mezun oldu. 1997 yılında özel bir araştırma şirketinin
Kayseri temsilciliğini yürütmeye başladı. Anadolu İlim ve Edebiyat
Eserleri Sahipleri Meslek Birliği (ANASAM) yönetim kurulunda iki dönem
görev aldı. Şair, Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olup; evli ve iki çocuk
annesidir.
Kendine özgü bir yeteneğe sahip olan Sergül Vural; şiiri, hayatın
kendisi olarak kabul eder. Olgun ve derin bir duygu yoğunluğuyla yeni
anlatım biçimleri arayarak, farklı yorumlara uygun gerçeklikte şiirler
yazar. Temaları genellikle şahsi duyarlılıkların ürünüdür. Üretme
gücünün kullanılması yoluyla zengin çağrışımlı kelimeler seçer.
Şiirleri çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. (Kaynak: ANASAM
şair ve yazarlar sözlüğü, geçit yayınları KAYSERİ, Nurkal Kumsuz, TEMMUZ
2003)
ESERLERİ: Naz Çiçeğim (2002, şiir), Bir Günde Dört Mevsim (2006, şiir),
İncesu'dan Sesleniş (2006) adında bir antoloji kitabı bulunmaktadır
11 ve 14 hece veznine göre şiirler yazan şairin şiirlerinde sade ve anlaşılır bir dil kullandığı, anlatımının akıcı olduğu gözlenmektedir. Aruz vezninde şiirler de yazan şairin şiirlerinde görülen temel fikir, beşeri ve ilahi aşk, anne, hasret, ayrılık, özlem, tarih, manevi değerleri övmedir. Şairin duygu ve düşüncelerini anlatmak için süslü kelimeleri çok sık kullanmaz. Arapça ve Farsça kelimeler kullandığı görülmektedir. Taşlama türü şiiri de vardır. Şiirlerinde görülen şiir dili güçlü ve zengindir. Şiirde biçim, anlatım, kurgu okuyucuyu sürükleyecek özellikler taşır.
SÜVEYDA
Kalbimdeki basiret ve olgunluk beneğim,
Ne olursun tut beni tut belimden süveyda.
Sen gözümün bebeği, sen ki sevda meleğim,
Dehlizlere düşmeden tut elimden süveyda.
Şu kararan kalbimin kardan beyaz noktası,
Kim demiş kara diye sen ki sevda ustası?
Sana kara diyenin mürekkebi, hokkası,
Dökülmesin üstüme tut kolumdan süveyda.
Mehtabın yansıması, kara değil ak yüzlüm,
Nasıl ısıttın nasıl, güneşe hasret özlüm?
Yakıyorsun gönlümü kömürden kara gözlüm,
Sönmesin bu yangınım tut selimden süveyda.
Gönül payitahtıma vekil kıldım seni ben,
İster yaşat sevdanla, öldür beni istersen,
Yeter ki hiç dokunma ateş oluyor bu ten,
Yüzüyorum alevde tut salımdan süveyda.
Uykuyla uyanıklık arasında bir yerde,
Sıkışıp kalmaktayım nedense her seferde,
Kurtarmak için beni, haydi haykır “yeter” de,
Baharlarım kaçıyor tut dalımdan süveyda.
Mısralarım tutuklu dudaklarım kilitli,
Açılmayan kapılar açılmaya niyetli,
Anahtarım sendedir bu can sana akitli,
Dökülsün gönül sesim tut dilimden süveyda.
Geçti rahvan saatler tutamadım dünümü,
Bırakma tuzaklara set ol da kes önümü,
Yardım et ne olursun kurtarayım günümü,
Esiyorum gün be gün tut yelimden süveyda.
Sergül VURAL
“SÜVEYDA” ŞİİRİNİN TAHLİLİ
A-DİL: Şiirde kullanılan dil sade ve anlaşılır bir dildir. Kullandığı dil yapısıyla her dönem okunabilir bir özelliğe sahiptir.
2- ZAMAN: Şiirde
tüm zamanları kapsayan geniş bir özellik vardır. Tanrı aşkıyla yanan
bir insanla karşı karşıyayız. Tanrı’dan ve O’na olan bağlılıktan uzak
geçen bir zamanı sarsıntısız, rahat geçen zaman olarak değerlendiren ve
bundan rahatsızlık duyan bir insan vardır karşımızda. Geçen zaman da
kalbini saran Tanrı aşkı yoktur. Hâlbuki içinde bulunduğu zamanda
kalbini saran bir aşk vardır. Bunun adı kara sevdadır. Geçen zamanda bu
sevdadan habersiz olan kalbi, şimdi bunun için üzülmekte ve pişmanlık
duymaktadır. Bunu da “Geçti rahvan saatler tutamadım dünümü,”
mısralarında dile getirmektedir. Şair, içinde bulunduğu zamanı
değerlendirmek niyetindedir. Bu zaman Tanrı aşkıyla dolu olan zamandır.
O’nun için harcanmayacak zaman, O’nun adı için yapılmayacak her beşeri
iş, günah dolu ve önceden idrak edemeyeceği tuzaklarla doludur.
