• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/halilakpinar
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=05056611119
  • https://www.twitter.com/halilakpinar
  • https://www.instagram.com/halilakpinar1453
  • https://www.youtube.com/channel/UCz-evvQhDvbJLw5bg_A8P1Q
Üyelik Girişi
MUHTEVA
Site Haritası

Custom Search

Hasan ÖZTÜRK - Şeyhin Cüppesi ve Şeftali Ağacı

Hasan ÖZTÜRK - Şeyhin Cüppesi ve Şeftali Ağacı

Hasan ÖZTÜRK - Şeyhin Cüppesi ve Şeftali Ağacı

( Sayı: 21 ) Mart 2010



HİKAYE TAHLİLİ:

Dergâh dergisinin 2009 yılı öykülerini değerlendirirken Mustafa Başpınar’ın Şeftali Ağacı(Şubat 2009, S 228) adlı öyküsünü dikkatli bir gözle yeniden okudum. Toplumsal hayatın özellikle dinî-tasavvufi alanına vurgu yapan öykü, adından çok ayrı bir konumda duruyor gibi geldi bana. Dergide ilk kez öyküsü yayımlanan yazarın, can alıcı gözlemlerle yazdığı bu öyküsüne “şeftali ağacı” başlığını seçmesinin bir hikmeti vardır, dedim kendi kendime; çünkü şeftali ağacının anlamının arka planıyla ilgili herhangi bir bilgim yoktu. Öykü önemli bence deyip sıyrıldım işin içinden. Gerçekten üzerinde durulacak bir öyküyle karşı karşıyayız. Gerek Dergâh dergisinde gerekse başka yerlerde konuyla ilgili pek çok öykü yayımlandı/yayımlanıyor elbette. Yakup Kadri’nin, Nur Baba romanıyla Reşat Nuri’nin Miskinler Tekesi’nin, bir dönem için “dışarıdan bakıp” tartışmaya açtığı “tarikat” meselesini Mustafa Kutlu, “ bundan geri efendisine dua” ederek ayrılan müridin gözlemleriyle Mürit (Sır, 1990 kitabı içinde) öyküsüyle “içeriden bakma”nın samimiyetiyle anlatmıştı bize. Mustafa Başpınar, dergâhın bahçesiyle içi arasında sıkışan tedirgin müridi çıkarı karşımıza bu kez.

Çalıştığı dükkândan bir fırsatını bularak dışarı çıktığında “çarşının boğucu sıcağından kurtulmak” amacıyla dergâhın serin bahçesinde oturmayı alışkanlık edinen genç, dergâhın bekçisi “Ahmet abi”siyle muhabbeti zamanla ilerletir. Ahmet, uzaklardan gelmiş bir garibandır ve şeyhin oluruyla dergâhın bekçisi olarak görevlendirilmiştir. Bundan böyle, oradakilerin “nereden geldin, kimsin” sorularıyla karşılaşmayan “yaban” Ahmet, yaptığı her işi usulüne uygun ve “şikâyetsiz” yaparak kısa zamanda “herkesin abisi” olur. Bakışları “mustarip” bekçi Ahmet, dergâhın bahçesinde sıklıkla karşılaştığı gençle “şükreden” hâliyle konuşur her zaman.

Dergâhta eğitim ve günlük hayat devam etmektedir. Yaz gecelerinin bunaltıcı havasında bahçedeki havuzun başında devam eden eğitim, içerdeki içtenliğiyle sürer. Şeyhin anlattıklarından etkilenip coşanlardan biri “Allah” diye inleyince Şeyh efendi onun sırtını sıvazlar ve “maşallah” der; bu, takvaya giden gizli yolun kişiye açıldığını işaretidir. Bunca eğitime devam etmişken hiçbir zaman haykır(a)mayan genç, kendi durumunu “kendimi yola adayamadığımın göstergesi” olarak görür. Gidişatının hayra yorulmayacak bir durumda gelişmesinden rahatsız olan genç, dergâha gidip gelmelerini sıklaştırsa da aradığı “iç huzur”u bulamadığı kaygısıyla iç sorgulamalara başlar. İçi karmakarışıkken içindeki bu kuşkuyu, dergâhta kalbinin “tatmin olmadığını” açıkça söylemekten de çekinir. Bu itirafı başkalarına söylemekten çok daha zoru Şeyh efendinin karşına geçip “kalbim mutmain olmadı” diyebilmektir.