Tanrı’dan uzakta geçen geçmişinden pişmanlık
duymakta, içinde bulunduğu zamanında aynı şekilde heba olmasından
korkmaktadır. İçinde bulunduğu zamanın Tanrı aşkıyla dolu olmasını ve
O’ndan bir saniye bile ayrı geçmemesini istemektedir. “Yardım et ne olursun kurtarayım günümü,” mısrasında görüldüğü gibi yalvarmaya kadar gitmektedir.
Geçen ve içinde bulunduğu zaman aralığındaki bağlantı Tanrı’nın kendisidir.
3-MEKÂN: Şiirde mekân, şairin kalbidir. Şiirin birinci mısrasında yer alan “beneğim” kelimesi iki anlamıyla birlikte kullanılmıştır: Birincisi; herhangi bir şey üzerindeki nokta ki, biz bunun kalpteki siyah nokta olduğunu anlıyoruz. Ancak bu nokta günah işlemekten ileri gelen siyah nokta değildir. Kara sevdanın işaretidir. İkincisi; sevdiğini söylemekten hiçbir zaman korkmayan kişi… Hadiselerin iç yüzünü ve gerçek mahiyetini görerek kalp gözü ile kavrayabilecek bilgiye sahip olan şair, siyah noktanın bütün kalbini ele geçireceğini biliyor olsa da, sevdiğini söylemekten korkmaz. Ancak o, bu aşktan kaçarak kalbini temizleyeceği yerde, o aşka, yani o siyah lekeye sıkı sıkıya sarılmaktadır.
Artık o siyah nokta kalbini tamamen ele geçirmiştir. Ancak kalbindeki bu siyahlığın nedeninin günahtan kaynaklanmaması ve tamamen Tanrı aşkından ileri gelmesi, O’na tüm ruhu ile yönelmesi nedeniyle bu siyahlık kardan daha beyazdır. “Kalbimdeki basiret ve olgunluk beneğim,/Şu kararan kalbimin kardan beyaz noktası” mısralarında bu duygu ve düşünceleri dile getirmektedir.
“Yakıyorsun gönlümü kömürden kara gözlüm,” mısrasında bu aşkın ateşinin tüm kalbini sardığı gibi benliğini de sardığını görüyoruz. “kömürden kara gözlüm”
kelime grubunda kararan kalbine övgü vardır. O kalbi, güzel kara
gözlere benzetmektedir. Kalbindeki bu ateş yangına dönmüştür. Sönmesini
istememektedir. Bu yangın yüreğinde sele dönmüş ve artık zaptı mümkün
değildir.
O’nun gönlü her türlü otoriteyi kullanma yetki ve
gücüne sahiptir. Bu nedenle gönlü soyludur, saygındır. Bu özellikleri
nedeniyle de başkalarından üstündür. Bu soylu, otoriter ve üstün
gönlünün tek vekili, tüm gönüllerin sultanı olan tek yaratıcı Tanrı
olabilir. Bu nedenle gönlünün imparatorluğunun tek kralı o olacaktır.
Kral, gücü kullanan varlık olarak istediğini yapabilme üstünlüğüne de
ele geçirmiş olmaktadır. Tamamen O’na teslim olmaktadır. Bunu da “Gönül payitahtıma vekil kıldım seni ben” mısralarında dile getirmektedir.
Görüldüğü gibi “Kalbimdeki basiret ve olgunluk beneğim,/Şu kararan kalbimin kardan beyaz noktası,/Yakıyorsun gönlümü kömürden kara gözlüm,/Gönül payitahtıma vekil kıldım seni ben,” mısralarında mekânın, şairin kalbi olduğunu anlıyoruz.
4-İNSAN: Şiirde öne çıkan insan şairin kendisidir. Kara sevdaya tutulan şairin kalbinde sevda yangının yol açtığı siyah bir nokta oluşmuştur. Ancak bu nokta tüm kalbini ele geçirdikten sonra, ruhunu, yani “Ben”ini de etkisi altına almıştır. Her saniyesi, her günü, uyanıkken ve uyku hali arasında da sevgiliyi anar olmuştur. Sevgili için meczup olma hali ortaya çıkmakta, ancak o, bu hale girince sevgiliyi anamamanın endişesini taşımaktadır. “Kalbimdeki basiret ve olgunluk beneğim,/Şu kararan kalbimin kardan beyaz noktası,/Yakıyorsun gönlümü kömürden kara gözlüm,/Gönül payitahtıma vekil kıldım seni/ ben,”/Mısralarım tutuklu dudaklarım kilitli/ Anahtarım sendedir bu can sana akitli/ Geçti rahvan saatler tutamadım dünümü,/ Yardım et ne olursun kurtarayım günümü” mısralarında şiirdeki insanın şairin kendisi olduğunu anlıyoruz.
Bu aşk nedeniyle “Ben”i acı çeken şair, bunu hissettirmez. Şiirde tasavvufi bir sesleniş vardır. Bu sesleniş şiire lirizm katmakta, bu da şiire derinlik vermektedir.
5-DUYGU VE DÜŞÜNCE: Şiirdeki temel fikir kara sevdadır. Ancak bu sevda beşeri aşk değil, ilahi bir aşktır.
Şiire isim olan ve derinlik sağlayan Süveyda ismi anlamı
itibariyle kız çocuklarına verilmesi uygun olmamakla birlikte, yine de
yeni doğan kız çocuklarına isim olarak verilmektedir. Süveyda, Arapça
bir kelime olup, kalbin ortasında olduğuna inanılan siyah noktadır.
Mecazi olarakta kalpteki gizli günah anlamını taşıyor. Kalpteki bu
mezkûr nokta: Kâfirler ve Allaha isyan edenler için şekavet ve günah,
mü'minler için ise: Basiret ve idrak mahalli olarak bilinir.
İslam felsefesine göre de günah işleyen kalp kararır.
“Mü’minin işlediği her günah kalbinde siyah bir nokta meydana getirir.
Tövbe edip kötülükten sıyrılarak af dileyince, o siyah nokta kalbinden
silinir. Eğer günaha günah eklerse siyah noktalar çoğalıp kalbini
toplar.”(Buhari)
Başka bir inanışa göre de kalpte oluşan siyah nokta kara
sevdanın belirtisidir. Âşık olan kişinin kalbinde meydana gelen bu küçük
siyah nokta bütün vücudu kaplar!
Olgunluk, insanların bilgi, görgü ve hoşgörü bakımından
geliştiğini gösterir. Ancak olgunluk, yaş itibariyle de insanın kemale
ermesidir.
Tasavvuftaki anlamı, eşyanın ve hadiselerin iç yüzünü ve gerçek mahiyetini
görmek, olayları kalp gözü ile idrak etmek, olan basiret kelimesi,
olanları, olacakları ve gerçeği görebilme, sezebilme ve buna uygun
davranabilme kabiliyetine sahip olmak anlamına da gelmektedir.
Şiirin birinci mısrasında yer alan “beneğim”
kelimesi iki anlamıyla birlikte kullanılmıştır: Birincisi; herhangi bir
şey üzerindeki nokta ki, biz bunun kalpteki siyah nokta olduğunu
anlıyoruz. Ancak bu nokta günah işlemekten ileri gelen siyah nokta
değildir. Kara sevdanın işaretidir. İkincisi; sevdiğini söylemekten
hiçbir zaman korkmayan kişi… Hadiselerin iç yüzünü ve gerçek mahiyetini
görerek kalp gözü ile kavrayabilecek bilgiye sahip olan ve gelişen şair,
siyah noktanın bütün kalbini ele geçireceğini biliyor olsa da,
sevdiğini söylemekten korkmaz. Ancak o, bu aşktan kaçarak kalbini
temizleyeceği yerde, o aşka, yani o siyah lekeye sıkı sıkıya
sarılmaktadır. “Beni öyle tut ki, belimden kavra ve asla bırakma” diye
bir sesleniş vardır. “Ne olursun tut” söz grubunda, kalbindeki o siyah noktaya adeta yalvarmaktadır. Mecazi anlamda bu duygu ve düşünceyi “Kalbimdeki basiret ve olgunluk beneğim,/Ne olursun tut beni tut belimden süveyda”
mısralarında dile getirmektedir. Tasavvufi bir anlatım söz konusudur.
O, kalbindeki siyah noktanın oluş sebebini bilmektedir. Kalp gözü ile
bunu idrak edecek olgunluğa erişmiştir. Üçüncü mısrada kara sevdadan
kaynaklanan o siyah noktanın ne kadar değerli ve önemli olduğunu
görüyoruz. Kalbindeki o siyah nokta Tanrı ile insanlar arasında aracılık
yapan kutsal bir varlığa benzetilmektedir ki, bu ifade, eşyaların ve
olayların iç yüzünü görerek gerçek mahiyetleri hakkında kalp gözü ile
idrak edebilme olgunluğuna eriştiğini göstermekte ve o’ndan ayrılarak
korkutucu ve ürkütücü kapalı ve karanlık geçitlere düşmekten
korkmaktadır. Çünkü o, bu aşktan zevk almaktadır. Kalbi karalıktan,
siyah noktadan kurtarmak için kulun tüm bedeni ve ruhuyla Tanrı’ya
teslim olması, O’na yönelmesi gerekir. O’nun kalbindeki siyah nokta da
bu yönelişin işaretidir. O, bu yönelişten ayrılmak istemez. Bunu da “Sen gözümün bebeği, sen ki sevda meleğim/Dehlizlere düşmeden tut elimden süveyda.”
mısralarında belirtmektedir. Üstü kapalı, dar ve uzun geçit anlamına
gelen dehliz kelimesi, buradaki ifade de mecazi olarak, korkutucu ve
ürkütücü kapalı ve karanlık geçitlere düşme anlamda kullanılmıştır.