Yıllar geçtikçe Şeyhinin “ha gayret” yüreklendirmelerine karşın genç müridin durumunda olumlu bir gelişme olmaz. Dergâha gelenlerin pek çoğu hayli yol kat etmiş, bu yolda önemli mertebeler kazanmışlardır. Şeyhin çevresinde eğitimlerini ve manevî kazanımlarını sürdürenler “asi ruhlu olmak imanın zayıflığına delalet eder” dercesine bakarlar kendisine ve o da çoğu kez “halkaya dâhil olamamak”la suçlar kendini. Çile yolculuğunda bir türlü mesafe alamamış olmasını, “biliyorum suç bende” itirafıyla kendine bağlayan gencin bundan sonrası için yapacağı “tamam mı devam mı” sorusuna cevap verebilmektir. Dergâhın düzenine uymayan eksikliklerini(!) kendince gözden geçirip “tamam” kararıyla, dergâhın işlerinde “büyük bir iştahla” çalışan Ahmet abisine içinden bir “Allah’a emanet ol” dileğiyle ayrılır oradan.

Şeftali Ağacı, dergâha yeni katılan gencin eğitim süreci bağlamındaki “iman” ve “isyan” ikilemine tanıklık etmemizi göstermesi bakımından önemlidir. Manevî iklimin kuşattığı bir eğitim ortamında düşünmenin ve konuşmanın özgürlük arayışıdır söz konusu olan. Bir yanda kurulu düzenin “itaat” beklentisi, diğer yanda otoritenin dayatmalarına eleştirel bakışla yaklaşan “birey” olma çabası. Formel eğitimi toplum katmanlarına yaymayı amaçlayan örgün eğitimin bilgilendirme biçimine tamı tamına bezemese bile gönüllülük esasına dayanan dergâh/tasavvuf eğitimi de istendik davranış edinenler topluluğu yetiştirecektir. Her iki alanda da istediklerimiz değil, istenilen verilecektir ve eğitime tabi olanlar, sorgulama/eleştirme haklarını özgürce kullanamayacaklardır. Dergâha katıldığı ilk günlerde sorgulamaya kalkışan gence, “manen yükselip üst makamlara” çıkan kardeşlerin söylediği, “içinde putların var, yık onları” uyarısıdır. Dergâhın düzenine kayıtsız şartsız uyarak “manen yükselip üst makamlara” çıkanlara “Neden efendiyi taklit ediyorsunuz? Neden kendiniz olamıyorsunuz? İlla da herkes efendi gibi giyinmek, taranmak ve konuşmak zorunda mı?” sorularını sormak, pek de kolay değildir. Çükü orada düşündüğünü “söylemek, közü elle tutmak gibi bir şey”dir. Şeyh efendiyi “huşu içinde” dinlemenin rahatlığı/avantajı varken “zahiri görünüm ne kadar Şeyh efendiye benzerse, manevi olarak da o kadar mı yakın olunuyor” sorusu, “kıymet kazanmak için hangi kutsala kendimi kurban edeyim diye düşünüp duran”ların arasındakilere sorulacak soru mudur Allah aşkına? Bunu göze almak, bedeli ağır bir suçtur. Gerçi ceza açık ve “yasal” değildir; ancak aklanması kolay/mümkün olmayan örtük bir mahkûmiyettir uygulanan: dışlama, gözden düşürme, geleceği karartma, çevreden soyutlayıp dar alana hapsetme, ötekileştirme vb.