“Şu kararan kalbimin” söz grubundan,
âşık olan şairin kara sevdaya tutulduğunu ve bu sevda nedeniyle de
kalbinin tamamen karardığını anlıyoruz. Artık o siyah nokta kalbini
tamamen ele geçirmiştir. Ancak kalbindeki bu siyahlığın nedeninin
günahtan kaynaklanmaması ve tamamen Tanrı aşkından ileri gelmesi, O’na
tüm ruhu ile yönelmesi nedeniyle bu siyahlık kardan daha beyazdır. Bu
siyahlık kutsal bir ışık gibi bembeyazdır. Kalbi karartan lekenin kara
olması mümkün değildir. Bu lekeye kara diyen yanılmaktadır. Çünkü
“kalbin karanlığı” aslında aydınlıktan başka bir şey değildir. Bunu da “Kim demiş kara”
söz grubunda anlatmaktadır. Beşeri aşkın anlamı ancak tasavvufta günah
olabilir. Bu aşk nedeniyle kalbi tamamen ele geçiren siyahlıktan “günah”
olarak söz edilebilir. Ancak o, kalbini ele geçiren bu siyahlığın Tanrı
aşkından ileri geldiğini bilecek ve görecek olgunluğa erişmiştir.
Tanrı, her şeyi tek başına yapabilen mahir’dir. Öğretendir. Kalplere
sevgi tohumunu eken de o’dur. Bu nedenle de sevdanın O’ndan başka ustası
yoktur. Yaratılanı Yaratandan ötürü sevmekte, bu nedenle de aşkla yanan yüreklerin aydınlandığını düşünmektedir. Bu duygu ve düşünceyi “Şu kararan kalbimin kardan beyaz noktası,/Kim demiş kara diye sen ki sevda ustası?” mısralarında ifade etmektedir.
Kalbindeki siyahlığın gerçek anlamını bilmeyenler kara demektedir.
Kalbin ve aşkın gerçek sahibinin Tanrı’dan başkası olmadığını
bilmektedir. O karanlığın günah işlemekten ileri geldiğini sananların sözleri “mürekkebi, hokkası”
kelime grubunda mecazi anlamda ifade edilmiştir. Asıl anlamı söz’dür.
Bu sözün iftira gibi üzerine sıçramasından korkmakta ve o lekeden yardım
istemektedir! Çünkü yardım istenecek tek varlık Tanrı’dır. Her şeyin
oluş nedeni o’dur. O’ndan başka yardım edecek kimse yoktur. İkinci
kıtanın Üçüncü ve dördüncü mısralarında bu duygu ve düşünceyi “Sana kara diyenin mürekkebi, hokkası,/Dökülmesin üstüme tut kolumdan süveyda.” Sözleriyle dile getirmektedir.
Kalbindeki siyahlık Tanrı
aşkından ileri gelen ve kalbini tamamen ele geçirmesinden kaynaklanmakta
olduğundan, Mehtabın geceyi aydınlatan ışığı gibi kalbini ışıtmakta ve
aydınlatmaktadır. Bu ışık, güneşin aydınlığına ve ısısına ihtiyacı olan
tüm eşyalar gibi kalbini ışıtarak ısıtmıştır. “Mehtabın yansıması, kara değil ak yüzlüm,/Nasıl ısıttın nasıl, güneşe hasret özlüm?” mısralarında bu duygu ve düşünce içindedir. “Yakıyorsun gönlümü kömürden kara gözlüm,” mısrasında bu aşkın ateşinin tüm kalbini sardığı gibi benliğini de sardığını görüyoruz. “kömürden kara gözlüm”
kelime grubunda kararan kalbine övgü vardır. O kalbi, güzel kara
gözlere benzetmektedir. Kalbindeki bu ateş yangına dönmüştür. Sönmesini
istememektedir. Bu yangın yüreğinde sele dönmüş ve artık zaptı mümkün
değildir. Bu yangını başlatan yine Tanrı’dır. Bu aşkın sönmemesi için
yardım istenecek tek varlık yine o’dur. Yani kalbindeki o siyahlık! Bunu da şair “Sönmesin bu yangınım tut selimden süveyda.” Anlatmaktadır. Mısranın ikinci durağında “tut selimden süveyda”
kelime grubundan anlaşılması gereken başka bir hususta şudur; şair,
beşer aşkları sele benzetmektedir. Tanrı aşkından ileri gelen içindeki
yangının beşer aşkların seliyle sönmemesini dilemektedir.
O’nun gönlü her
türlü otoriteyi kullanma yetki ve gücüne sahiptir. Bu nedenle gönlü
soyludur, saygındır. Bu özellikleri nedeniyle de başkalarından üstündür.
Bu soylu, otoriter ve üstün gönlünün tek vekili, tüm gönüllerin sultanı
olan tek yaratıcı Tanrı olabilir. Bu nedenle gönlünün krallığının tek
kralı o olacaktır. Kral, gücü kullanan varlık olarak istediğini
yapabilme üstünlüğüne de ele geçirmiş olmaktadır. Tamamen o’na teslim
olmaktadır. Bunu da “Gönül payitahtıma vekil kıldım seni ben,/İster yaşat sevdanla, öldür beni istersen,” mısralarında dile getirmektedir. Gönül krallığının tek sultanı olan o kral, sevdasıyla yaşatsın başka bir şey istememektedir. “Yeter ki hiç dokunma”
kelime grubunda bunu ifade etmektedir. Çünkü o’nun yaşama gayesi artık
bu sevdadır. O’nun sevdasıyla vücudunun her karesi ateş gibi
yanmaktadır. Bu sevdanın ateşi alev seline dönmüştür. O, bu selin
ortasında yüzen bir sandal gibidir. Ateş selinin ortasında tüm
benliğiyle alev gibi kavrulurken yine O’nun aşkını istemektedir.
Dördüncü mısradaki “sal” kelimesi mecazidir. Buradan anlaşılması gereken şairin kendisi, yani kendi ruhu,“Ben”i dir. Bu duygu ve düşünceleri “Yeter ki hiç dokunma ateş oluyor bu ten,/Yüzüyorum alevde tut salımdan süveyda.” mısralarında görüyoruz.
Artık yüreğinde Tanrı aşkı daha ileri boyutlardadır. Bu
aşk nedeniyle uyku uyuyamamaktadır. Uyanıkken alev alev yanmaktadır,
ancak bu aşk O’na huzur vermektedir. Uyusa, bu aşkın ateşini hissederek
huzur bulacağı andan mahrum kalacaktır. Belki, uyuduğu zaman bu aşkın
kaybolacağından korkmaktadır. Bir ikilem içindedir. Bu nedenle Ruhunda
olup biten hiçbir şeyin farkında olamayarak, tepki gücünün zayıfladığı
ve her türlü etkinliğin büyük ölçüde azaldığı bir duruma gelmiştir. Bu
düşünceyi “Uykuyla uyanıklık arasında bir yerde,/ Sıkışıp kalmaktayım nedense her seferde,”
mısralarında dile getirmektedir. Bu hâl o’nda rahatsızlık
yaratmaktadır. Bu hâlden kurtulmalıdır. O’nu kurtaracak olan varlık,
O’nun aşkıyla yandığı Tanrı’dır. O’nun bir tek işareti kendine gelmesi
ve kurtulması için yeterlidir. Uykuyla uyanıklık arasında yaşadığı iç
sıkıntı nedeniyle psikolojisi olumsuz etkilenmektedir. Tanrı aşkının
O’ndaki acısı, çilesi şaire huzur vermekte, bahar gibi gelmektedir. O
bundan mutludur. Ancak uykuyla uyanıklık arasındaki gel gitleri o’nda
korku yaratmakta, o’na huzur veren, bahar gibi gelen bu aşkın çilesi,
kalbini ve tüm ruhunu yakıp kavururken, sanki bu hazdan mahrum kalacak
endişesiyle her şey değişmekte, o’da bunun farkına varmaktadır. Ancak o,
bundan hoşnut değildir. Ruhunda meydana gelen bahar havasının
değişmesinden, yok olmasından korkmaktadır. Bu nedenle aşkıyla yandığı
Tanrı’ya “tut beni, yakala, koru” anlamında sesleniyor. Dördüncü
mısradaki “tut dalımdan” kelime grubundan anlaşılması gereken ağaç dalı değil, el-kol’dur. Mecazi bir anlatım söz konusudur. “Kurtarmak için beni, haydi haykır “yeter” de,/Baharlarım kaçıyor tut dalımdan süveyda.” mısralarında bu duygu ve düşüncelerin anlatımını görüyoruz.
“Mısralarım tutuklu” kelime grubunda
kendi varlığını açıkça vurgulayan şair, hiç kimse için yazılmayan ve
kapalı kalan mısralarını ve hiç kimsenin adını anmayan, hiç kimse için
bir şey söylemeyen dilinin, hatta gönlünün açılmaya karar verdiğini “Mısralarım tutuklu dudaklarım kilitli,/Açılmayan kapılar açılmaya niyetli,”
mısralarında dile getiriyor. Mısralarında Tanrı’nın adı yazılacak, hiç
kimsenin adını anmayan dudakları Tanrı’nın adını anacak ve o’na olan
aşkını haykıracak… “Açılmayan kapılar açılmaya niyetli,” mısrasında
mecazi bir anlatım da söz konusudur. İnanca göre, Tanrı’ya yönelen
kulun hâllerinde iyileşme görülür. Sürekli O’nu anan kalpte önce kalp
kiri temizlenir. Sürekli O’nu yazan kalemden ve O’nu anan dudaklardan
kötü söz çıkmayacaktır. Bu da şairin hâlinde iyileşmeye neden olacak,
her kapı O’na açılacaktır.
Bildiğimiz gibi anahtar açıp kapamaya yarayan bir araçtır. Üçüncü mısranın “Anahtarım sendedir”
kelime grubunda mecazi bir anlatım söz konusudur. Buradaki anlatımı “bu
canı veren sensin, alacak olan da sensin” şeklinde anlamamız gerekiyor.