1984 romanındaki “big brother” benzeri Orwelyen bir tavırla “herkes, efendi ne anlatırsa demek ki ihtiyacımız oymuş görünümüne niçin bürünüyor”sa bunun nedenini sormak, fincancı katırlarını ürkütmek bir yana karşısında “el pençe” durulanın büyüsünü bozmak, otoritesini sarsmaktır bir bakıma. Bunu göze almak yürek ister; çünkü “İnsanın yüksek değere sahip olmadığı, üstünde sallanan birçok kutsalın altında kaldığı bir zihniyette, bireysel haklar, bireysel düşünce ve ifade etme hakkı ciddiye alınır mı?” (Yasin Ceylan, Radikal 2, 24.01.2010) sorusu kazınmıştır beyinlere bu tür ortamlarda. ( Prof. Dr. Yasin Ceylan’ın, “Her çeşit eğitim bir dayatmadır.” cümlesiyle başlayan ve modern eğitimin otoriter yapısına yönelik ciddi eleştiriler içeren “Kutsalcılar, İzindeyizciler ve İdeal Birey” başlıklı yazısının, bir de “gönül eğitimi” için okunmasını isterdim.) Bu “çekinme”, dergâhın dört duvarıyla sınırlı kalmayıp eğitimden siyasete, akademik ortamdan bürokrasiye yayılan geniş bir alanı(mızı) kuşatmıştır. Dergâhın maneviyatını “gökyüzünden düşenin parçası bulunur ama şeyhin gözünden düşenin parçası bulunmaz” efsanesi bürümüşken “birey olarak, kendim olarak kalmak istiyorum” demek mümkün olabilir mi? Onca zaman susup “kös kös” bekleyen genci “aklı kullanma” sorunu “çileden çıkarıyorsa bu sebepsiz değildir. “Önemli bir mevzuda Şeyh efendi bir müridine görüşünü soruyor. Mürit siz bilirsiniz efendim diyor. Şeyh efendi başka bir zaman sıradan bir mevzuda bir müridine daha görüşünü soruyor. Cevap yine aynı: Siz daha iyisini bilirsiniz. Ya ortaya çıkıp Allah aşkına Şeyh efendi haşa Allah mı da her şeyi, hem de en iyisiyle bilsin diyesim geliyor, ama ya başıma geleceklerden kim kurtaracak beni?” Burada, başım(ız)a gelecekler, hukuki olanın ötesindeki bir cezalandırmadır. Gazaba uğramak ve parçası bulunmamaktır söz konusu olan. Filozof Bertrand Russel: “İyi insan, düşünceleri ve eylemleri iktidar sahiplerine hoş gelen kişidir.” derken kutsallaştırılmış azizleri de iktidar kapsamına almış olmalıdır.

Şeftali Ağacı öyküsün yayımlanması kadar yayımladığı dergiyi de önemli gördüğümü açıkça söylemeliyim. Öykü, “karşı tarafın iftirası” yaftasın kurban gitmemiş olur en azından. Para ve siyaset batağına bulaşan tarikatların perişanlığını, Mustafa Kutlu’nun Mürit öyküsündeki aynada gör(e)meyenler yeni aynaya bakabilirler mi bilemem. Şeyhinin gözünden düşünce parçası bulunmayacak mümin müridin, seçim zamanlarında çok özel mekânlarda görüşülen politika cambazları kadar saygıya değer olup olmadığını merak edenlerle, havarilerini davaya kurban için cepheye sevk edip merkez hücrede keyif çatan liderlerin örgütleri üzerindeki etkisini merak edenler de bu öyküyü okumalıdır. Mustafa Başpınar, tasavvufi dünyanın önemli pek çok kavramının; bugünlerde siyaset, ticaret, eğitim, medya vb. yeni söylemlerle örtülerek ve süslenerek karşımıza çıkan biçimi “cemaat” kavramına yakın ve muhalif duranların denk bir dikkatle okumaları gereken bir öykü yazdığı için zor ve önemli bir iş başarmıştır.

http://www.edebiyatufku.com/haber.php?haber_id=1017


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi19
Bugün Toplam540
Toplam Ziyaret3773905
VİDEOLAR
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.413134.5510
Euro36.357136.5028
Takvim