“Bu can sana akitli” kelime grubundan iki anlam
çıkarılmaktadır: Birincisi; insanı yaratan Tanrı’dır. Ruhuna üfürerek
insana can vermiştir. Yine insan canını alacak olan da kendisidir. Dönüş
O’nadır. İkincisi; Tanrı aşkından başka bir şey düşünemeyen şair, tüm
ruhu ile O’na bağlıdır. Akit, sözleşme anlamında olup, tarafları
bağlayıcı hükümler içeren bir bağlayıcılığı vardır. Tanrı’ya dönüşte
insan için bağlayıcı bir hükümdür. “Anahtarım sendedir bu can sana akitli,”
mısrasında geçen anlamı toparlayacak olursak; Tanrım bu canı sen
verdin, yine sen alacaksın. Başkasının bu canı almaya kudreti yetmez. Bu
nedenle sana bağımlıyım. İnsan olarak bana can verirken koyduğun
hükümlerinin herhangi bir maddesini ihlal edersem cezama razıyım,
şeklinde anlamanın daha doğru olacağını düşünüyorum. “Dökülsün gönül sesim tut dilimden süveyda.” Mısrasında
anlatmak istediği duygu ve düşünce şudur: Gönül kapısının anahtarı
Tanrı’nın adı, o’nun aşkıdır. Her şeye kapalı olan gönül o’nunla hayat
bulmuştur. Canını, her şeyini o’na adamıştır. O can, tek yaratıcıya
aittir. Bu nedenle dudaklarından dökülecek olan gönül sesi,
dudaklarından çıkacak ve yüreğinden taşıp gelecek olan kara sevdanın
sözcükleridir. Dudaklarından çıkacak olan her söz o’na ait olacak, o’nu
anlatacaktır. Tanrıyla ilgisi bulunmayan hiçbir sözcüğün dudaklarından
dökülmemesi için de o’na “tut dilimden” kelime grubunda seslenmektedir.
Zaman boşa geçip gitmiştir. Güzel ve hayırlı işler yapmak
fırsatını kaçırmıştır. O güzel, belki de en verimli çağında Tanrı’dan
ve o’na olan bağlılıktan uzak geçen bir zaman vardır. Geçen zaman Tanrı
aşkıyla alakalı olmadığından rahat geçmiştir. O’nu içinde bulunduğu
zamanda olduğu gibi sarsmamıştır. Geçen zaman dilimini boşa geçirilmiş
zaman olarak değerlendirmekte ve bunun için de pişmanlık duymaktadır.
Bunu da “Geçti rahvan saatler tutamadım dünümü,”
mısralarında dile getirmektedir. Her saniyesi boşa geçen ve iyi
değerlendirilmemiş zamana yanan, üzülen şair, içinde bulunduğu zamanı
değerlendirmek niyetindedir. Bu zaman Tanrı aşkıyla dolu olan zamandır.
O’nun aşkıyla kavrulan yürek, O’nun adına güzel ve hayırlı işler
yapamamaktan üzülmektedir. Bu anlatım bize “Bugün Allah için ne yaptın?”
sorusunu hatırlatmaktadır. O’nun için harcanmayacak zaman, O’nun adı
için yapılmayacak her beşeri iş, günah dolu ve önünde göremediği,
göremeyeceği, önceden idrak edemeyeceği tuzaklarla doludur. O, bu tuzağa
düşmekten korkmakta ve o’ndan yardım istemektedir. Çünkü günahlardan
koruyacak olan o’dur. Burada “set ol da kes önümü”
kelime grubundan anlaşılması gereken, nehir ve ırmak üzerine kurulan
set, bent değil, günah tuzağına düşmemesi için yaratıcının kötülüklerden
alıkoyması ve engellemesidir. “Bırakma tuzaklara set ol da kes önümü” mısrasından anlaşılması gereken duygu ve düşünce budur.
Şair, bedenini alev alev yakan aşkın sahibi olan
yaratıcıdan, yani Tanrı’dan yardım isteyerek o’na yalvarmaktadır.
Yalvarmasının tek nedeni vardır: Tanrı’dan uzakta geçen geçmişinden
pişmanlık duymakta, içinde bulunduğu zamanında aynı şekilde heba
olmasından korkmaktadır. İçinde bulunduğu zamanın Tanrı aşkıyla dolu
olmasını ve o’ndan bir saniye bile ayrı geçmemesini istemektedir. “Yardım et ne olursun kurtarayım günümü,” mısrasında görüldüğü gibi yalvarmaya kadar gitmektedir.
Dördüncü mısradaki “esmek” kelimesi bize
rüzgarı hatırlatmakla birlikte, burada mecazi bir anlatım söz
konusudur. Bizi ilgilendiren kısmı da mecazi anlatımıdır: Yapılması
önceden düşünülmüş olmayan veya beklenmeyen bir şeyi yapmaya birdenbire
karar vermek, şeklinde açıklanması uygun olan bu kelime “uçarı olmak,
aklı hava da olmak” deyimlerini de bize hatırlatmaktadır. Ancak mısraya
kattığı mânâ tasavvufidir; Tanrı aşkı kalbini tamamen sarmış ve ele
geçirmiştir. Ruhu ve bedeniyle artık O’na teslim olmuştur. Bedenini alev
alev yakan bu kara sevda aklını da başından almıştır. Önceden
planlamadığı ani kararlar almakta ve uygulamaktadır. Ne yaptığını
bilemeyecek kadar kendinden geçmiştir. Burada Tanrı dostları dediğimiz
meczup kişileri düşünmeden geçemeyeceğiz. Bu insanların kendileri
Tanrıyla bütünleşmiş, onsuz bir saniyeleri bile geçmemektedir. Kendi
hâllerinde, kimseye zararları dokunmayan, zaman zaman sokakta Tanrı
adını haykırarak gezen insanlardır. Ani karar verirler ve akıllarına
geleni yaparlar. “Esiyorum gün be gün tut yelimden süveyda.”
mısrasında böyle bir anlatımla karşı karşıyayız. Aklını başından alan
bu aşk rüzgâra benzetilmiştir. Aslında şair, meczup bir duruma düşüp
Tanrı’dan kopmak istememektedir. O, Tanrıyla yaşamak istemekte ve o
rüzgarın aklını başından almasından korkmakta, bu nedenle de Tanrı’dan
yardım istemektedir.
6-KENDİNİ AŞMA: Şiirde, karşımıza çıkan insanın şairin kendisi olduğunu görüyoruz. Şairin iki zaman arasında sıkışıp kaldığı anlaşılıyor. “Geçti rahvan saatler tutamadım dünümü,” mısralarında geçen zamanda rahatlığına vurgu yaparken, “Yardım et ne olursun kurtarayım günümü,” mısralarında zıt bir sesleniş vardır.
Şiire derinlik kazandıran ve tasavvufi bir seslenişe neden olan şairin “Ben” duyguları, o’nun Tanrı sevgisini açıklamaktadır. Şiirde insan, mekân arasında kurulan başarılı ilişki çok farklı bir seslenişe neden olmaktadır. “Anahtarım sendedir bu can sana akitli” mısrası bu seslenişe derinlik kazandırmaktadır. O’nun kendini başarılı bir şekilde aştığını göstermektedir.
7-ANLATIŞ TARZI:
Kalbimdeki basiret-7 + 7- ve olgunluk beneğim,=14
Ne olursun tut beni-7 + 7- tut belimden süveyda.
Sen gözümün bebeği-7 + 7- sen ki sevda meleğim,
Dehlizlere düşmeden-7 + 7- tut elimden süveyda.
Örnekte görüldüğü gibi Süveyda şiiri, Halk Edebiyatı nazım biriminin 14’li hece kalıbıyla 7+7 duraklı yazılmıştır. Mısralar kendi içinde duraklardan bölünebilmekte ve ayrı mısralar oluşturacak güzellikte yapılandırılmıştır.
Kafiye örgüsünün; birinci kıtada a-b-a-b çapraz kafiye, ikinci kıtada c-c-c-d düz kafiye, üçüncü kıtada e-e-e-f düz kafiye, dördüncü kıtada g-g-g-h düz kafiye, beşinci kıtada ı-ı-ı-i düz kafiye, altıncı kıtada j-j-j-k düz kafiye, yedinci kıtada l-l-l-m düz kafiye şeklinde yapılandığını görüyoruz.
Şiirde kafiye ve redif’i inceleyelim:
a-birinci kıta;
1. mısrada beneği /m/ 3. mısrada meleği /m/ kelimelerinde m sesi redif, eği zengin kafiyedir. 2. mısrada tut belimden süveyda, 4. mısrada tut elimden süveyda kelime gruplarında elimden süveyda redif, tut kelimesi zengin kafiyedir.
b- ikinci kıta;
1. mısrada “Şu kararan kalbimin kardan beyaz nokta /sı/”, 2. mısrada “Kim demiş kara diye sen ki sevda usta /sı/” 3. mısrada “Sana kara diyenin mürekkebi, hokka /sı/,” sı ekleri redif, nok/ta, us/ta kelime köklerinde ta sesi tam kafiyedir. 1. mısrada nokta, 3. mısrada hokka kelime köklerinde o sesi yarım kafiyedir.
c-üçüncü kıta;
1. mısrada “Mehtabın yansıması, kara değil ak yüz /lüm/”, 2. mısrada “Nasıl ısıttın nasıl, güneşe hasret öz /lüm/” , 3. mısrada “Yakıyorsun gönlümü kömürden kara göz /lüm/” lüm ekleri redif, yüz, öz, göz kelime köklerinde z sesi yarım kafiyedir.
d- dördüncü kıta;
1. mısrada “Gönül payitahtıma vekil kıldım seni b /en/”, 2. mısrada “İster yaşat sevdanla, öldür beni isters /en/”, 3. mısrada “Yeter ki hiç dokunma ateş oluyor bu t /en/” burada en sesi redif, 1. mısrada s/eni, 2. mısrada b/eni kelimelerinde eni zengin kafiye, 2. mısrada b/eni, 3. mısrada b/u kelimelerinde b sesi yarım kafiyedir.”
e- beşinci kıta;
1. mısrada “Uykuyla uyanıklık arasında bir yer /de/”, 2. mısrada “Sıkışıp kalmaktayım nedense her sefer /de/”, “Kurtarmak için beni, haydi haykır “yeter” /de/” ek halinde de ekleri redif, y/er, sef/er, yet/er kelime köklerinde er sesi tam kafiyedir.
d- altıncı kıta;
1. mısrada “Mısralarım tutuklu dudaklarım kilit/li/”, 2. mısrada “Açılmayan kapılar açılmaya niyet/li/”, 3. mısrada “Anahtarım sendedir bu can sana akit/li/” li ekleri redif, kili/t, niye/t, aki/t kelime köklerinde t sesi yarım kafiyedir.
e- yedinci kıta;
1. mısrada “Geçti rahvan saatler tutamadım dün/ümü/”, 2. mısrada “Bırakma tuzaklara set ol da kes ön/ümü/”, 3. mısrada “Yardım et ne olursun kurtarayım gün/ümü/” dizelerinde ümü ekleri redif, dü/n, ö/n, gü/n kelime köklerinde n sesi yarım kafiyedir. 1. mısrada tutamad/ım, 3. mısrada kurtaray/ım kelimelerinde ım sesi tam kafiyedir.
Her kıtanın 4. mısrasında yinelenen tut elimden süveyda, tut y/elimden süveyda. tut s/elimden süveyda , tut kolum/dan süveyda, , tut salım/dan süveyda, tut dalım/dan süveyda, tut dilimden süveyda redif, tut kelimesi zengin kafiye ve S/alım, d/alım kelimelerinde alım zengin kafiye (Tunç kafiye de denebilir) kolu/m, dili/m kelimelerinde m sesi yarım kafiyedir.
Seslerin nasıl kullanıldığını inceleyelim: Yedi kıtadan oluşan şiirin ses bakımından uyumu şiiri zenginleştirmiştir. Şiirin bütününde en çok kullanılan ünsüz sesler; b-k-l-m-n-r-d-g-s-v-y-t- ve en çok kullanılan ünlü sesler; a-e-i-u-sesleridir. Bu seslerin bir ahenk içinde kullanılması şiire musiki havası vermiştir.
Genel olarak seslerin yapılandırılmasını incelediğimiz zaman şiirdeki ritimi ve ahengi güçlendiren, şiir dili ve biçimini zenginleştiren ve güzelleştiren, musiki sezgisini kuvvetlendiren bir yapılandırma ile karşı karşıya kalıyoruz. Ünlü ve ünsüz seslerin mısraları kuvvetlendirici bir yapılandırılması vardır.
Şiirde durağın ikinci bölümünü oluşturan kelime grupları şiire anlam olarak güçlü bir ifade katmaktadır. Mürekkebi, hokkası-kara değil, ak yüzlüm- vekil kıldım seni ben- nedense her seferde- haydi haykır “yeter” de- dudaklarım kilitli- bu can sana akitli- tutamadım dünümü- kurtarayım günümü ve her kıtanın 4. mısra sonunda tekrarlanan süveyda kelimesi ve kelime gruplarında alliterasyon, asonans şiirdeki vurguyu pekiştirmekte, duygu ve düşüncedeki anlama derinlik kazandırmaktadır. Bu kelimelerdeki a-e-i-u- sesinden oluşan asonans dikkat çekicidir. Sık sık yapılan asonans ve aliterasyon şiirde uyumu güzelleştirmekte, ahengi güçlendirmektedir.
Bazı Arapça ve Farsça kelimelerde yer almıştır. Bunlar; rahvan, süveyda gibi…
Şiirde edebi sanatları inceleyelim; Kalbimdeki basiret ve olgunluk beneğim/ Sen gözümün bebeği sen ki sevda meleğim/ Şu kararan kalbimin kardan beyaz noktası (aynı zamanda Tenasüp Sanatı kullanılmıştır) /Gönül payitahtıma vekil kıldım seni ben mısralarında İstiare Sanatı, Kurtarmak için beni, haydi haykır “yeter” de Teşhis ve İntak Sanatı, her kıtanın sonunda yer alan 4. mısralarda Mecazi Mürsel ve durağın ikinci bölümlerinde Tekrir Sanatları, İster yaşat sevdanla, öldür beni istersen mısrasında Tezat Sanatı, Uykuyla uyanıklık arasında bir yerde Tenasüp Sanatı, Nasıl ısıttın nasıl, güneşe hasret özlüm?/ Kim demiş kara diye sen ki sevda ustası? Mısralarında İstifham Sanatı, Mısralarım tutuklu dudaklarım kilitli/ Açılmayan kapılar açılmaya niyetli,/Anahtarım sendedir bu can sana akitli mısralarında Leff Üneşr Sanatı, Bırakma tuzaklara set ol da kes önümü mısrasında Tevriye Sanatı kullanılmıştır. Edebi sanatların kullanılması şiire derinlik kazandırmış, anlamı kuvvetlendirmiştir.
İki bölümden oluşan şiirin ilk bölümünde ruhu alev alev yakan bir aşkın varlığı göze çarpmaktadır. 5. kıtadan başlayan şiirin ikinci bölümünde karamsarlık ve endişe dikkatimizi çekiyor.
Şiirin bütününde birbirine yakın seslerin aynı mısra içinde ve çapraz olarak tekrarı ile kullanılması şiirdeki uyumu zenginleştirmekte ve şiiri daha kuvvetli göstermektedir. Şiirde, mısraların kendi içindeki ses uyumu ve asonans şiiri zenginleştirirken, estetiksel, biçimsel ve şiir dili bakımından da farklı bir güzellik katmış, musiki havası yaratmıştır. Şair, şiirdeki ahengi birbiriyle uyumlu seslerin, belli bir ritimle bir arada toplamasıyla sağlamıştır.
Şiir dili, gündelik konuşma dilinden farklıdır. Şair, seçtiği kelimelerle güzel ve uyumlu bir dil oluşturmuş, bu da mânâ bakımından şiire derinlik kazandırmıştır